Samanyoluhaber.com yazarı Abdullah Aymaz Fethullah Gülen Hocaefendi ile ilgili bir detayı paylaştı
ABDULLAH AYMAZ
“Allah Yolunda Bir Ömür” kitabında Faruk Mercan M. Fethullah Gülen Hocaefendi farkını tebarüz ettirirken diyor ki: “Rusya’da yayınlanan Rodina (Vatan) dergisinden gazeteci Tatyana Flippova, Fethullah Gülen ve ilham verdiği hareket hakkında bir belgesel yapmak üzere 2007’de İstanbul’a geldiği anlatılıyor. Rus kadın gazeteci, Gülen’in takipçilerinin kurduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın İstanbul’daki merkezinde röportajlar yapıyor. Röportaj yaptığı isimlerden biri, 1970’li yıllardan beri Gülen’in yanında yetişen bir İlahiyatçı.
Rus kadın gazeteci, Gülen’in bu öğrencisine şu soruyu soruyor: “Fethullah Gülen’i tarihte en çok kime benzetebilirsiniz: Gandi mi, Mevlana mı, Mandela mı, Dalay Lama mı?”
“Ben de (Faruk Mercan) o gün röportajın yapıldığı salondaydım. Gülen’in öğrencisi şu cevabı verdi: “Bu insanlar içinde belki en fazla Mevlana Celâleddin Rumî’ye benzetebiliriz. Fakat Gülen’in Mevlâna’dan bir farkı var. Mevlâna 800 sene evvel, ‘Kim olursan ol, yine de gel!’ Gülen ise, 800 sene sonra bugün, ‘Kim olursan ol, biz sana geleceğiz, yeter ki, kapılarını bize aç’ diyor.
“Bu benzetmeyi, bu kitabı yazarken görüştüğüm farklı ülkelerdeki birçok insandan da duydum. Fethullah Gülen’i böyle tanımlıyorlardı. Kapılarını açan herkese giden insan. Nitekim Gülen, 2010’da The New York Times gazetesine verdiği röportajda şöyle diyor: “Siz gelmek istiyorsanız lütfen gelin, kalblerimiz, sinelerimiz size açık ama gelemiyorsanız, evlerinize ve ülkelerinize gelmemize izin verin. Bizi birazcık dinleyin ve sizi dinlememize izin verin ki, belki böylece birlikte güzel şeyler bulabilir ve insanî düşüncenin şiirinde yeni cümleler kurabiliriz.” (11 Haziran 2010)
“Gülen, hayatı boyunca insanlara gitti. Bu misyonunu 1960’lı yıllardan itibaren önce anavatanı Türkiye’de icrâ etti. Türkiye’nin her tarafına gitti. Camide vaaz dinlemeye gelmeyenlerin ayağına gitti, kahvehanelerde oyun oynayan insanlara gitti. Düğün salonlarında, sinema salonlarında binlerce insana konferanslar verdi. Üniversite öğrencilerine ulaşmak için yeni yollar keşfetti. Camide akşam saatlerinde, onların zihnini kurcalayan sorulara cevap verdi. Bunlar, o güne kadar Türkiye’de görülmemiş şeylerdi.
Gülen, 2016 yılına gelindiğinde bütün Türkiye’de sayılan iki bin beş yüze ulaşmış olan okul, yurt ve üniversitelerin inşasını böyle sağladı. Türkiye’nin potansiyelini harekete geçirdi.1992 yılından itibaren Türkiye’nin bu potansiyeli dünyaya yayıldı. Dünyanın 175 ülkesinde iki binden fazla okula, 20 üniversiteye, hastanelere, binlerce kültür ve diyalog merkezine böyle ulaşıldı.
Gülen’in öğrencileri dünyanın her tarafına dağıldılar. Bu, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in arkadaşları sahabelerin dünyanın dört bir tarafına dağılmalarından sonra, belki de İslâm Tarihi’ndeki ikinci büyük göç hareketidir. İyilik ve hizmet üretmek üzere yola çıkan insanların kapılarını açan her ülkeye gittikleri bir hareket.
Gülen, 2006’da Moğolistan’da ölen ve oraya gömülen Hizmet Okulları Genel Müdürünün hayatını anlatan kitaba yazdığı önsözde şöyle diyor:“Elimden gelse, Türkiye’den bir milyon kişinin hicret etmesini, yollara düşmesini sağlasam… Sanayici, işadamı, doktor, yüksek lisans öğrencisi, üniversite öğrencisi… Bulundukları yerde değerlerimizin temsilcisi olsalar… Kur’an-ı Kerim, Nisâ Suresi’nin 100. Âyetinde, ‘Allah yolunda hicret eden kimse, yeryüzünde çok güzel yerler ve bolluk bulur.’ diyor. Muhacir, hicret ettiği yere orada ölmek niyetiyle gitmelidir. Yoksa şartlar biraz ağırlaştığında dönmeyi düşünebilir.”
“Moğolistan’daki okulların Genel Müdürü Adem Tatlı, 1990’da Sovyet etkisi sona eren ve bağımsız olan Moğolistan’a 1994 yılında gitti. Nüfusunun yüzde 90’ı Budist olan bu ülkede, Türkiye’den giden öğretmenlerle okullar açtı. Moğol İmparatorluğu’nun 800. kuruluş yıldönümü vesilesiyle bu okullara özel devlet nişanı verildi. Tatlı, 24 Ağustos 2006 günü bir trafik kazasında vefat ettiğinde cenazesinde Müslümanlar, Hıristiyanlar, Budistler, Yahudiler, ateistler, Türkler, Moğollar, Ruslar, kısacası Moğolistan’daki herkes vardı.”
Bazı iddia ve iftiraların aksine uydurma ve bir tuzaktan ibaret olan 15 Temmuz 2015 gününden tam bir sene önce 15 Temmuz 2015 günü M. Fethullah Gülen Hocaefendi şunları söylemişti: “Ben karıncaya basmam. Bir yılanın belini kıran İlahiyatçı bir arkadaşımla bir yıl konuşmadım. Çok sevdiğim bir arkadaşımdı. Gösteriş olsun diye bir yılanın belini kırmış… Ne hakkın var? Mina’da iken Efendimizin (S.A.S.) yanına bir yılan geliyor. Zarar vermesin diye sahabeler onu kovalıyor. Yılan deliğine giriyor. Efendimiz (S.A.S.), ‘Siz onun şerrinden kurtuldunuz, o sizin şerrinizden kurtuldu’ buyuruyor. Yakın tarihte abdest aldığım lavaboya bir kelebek gelmiş. Abdesti yarım bıraktım. Kelebek kayboldu. Sonra kapının arkasında gördüm, elime aldım, balkona çıkardım. Havayı görünce uçtu. Ne kadar sevindim, bilemezsiniz. Ne kadar yaşar? Bir hafta mı yaşar, bir sene mi? Ne kadar yaşarsa yaşasın. Bunun, insanın iç derinliği haline gelmesi lâzım.
“Üç kere hacca gittim. Hacerü’l-Esved’i öpmek nasip olmadı. Onun sevabı var ama millete eziyet edemezsiniz. Eziyet etmek yasak edilmiş. Ama Efendimiz (S.A.S.) Hacerü’l-Esved’i öpmeden haccınız olmaz demiyor. Temkinli ve saygılı olduğumu gören oranın bekçisi öpeyim diye beni çekti. Araya bir kadın girdi, kadının sırtına binecektim, çarpacak gibi oldum. Vazgeçtim. Nasip olmadı.”
Bizler de 1966’dan beri tanıdığımız muhterem Hocamızın bütün bu icraatlarına ve hassasiyetlerine yakından şahidiz.