Cihanı aydınlatacak bir Nûr-u nevvareyi siz bir mekâna hapsedemezsiniz. Çınar ağacını saksıya; balinayı küçük havuza mahkum edemeyeceğiniz gibi… Zaten o kabiliyet ve potansiyeli darlığa mahkumiyete Yaratan müsaade etmez…
ABDULLAH AYMAZ- SAMANYOLU HABER.COM
Cihanı aydınlatacak bir Nûr-u nevvareyi siz bir mekâna hapsedemezsiniz. Çınar ağacını saksıya; balinayı küçük havuza mahkum edemeyeceğiniz gibi… Zaten o kabiliyet ve potansiyeli darlığa mahkumiyete Yaratan müsaade etmez… Kesbî ilim olarak hakikatlara dair bütün ilimler üzere yazılmış 90 kitabı ezberleyeceksiniz, her gün üçer saat bunları ilimlerden yeni ilimler doğurtacak şekilde ezberden tekrarlayacak ve ancak bunları üç ayda bitirebileceksiniz. Sonra da bütün bunları Kur’an-ı Kerimi anlamak için basamak basamak bir mübarek merdiven yapacaksınız sonra da bu ihlasınıza binaen vehbî ilimlerle feyizlere, sırlara ve hikmetlere mazhar olacak ve inkâr-ı ulûhiyete karşı “Ben Kur’an’ın sönmez ve söndürülemez bir nur olduğunu bütün cihana isbat edeceğim!..” diye meydan okuyacaksınız da Erek Dağının başında dört-beş talebenizle bekleyeceksiniz; bu hiç mümkün olabilir mi, kader müsâde eder mi? Asla etmez… Etmedi de…
Takdir-i İlahî seni hem de zâlimlerin eliyle bütün ülkeyi gezdirir ve Barla’ya yerleştirir. Anadolunun cihana iftihar vesilesi olacak nur mahsulatını Sözler, Mektubat ve Lem’alar… şeklinde yazdırıp yetiştirtir… Müşterisi olmayan mal zâyi olur. Onun için reklamının yapılması, müşterilerin dikkatlerinin çekilmesi gerekir. Öze ve köke düşman bazılarının matbuatı sayesinde iftiraları ile piyarı yapılıp dikkat bunlar üzerine çekilir. Reklamın iyisi kötüsü olmaz; mühim olanı ürünlerin tanıtılmasıdır. Bunun tuzu biberi de idam ile yargılanmak üzere Eskişehir Mahkemesine sevk edilmektir. Eh bu güzelliklerden Karadeniz bölgemiz mahrum mu kalsın…
Hayır kalmasın… Üstad Bediüzzaman Eskişehir’den Kastamonu’ya gönderilir. Hızıriyeti de temsil eden bu Hizmet, oraları yeşertmeye başlar. Peki Ege bölgemizin bundan hissesi olmayacak mı? Elbette olacak. Onun için Kastamonu’dan Denizli’ye sevkiyat başlar. Bir çocuğun anne karnında 9 ay 10 gün kaldığı gibi o kadar Denizli Hapsinde kaldıktan sonra Ağırceza’nın bütün hâkimleri ittifakla beraat vermelerine rağmen İç Anadolu da payını alsın diye mecburî ikametle hem de her zaman olduğu gibi haksız olarak zulmen ve gadren Afyon Emirdağ kazasına gönderilir.
Ama bu zulüm ve gadirden dünyayı ihya edecek bir güzel doğar!.. O zamana kadar Üstad Hazretleri hep tek başına kalmıştır. Bilhassa İkinci Emirdağ döneminde derin gözlemci ve ayniyatçı talebelerini, kaldığı yere almıştır. Onlar o mübarek evde ve daha sonra kaldıkları evlerde devamlı surette 24 saat Üstad’ın yaşayışını incelemiş ve gözlemlemişlerdir: Namazları nasıl kılıyor, tesbihatı nasıl yapıyor, nasıl yazıyor, nasıl tashih ediyor, nasıl okuyor ve neşriyatı nasıl yapıyor… İnsanları nasıl karşılıyor ve nasıl uğurluyor… Ne yiyip ne içiyor?.. (Çünkü daha açılacak ışık evlerin programları buna bağlı olacağı için bunları izleyip gözlemek çok mühim!) Bütün bunlar kalblerinde ve kafalarında nakşoluyor. “Fî büyûtin ezinallah…” âyetiyle anlatılan bu evler prototip olarak ortaya konmuş oluyor. Daha sonra Zübeyir Ağabeyin İstanbul’da Bayram Ağabeyin Ankara’da açtıkları dersaneler cihana yayılacak ışık evlerin numune ve esasların teşkil ediyorlar. Bu güzel program yapıldıktan sonra, cihana bunu aktaracak olan Zâta, Hâtem Hocanın şahitliği ile kudsî program teslim ediliyor. Bir ölçek ceviz ile beraber. Ceviz seyahat demek imiş. Onun için seyahat başlıyor. Edirne… İzmir… İstanbul… Amerika… Bu hususu ressam Binbaşı Bekir Ağabeyimiz, çok güzel resmetmiş… Mekke, Medine ve Kudüs’teki üç mescidi bir mağaranın görüntüsünün arka planında ışık ışık resmettiği ve zihinlerimize nakşettiği gibi…
Şimdi artık cihanın bütün ülkelerinde o nur-u nevvârenin samimi ve sıcak aydınlığının insanlığa nur, huzur ve sulh ve selamet mesajları yayan nefesini ve teneffüsünü hissediyoruz elhamdülillah… Kendi ülkemizde bu zulümler niye yaşanıyor diye hayıflanmayalım. Bütün bunların elbette bir sonu var. Cenab-ı Haktan bu sonun hemen gelmesini niyaz ediyor. Encamları yakındır inşaallah… Ama çok iyi bilelim ki, ulu çınarlara saksı dar gelir, büyük balıklara havuz zor gelir…
Bizler sadece işimize bakalım, üzerimize düşeni yapalım yeter.