[ Abdullah Aymaz ] Sömürgeler Bakanı William Ewart Gladstone

Üstad Bediüzzaman Hazretleri Van’da bulunduğu zaman Vali Tahir Paşa’nın İstanbul’dan getirttiği neşriyatı ve gazeteleri dikkatle takip ederdi.
ABDULLAH AYMAZ

Üstad  Bediüzzaman Hazretleri Van’da bulunduğu zaman Vali Tahir Paşa’nın İstanbul’dan  getirttiği neşriyatı ve gazeteleri dikkatle takip ederdi. Bilhassa Müslümanlık ve  lem-i İslâm ile ilgili konularla çok meşgul olurdu. Bir gün Bediüzzaman’a Tahir Paşa bir gazetede çıkan müthiş bir haber göstermişti:  “İngiliz Avam Kamarasında Sömürgeler Bakanı William Ewart Gladstone (1809-1898)  elindeki Kur’an-ı Kerimi göstererek  ‘Bu Kur’an, Müslümanların elinde bulundukça biz onlara hakiki hâkim olamayız. Ne yapıp yapmalıyız ya Kur’an’ı ortadan kaldırmalıyız veya Müslümanları ondan soğutmalıyız.” diyordu. Bediüzzaman Hazretleri bunun üzerine  “Ben Kur’an’ın, sönmez ve söndürülemez bir nur olduğunu cihana ispat edeceğim.” demişti. 

Üstad Hazretleri sadece dînî ilimlerden değil bütün ilimlerden –kendisinin ifadesiyle – hakaikten (hakikatlerden)  90 kitap ezberlemişti. Bunları unutmamak için her gün üç saat hafızasından tekrar ediyor ve  bunları üç ayda bitiriyordu. Bu, kuru bir tekrar değildir;  bilakis ilimlerden yeni ilimler doğurtmak şeklindeydi.

Üstadımızın mümtaz talebelerinden Mustafa Sungur Ağabeyimiz diyor ki: “Üstad Hazretleri dedi ki: ‘Ezberinde olan 90 kitab, bana Kur’an’ın hakikatlerine çıkmaya basamaklar oldu. Sonra Kur’an’ın hakikatlerine çıktım. Baktım her bir âyetin kainatı ihata edip kuşattığını gördüm. Artık başka bir şeye ihtiyacım kalmadı. Kur’an bana kâfi geldi.”

Üstadımızın hem kardeşi hem de talebesi olan Abdülmecid Ünlükul (Nursî) ağabeyi üstadından bahsederken diyor ki: “Hz. Üstad, Birinci Dünya Harbinden önce İstanbul’a gidişinde  iki ay kadar Ferid Ahmed Paşa’nın evinde kaldıktan sonra Şekerci hanına gitti ve orada tuttuğu bir odada kalmaya başladı. Sonra kapısına şöyle bir ilân yazdı: ‘Mektep medrese mensuplarından, filozoflardan, dinsiz ve dindarlardan her kimin bir suali, varsa, herhangi bir fenden olursa benden sorsun. Sizden sual, benden cevap…  Ve hiçbir kimseye bir sual de sormayacağım.”

1903 deki Rus-Japon Savaşında Osmanlı istihbâratının verdiği önemli, bilgilerle zafer kazanan Japon komutan ve yanındaki heyet İstanbul’a teşekkür için geldiklerinde, İslâmiyetle ilgili bazı sorular sorunca İstanbul uleması, onları Üstad’a yönlendirmişlerdi. 1911’de basılan Muhakemat isimli kitabında, kitabın son bölümündeki, tevhid, nübüvvet  ve haşir ile ilgili kısmının “ECVİBE-İ  JAPONİYE”  yani Japonların sorularına cevaplar hakkında olduğunu ifade ediyor… 

Üstadın 1907 senesi Kasım ayı sonlarında İstanbul’a gelişini Van Valisi Tahir Paşa, Sultan Abdülhamid’e 3 Teşrînisâni 1323  (16 Kasım 1907)  tarihli mektubunda haber veriyordu. Üstad’ın derdi Doğu’da eğitim yuvalarının açılmasıydı. Fakat Mabeyn-i Humayun’daki kötü niyetliler Padişah ile görüşmesini engellediler. Hem de onun deli olduğunu iddia ettiler ve onu tımarhaneye attırdılar.

Abdülmecid Ünlükul diyor ki: “Muâyene ve tedavisi için Mâbeyn-i  Hümayûn’dan bir doktor tımarhaneye geldi. Bediüzzaman doktora sordu: ‘Niçin geldin?’  Doktor,  ‘Seni tedavi etmeye geldim.’  Bediüzzaman ona ‘Doktor Bey, hastanın tedâvisi doktorların vazifesi ise de, hastalığın teşhisi için hastanın vazifesi de vardır.’  dedi ve uzun uzun maksadını ve mâcerasını anlattı. Sonra dedi ki:  ‘Ezcümle:  Doktor Bey, ben  hasta değilim, memleket ve milletim hastadır; onların tedavisi için geldim…. Maalesef Anadolu ilk yaratıldığı durumda bulunmaktadır. Halkı cehâlet bataklığında boğulmaktadır. Onları kurtarmak ümidiyle buraya geldim. (…)  Hakikaten –Deliler içine düşen deli olur -  dedikleri gibi İstanbul’a geldim, ben de deli oldum!’

“Doktor bu sözleri dinlerken, Bediüzzaman’ın ne derece maarife istekli vatanperver ve ateşin bir zekaya sahip olduğunu anladıktan sonra Mâbeyn-i Humâyun’a yazdığı raporda şunları ifade etti:  ‘Şimdiye kadar  İstanbul’a gelenler, içerisinde böyle bir nâdire-i zaman bulunmamıştır.”
“Bu rapor üzerine Mâbeyn-i Hümâyûn’a bir dehşet düştü. Üstad’ı çabuk İstanbul’dan çıkarıp defetmek için hemen 20-30 lira maaşın tahsis edilmesiyle, hediye olarak bir miktar paranın kendisine verilmesi  kararlaştırıldı.  Ve  sanki Padişahın yüce iradesinin bir neticesiymiş gibi davranılarak  Zabtiye Nazırı (İçişleri Bakanı) Şefik Paşa, bu emrin Bediüzzaman’a tebliğine memur edildi. 

“Şefik Paşa:  ‘Padişahın sana selamı vardır. Sana maaş bağlamıştır. Ve bu parayı da hediye olarak gönderdi… Al memleketine git.’  Üstad: ‘Ben maaş dilencisi değilim. Maaş için gelmedim. Milletim için buraya geldim. Bana bu verdiğiniz şeyler sus payı…  Umumun menfaatini, şahsî menfaatime feda ediyorsunuz.’
“Şefik Paşa:  ‘Padişahın hediyesi reddedilmez. Darılır…’  Üstad:  ‘Reddediyorum ki, darılsın da beni çağırsın, ben de milletin ne halde olduğunu açıklayayım.’  dedi ve hediyeleri almayarak çıktı ve ümitsizce Van’a döndü. 

Birinci Dünya Savaşı sonrası Rusya’dan dönüşünde Üstad Hazretlerini Genelkurmay Başkanı ve ülkeyi fiilen bir Başbakan olan Enver Paşa hürmetle karşıladı. Hz. Üstad’ı, Dârü’l-Hikmetü’l-İslâmiyenin başına Başkan tayin ettirmek istediyse de, Üstad milli kıyafetini terketmek istemediğinden Başkanlığa değil de âzâlığa tayin edildi…

22 Ağustos 2022 12:52
DİĞER HABERLER