Peygamberlerin en çok ehemmiyet verdikleri mesele TEVHİD ve i’lâ-yı Kelimetullah’tır. Evet Allah kelimesinin yüceliğine uygun şekilde cihanda en yüce konumda bulundurulması en başta Peygamberlerin görevidir.
İstihbarat ve büyük taht
ABDULLAH AYMAZ | Samanyoluhaber
Sebe (Saba) Melikesi Belkıs’in ülkesini gören, inandıklarındaki güneşe tapma yanlışlığını tesbit eden Hüdhüd gördüklerini bir İSTİHBARAT RAPORU gibi Süleyman aleyhisselama şöyle takdim ediyor: “Gerçekten Sebe ülkesi halkına hükümdarlık eden, kendisine her türlü imkân verilmiş ve ARŞ-I AZÎME (Büyük bir tahta) sahip olan bir kadınla (Kraliçe ile) karşılaştım. Onun ve kavminin, Allah’ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıkları amelleri süslü göstermiş de onları doğru yoldan, sapıtıp alıkoymuş. Bunun için hidayete giremiyorlar. Göklerde ve yerde gizleneni açığa çıkaran, gizlediğinizi ve açıkladığınızı bilen Allah’a secde etmezler. Halbuki o BÜYÜK ARŞIN SAHİBİ OLAN ALLAH’TAN BAŞKA ibadet edilecek bir ilah yoktur.” (Neml Suresi, 27/23-26)
Belki Hüdhüd’ün kadının servet, saltanat ve tahtını büyüterek anlatması Hz. Süleyman aleyhisselamı heyecana getirmek için olabilir ama Hz. Süleyman’ın dikkatini çekip önem verdiği husus, onların Allah’ı bırakıp güneşe secde etmeleri meselesiydi. Çünkü Peygamberlerin en çok ehemmiyet verdikleri mesele TEVHİD ve i’lâ-yı Kelimetullah’tır. Evet Allah kelimesinin yüceliğine uygun şekilde cihanda en yüce konumda bulundurulması en başta Peygamberlerin görevidir…
Burada Hüdhüd’ün “Göklerde ve yerde gizli olan herşeyi açığa çıkaran Allah’a secde etmiyorlar.” İfadesini Üstad hazretleri belağat açısından şöyle değerlendiriyor: “Edebî ve beliğ bir kelâmın bir meziyeti şudur ki, söyleyenin en çok meşgul olduğu sanatını, meşgalesini hissettirsin. Süleyman aleyhisselamın Hüdhüdü ise, suyu az olan Arabistan Yarımadasının sahrasında GİZLİ SU YERLERİNİ ferâsetle, kerametvârî keşfeden bedevî arîfleri (bulundukları bölgelerde nerede neyin bulunduğunu çok iyi bilen, yol gösteren rehberlik yapan bir nevi bedevî bilgeler) gibi, hayvan ve kuşların arifi olarak Hz. Süleyman aleyhisselama künganlık eden ve su buldurup çıkarttıran mübarek ve vazifedar bir kuş olmakla, kendi sanatının mikyasçısı (ölçücük ve ölçekliği) ile Cenab-ı Hakkın göklerde ve yerdeki gizlilikleri çıkarmakla Mabud (İbadet edilen) ve Mescûd (Kendisine secde edilen) bir Zât olduğunu isbat ettiğini, kendi sanatçığı ile bilip ifade ediyor. Evet, Hüdhüd pek güzel görmüş. Çünkü toprak altındaki had ve hesaba gelmeyen tohumların, çekirdeklerin, madenleri fıtrî ve tabiî mukteza ve gereği, aşağıdan yukarıya çıkmak değildir. (Çünkü yer çekimi kanunu var. A.A.) Çünkü ağır cisimler, iradesiz, ruhsuz oldukları için, kendi kendilerine yukarıya çıkamazlar. Aşağıdan bilhassa toprak ağırlığı altında gizlenen bir camid (ruhsuz, iradesiz), cismin, omuzundaki ağır yükü silkip çıkması, katiyen kendi kendine olamaz. Demek harika bir Kudret ile çıkarılıyor. “İşte Hüdhüd, Allah’ın Mabud ve Mescud olduğunun en gizli delilini ve en mühimini kendi arîfliği ile bilmuş, bulmuş. Kur’an-ı Hakîm de onun hakkındaki ifadesine bir mucizelik vermiştir.” (Latif Nükteler)
Hüdhüd’ün bu raporu üzerine Süleyman aleyhisselam “Dedi ki: Doğru mu söylüyorsun, yoksa yalancılardan mısın bakacağız. Şu mektubunu götür, onu kendilerine ver, sonra onlardan biraz çekil de, ne sonuca varacaklarına bak.” (Neml Suresi, 27/27-28)
Yani Süleyman aleyhisselam, bir devlet adamı Hükümdar olarak Hüdhüd’ün “Çok doğru ve önemli haber” diye TEMİNAT vermesine bakmadı… Elmalılı Hamdi Yazır’ın dediği gibi, “Bu teminatı yeterli görmedi. Haber-î Vâhid (tek kişinin verdiği haber) ile amel etmedi. Zira, bir taraftan başkalarının HAKLARI ortaya çıkıyordu, aynı zamanda Hüdhüd kaybolduğu için töhmet altında bulunuyordu. Bu sebepten ‘Eğer fâsıkın biri size bir haber getirirse, onun doğruluğunu araştırsın, yoksa bilmeden bir topluluğa sataşırsınız.’ (Hucurat Suresi, 49/6) âyetine uygun olarak amel etmek gerekiyordu. Onun için ‘Şu mektubumu götür de, onlara bırak, sonra onlardan biraz çekil de ne sonuca varacaklarına bir bak.’ dedi. Burada Hüdhüd bir POSTA hizmetinde kullanılmış oluyor. Fakat bunda bir güvercinin mektup götürmesinden fazla bir şey var. Çünkü bıraktıktan sonra çekilip netice hakkında bir GÖZLEM (istihbarat) yapması da emrediliyor. Hüdhüd bu emri yerine getirdi…”
Süleyman aleyhisselamın mektubunu alan Sebe Melikesi Belkıs: “Ey danışmanlarım (Beyler, ulular)!.. Bana çok önemli bir mektup bırakıldı.’ dedi. Mektup, Süleyman’dandır, Bismillahirrahmanirrahim (Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla) diye başlamaktadır. ‘Bana karşı baş kaldırmayın, teslimiyet göstererek bana gelin’ diye yazmaktadır. Ey danışmanlarım! Dedi… Bu işimde bana bir fikir verin. Bilirsiniz siz yanımda olmadan hiçbir işi kestirip atmam.” (Neml Suresi, 27/29-32)
Kraliçe Belkıs’ın bu ifadesi, onun bir diktatör olmadığını, kararları alıp verirken heyete danışıp, meşveret ve müzakerelerden sonra neticeye vardığı anlaşılıyor. Hatta bir Meclisin olabileceği de buradan anlaşılabilir. İşte o memleketin beylerine, ulularına, heyetine ve meclisine diyor ki: “Ben bildiğiniz gibi, şimdiye kadar devlet işlerinden hiçbirinde KEYFÎ İDARE yapmadım, sizin oyunuzu almadan hiçbirini kendiliğimden yürürlüğe koymadım, her ne emir verdimse sizin huzurunuzda ve sizin görüşlerinizi alarak verdim. Onun için bu mektup hususunda sizin fikir ve fetvanızla kuvvet almak istiyorum.’ Bunların önemli işleri danışma için huzurda toplanması alışılmış olan bir topluluk olduğu anlaşılıyor.” (Elmalılı M. Hamdi Yazır)
İşte bu danışarak hareket etme yani diktatör olmama özelliği ile Kraliçe Belkıs, Neml Suresinin 44. âyetinde ifade edildiği gibi, Rabbülâlemin olan Allah’a teslim olup iman ve hidayet şerefiyle şerefleniyor…