Uluslararası birlikteliklerde, aynı masaya oturanlar, Türkiye’nin elindeki kartları ve oyuncuların yüzüne oturan gerginliği çok iyi anlıyorlar.
KADİR GÜRCAN
Seçim öncesi, iktidar ve Saray’ın icraat trendine bakınca, sizi bilmem ama bende, şahsi hırslarının peşine düşmüş bir sürü kalitesiz insan tipinin vaziyeti kurtarma telaşına düştükleri izlenimi uyarıyor. Neden? Yeni bir şey yapmıyorlar da ondan. Ellerinden gelen tek şey, bugüne kadar berbat ettikleri devlet işleyişinin hem içerde hem de dışarıdaki maliyet faturasını artırmak. Ülke itibar ve devlet ciddiyetinin asfalta yapışması da işin promosyonu.
Dış ülke ilişkilerinde Saray’ın ses tonu, jest ve mimiklerindeki yumuşama, esneme ve gerdan kırmalarla değişen halini manalandırmaya ya da mantıki bir insicam aramaya gerek yok. Bunun için “Dün ne dediniz, bu gün ne yapıyorsunuz?” video kliplerinden oluşan arşiv derlemelerini de pek ciddiye almıyoruz. Siz de öyle yapın. Türkiye’de ve Türk siyasetinde hafızanın her gün sıfırlanıp, ertesi güne hiçbir şey olmamış pişkinliği ile başlandığını artık biliyor olmamız lazım. Bakın son bir kaç ay içinde 30 küsur insanın hayatına mal olan bir maden patlaması ve İstiklal Caddesi’nde terör saldırısı yaşadık. Havuz medyasının manşetlerinde bu felaketleri yaşamış olmanın izlerine rastlıyor musunuz?
Saray’ın içine hapsolduğu ve hala geniş bir kitlede karşılık bulan kabadayı ve maganda tavırlarına ölesiye hayran mazoşist bir kitle var. Bu tür maço tavırların yabancı dillere çevrilip ihracat imkanı olmadığı için iç piyasaya yönelik düşük kaliteli ürün imalatı her zaman müşteri bulur. “Putin ile ancak Saray baş eder, başkası yapamaz!” diyen budala takımı, ülke ilişkilerini Kırkpınar güreşleri ile karıştırıyor ve Saray’ın diğer devlet başkanları ile görüşmelerini pehlivan peşrevleri olarak anlıyorlar. Kameraların ışıklarını söndürdüğü yerlerde Saray ve iktidarın diz üstü süründüğünü biz göremesek de şimdi kapılarına dayandığımız ülke liderleri biliyorlar.
Ortadoğu’ya yapılan ziyaret trafiğindeki artış bir başarı hikayesi değil. Bir önceki Ortadoğu seyahatleri borç almak için gerçekleştirilmişti, unutmayın. Katar ve Suud’da “Para istemek için mi geldiniz?” diye soru soran gazeteciler şahsi iş takibi yapan siyasetçileri kürsüye çivileyivermişlerdi. Bizim bu amatörce tavır okumalarımızı, işin uzmanı olan dünyaca meşhur siyasetçi ve bürokratlar çok daha iyi manalandırıyorlar.
Son bir kaç ay içerisinde, Saray ve iktidarın iş bilmezliği ile kapanan dış kapıların bizim tarafımızdan değil de, küçümseyip hafife aldığımız ülkelerce içeriden açılıyor olmasına yine en çok sevinen iktidar beslemeleri oluyor. “Aman canım, kapılar açılsın da, nasıl olursa olsun!” çaresizliği iktidarı, tükürdüğünü yalamaya zorluyor.
Uluslararası birlikteliklerde, aynı masaya oturanlar, Türkiye’nin elindeki kartları ve oyuncuların yüzüne oturan gerginliği çok iyi anlıyorlar. Her zaman dediğimizi bir kez daha hatırlatalım, Türkiye seksen beş milyonluk bir ülke ve hiç kimse bu nüfus ve coğrafyayı hafife almıyor. Biz de öyle. Mevcut iktidar da dahil, bundan sonraki hükümetler de gelip geçici. Şu kadar var ki, Türkiye’nin coğrafik avantajları, mevcut iktidarın elinde kumarbaz müsrifliğe ile tüketilmesini seyretmekten başka bir şey yapamıyoruz.
Saray ailesinin Suriye ile ilişkileri düzeltmek için sarfettiği gayret netice verdi vermesine ama, bundan böyle oyunun kurallarını belirleyen Esed olacak gibi. Suriye’nin gönlü olana dek, Türk bürokratlar bekleme salonunda vakit öldürecek. Gördüğünüz gibi, artık her şey ‘ha’ deyince oluvermiyor. Türkiye’nin son on yılda, Ortadoğu için kurguladığı bütün ütopyalar çöktü. Şam’da cuma namazı hayalleri önümüzdeki üççeyrek yüzyıla yetişmeyecek. Türkiye’den giden görüşme teklifi ve iki ülke arasındaki ilişkilerin düzeltilmesi temennisi şimdilik Esed’li Suriye’nin onayına kaldı. Eh, eğer hasbelkader Suriye’den onay gelirse, Şam’da seferi olacakları için cuma namazı kılmasalar da olur. Böylece Şam’da neden cuma namazı kılamadıklarına dair gelecek sorulara karşı Saray fetvacılarını da rahatlatmış olalım.
Geçtiğimiz haftalarda Endonezya’da yapılan G20 zirvesinin yine en önemli konusu Rusya-Ukrayna krizi idi. Toplantıda bir araya gelen NATO ülkeleri, krizin mali yükünü beraberce götürmeye kararlılar. Aynı günlerde Rusya’nın Ukrayna’ya gerçekleştirdiği füze saldırısı için yapılan acil toplantıya Türk Heyeti’nin çağrılmaması önemli bir ayrıntı idi. Saray’ın, Rusya-Ukrayna krizini şahsi çıkar ve seçim yatırımı haline dönüştürmesinden rahatsız olan NATO üyeleri, Türkiye’ye olan güvenlerini yitirmiş olmalılar. Pakta üye olmayan Japonya’nın toplantıya davet edilip, Türkiye’nin çağrılmaması size de garip gelmiyor mu?
İktidar ve Saray kendi derdine düşüp şahsi iş takibine koyulunca, Dışişleri Bakanı da boş durur mu? Her gün ortalama üç şehit haberi ile kendini unutturmayan terör eylemleri, hem Sayın Bakan hem de iktidarın ekran yüzleri tarafından artık iyice kanıksandı. Bu yüzden olsa gerek İçişleri Bakanı’na sürpriz bir başarı hikayesi lazım. Bunun için Birleşik Arap Emirlikleri’nde olduğu bilinen organize suç örgütü liderinin Türkiye’ye iadesi için resmi bir ziyarette bulundu. Kameralara verilen görüntüden bakanın çok keyifli olduğu anlaşılıyor. Dışişleri Bakanlığı’nın ilgilenmesi gereken konuya sicilli oldukça kirli İçişleri Bakanı’nın vaziyet etmesi iktidar cephesindeki hiyerarşik kaosun en önemli göstergesi. Sayın Bakan, yasal mermi ve iktidar yetkisi ile sürek avı yapmanın bir bedeli olacağını biliyor olmalı ama şu an bunu düşünmeye vakti yok. Ülke, yangın yerine dönmüş, onlar hala şahsi iş ve siyasi imaj peşinde!
Son tahlilde, ülke için yapılması gereken seçim yatırımları, bir avuç harami takımının şahsi iş takibi ile yürütülüyor. Bunları iktidar ve Saray’ın başarı hanesine yazan yazar-çizer, taraftar ve parti militanlarının neşesine diyecek yok! Bununla birlikte, aynı performansı önümüzdeki altı aya yayamazlarsa, şimdiki tebessümleri ağır bir iç çöküntüye dönüşebilir.