Son birkaç yılda yüzlerce gözyaşı hikayesi birikti. Bir evin yangını sönmeden hemen başka bir ocağa kor düşüyor.
KAMİL ERGİN - SAMANYOLUHABER.COM
Son birkaç yılda yüzlerce gözyaşı hikayesi birikti. Bir evin yangını sönmeden hemen başka bir ocağa kor düşüyor. Yıllardır sürüp giden bu acıları öyle kanıksadık ki artık nasıl tepki vereceğimizi dahi bilmiyoruz. HDP İzmir binasında hunharca katledilen Deniz Poyraz, gerçekte faşist söylemlerin odağı haline gelen bir rejimin avlusunda can verdi.
Giderek Nazi Almanya’sına benzeyen Türkiye büyük bir değişim yaşıyor. Zulme ortak olmayı reddeden her kesim bu değişimi dünyaya anlatmakla mükellef. Doğal bir netice olarak hak ve adalet çemberinde bir araya gelen insanların oluşturduğu platformların sayısı her geçen gün artıyor. Bu açıdan, iki hafta önce Orhan İnandı hakkında başlatılan farkındalık kampanyası, diğer organizasyonlara nispeten daha etkili oldu. Ancak netice almak adına yeterli olduğu kanaatinde değilim ve bu süreçte birkaç şeyin gözden kaçtığını düşünüyorum.
Meseleye geniş perspektiften bakıldığında, her mahalle kendi şehidine ağıtlar yakarken başkasının cenazesine sade bir taziye mesajı göndermekle yetiniyor. Başkalarına bu hatırlatmayı yapmanın ve ödev vermenin bir anlamı yok. Bu durumdan çoğunluk itibariyle cemaat bireyleri de muaf değil.
Muhataplardan bir karşılık beklemeksizin -nefse zor gelse bile- cemaatin bir dönem Türkiye’de AKP ile yakınlaşarak hata yaptığını amasız ve fakatsız kabul edip bu rejimin yükselmesine doğrudan veya dolaylı katkı sağladığını idrak ve ifade etmesi gerekiyor.
Yurtiçi ve yurtdışındaki diaspora grupları, Hizmet Hareketi’nin konjonktürel bir zorunluluktan ötürü değil, samimi ve geri dönüşü olmayacak şekilde -geçmişteki yanlışlardan ders alarak- kendileriyle fikir ve söz birliği yaptıklarına inanmak istiyor.
Yurtdışında yaşayan, eli kalem tutan ve kamera karşısında konuşabilen aydınların çoğu reyting yarışına girmişçesine Türkiye kamuoyuna hitaben rejim aleyhine yayın yaparak adeta şeytan taşlıyor. Enes Kanter örneği dışında, meselenin dünya kamuoyuna anlatılması misyonunu üstlenen gazeteci, aydın ya da tanınmış kişi neredeyse yok gibi. Türkiye’deki değişimi sekülerlerin haklılığı cenahından anlatma konusunda ısrarcı olan Can Dündar kendi sazını çalarken, yabancı basın kuruluşlarıyla diyalog kurup ‘bir de bizim besteyi dinleyin’ diyecek saz ve söz ustaları nerede?
Maksadım, samimi düşüncelerle insiyatif alarak hiç yoktan bu kadarını yapalım diyenleri eleştirip şevklerini kırmak değil. Kurumsal ölçekte ufak tefek organizasyonlar yapmayı, 10-15 kişinin meydanlarda cılız bir sesle pankart sallamasını ve Twitter’da TT listesine girmiş olmayı yeterli bulamayız.
Yabancı dil bilen gazeteciler, aydınlar, ünlü işadamları, sporcular ve bir dönem yöneticilik yapmış herkese çok iş düşüyor. Makaleler yazılmalı, röportajlar verilmeli, ziyaretler yapılmalı ve bu işin uluslararası kamuoyu tarafından doğru şekilde anlaşılması sağlanmalı.
Müthiş bir suskunluk ve hikayesini anlatmaktan çekinme problemi var. Mikrofon uzatılan herkes ‘benim durumum biraz hassas’ diyor. Annesi, babası, dayısı ya da amcasının başına birşey gelmesinden endişe ediyor. Kendi hikayesini anlatma cesareti bulamayan bireylerden başkalarının haklarını savunmasını nasıl bekleriz?
Ben şahsen doğru adımlar atılmadığında bu mücadelenin en demokratik ülkelerde dahi kaybedilebileceği endişesini taşıyorum. Hizmet Hareketi, kendini nasıl tanımlarsa tanımlasın aynı zamanda artık bir diaspora hareketidir. Bu sebeple, varlığını sürdürmek için diaspora kültürünü benimsemek ve yaşatmak zorundadır. Türk Dil Kurumu bu kelimenin anlamını şöyle özetler: Herhangi bir ulusun veya inanç mensuplarının ana yurtları dışında azınlık olarak yaşadıkları yer.
Bana göre etkili bir diaspora gündemi oluşturamamanın önünde bir takım engeller var. Özetle sıralayacak olursak söz ve fikir birliği sağlanamaması, temsilci bir şahıs, heyet ya da kurumun öne çıkamaması ve bu meselenin eli yatkın kişiler tarafından gündem yapılıp koordine edil(e)memesi.
Başarıya ulaşan aktivist hareketlerin incelenmesi, diasporaların dinamikleri ve çalışma biçimleri hakkında tecrübe aktarımı fayda sağlayabilir. Dinamik ve pro-aktif iletişimcilerden oluşan bir koordinasyon ekibinin bu işi üstlenmesi gerekir kanaatindeyim.
Dünyanın önde gelen insan hakları örgütleri ve medya kuruluşları, bu meseleyi gündemde tuttukları müddetçe zulmün uzandığı veya uzanabileceği ülkeler konuya daha temkinli yaklaşacaktır. Aksi halde şer şebekesi geri adım atmayıp bir sonraki kaçırmayı veya cinayeti Avrupa’nın ortasında işleme cesaretini dahi kendinde bulabilir.
Görüş ve önerileriniz için
Twitter: @kamergin