Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Kırık Testi sohbeti 'Herkul.org' internet sitesinde yayınlandı.
[KIRIK TESTİ]
Soru: İfk hâdisesiyle ilgili olarak Nûr sûresinde yer alan, “Nasıl oldu da onu işitir işitmez, ‘Böylesi iftiraları ağzımıza alamayız, böyle şeyler bize yakışmaz. Hâşa! Bu pek büyük, pek çirkin bir bühtandır.’ demediniz!” (Nûr sûresi, 24/16) âyetinde mü’minlere ne tür mesajlar verilmektedir?
Bu âyet-i kerime her ne kadar özel bir hâdise münasebetiyle nazil olmuş olsa da ifade ettiği hüküm bütün mü’minleri ilgilendirmektedir. Zira tefsir usulünde önemli bir kaide olduğu üzere sebebin hususiliği hükmün umumiliğine mâni değildir.
Daha açık bir ifadeyle ifk hâdisesi münasebetiyle inen bu âyet-i kerime, bir taraftan sahabe efendilerimize Âişe Validemize atılan çirkin iftira karşısında nasıl davranmaları gerektiğini ifade ederken, daha sonra gelecek mü’minlere de bu tür iftiralarla karşı karşıya kaldıklarında nasıl düşünmeleri, ne demeleri ve nasıl bir tavır takınmaları gerektiğini talim etmiştir.
Bilindiği üzere münafıklar, bir sefer dönüşünde Hz. Âişe Validemiz hakkında ağır bir iftira ortaya atmış ve sistematik bir şekilde bu iftirayı Müslümanlar arasında yaymışlardı. Öyle ki bazı samimi Müslümanlar bile kitle psikolojisiyle bu akıma kapılmaktan kurtulamamış ve onlar da sağda solda münafıkların söylediklerini söylemişlerdi.
Bu hâdise hem İnsanlığın İftihar Tablosu’nu (sallallâhu aleyhi ve sellem) hem de Hz. Ebu Bekir ailesini çok derinden sarsmıştı. İffetine, ismetine, itibarına çok düşkün olan paklardan pak Hz. Aişe Validemiz, atılan iftiranın ağırlığı karşısında yatağa düşmüş ve ağlamaktan gözlerinde yaş kalmamıştı. Mübarek Validemize atılan bu iftira, ahirette altından kalkılması mümkün olmayan çok büyük bir günahtı.
Neticede Hz. Aişe, bizzat Kur’ân tarafından iki sayfaya yaklaşan âyet-i kerimelerle tezkiye edilmişti. Bu konuda nazil olan âyetler onun kâmet-i kıymetini bir kat daha yükseltmiş, her yönüyle Efendimiz’e ehil ve layık olduğunu ortaya koymuştu.
Nûr sûresinde yer alan bu âyetler âdeta onun nuraniyetini aksettirmişti. Kıyamete kadar gelecek bütün mü’minler, okudukları Kur’ân âyetleriyle onun temizliğini ve yüceliğini bir kere daha haykıracaklardı. Eğer bir insan, Kur’ân’ın onu temize çıkarmasından sonra hâlâ onun hakkında bir kısım olumsuz düşünce ve beyanlara girecek olsa, ulemanın da ifade ettiği üzere dinden çıkar. Zira o, bu tür düşünce ve sözleriyle Kur’ân’ın kat’î nassına muhalefet etmiş olur.
GÜNAHLARIN SETREDİLMESİ
Maalesef günümüzde gıybet etme, insanları çekiştirme ve iftirada bulunma çok ucuz bir meta hâline geldiğinden, insanlar başkaları aleyhinde çok rahatlıkla konuşabiliyorlar.
Hâlbuki ''Ey iman edenler, herhangi bir fasık size bir haber getirecek olursa, onu iyice tahkik edin, doğruluğunu araştırın. Yoksa gerçeği bilmeyerek, birtakım kimselere karşı fenalık edip sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurât Sûresi, 49/6) âyet-i kerimesi bu konuda mü’minleri dikkatli olmaya çağırmaktadır. Onlara düşen, başkaları aleyhinde duydukları bir haberin arkasını araştırmak, bir delile dayanıp dayanmadığına bakmaktır.
Kaldı ki araştırdıktan sonra söz konusu haberin iftira değil gerçek olduğu ortaya çıksa bile, sağda solda ondan bahsetmek doğru değildir. Zira görülen, bilinen bir kısım kötülüklerin başkalarına ihbar edilmesi ne bir mecburiyettir ne de bir ibadet.
Elbette toplum çapında bir hastalık hâline gelmiş bir kısım yanlış ve günahların önünü alma ve toplum sıhhatini koruma adına alınması gerekli olan bir kısım tedbirler vardır. Fakat ferdî kusurların ifşa edilmesi, olumsuz şeyler irtikâp eden kişilerin rezil edilmesi veya ortaya atılan iftiraların değerlendirilmesi mü’mine yakışan bir davranış değildir.
Söz buraya gelmişken, daha önce de farklı vesilelerle üzerinde durduğumuz İmam Hâdimî’nin bir mülâhazasını burada nakletmek istiyorum.
O, “Günah işleyen bir mü’mini gördüğün zaman, emin olmak için bir daha bak. Olmadı, gözlerini sil yeniden bir daha bak. Belki yanılmışımdır de, bir daha bak. On defa baktıktan ve gördüğünden emin olduktan sonra da, ‘Ya Rabbi! Onu bu çirkin hâlden kurtar, beni de böyle bir günaha düşürme!’ de ve oradan ayrıl.” mealinde sözler söylemiştir.
Hâdimî Hazretleri büyük bir zattır.
Benim de ona karşı derin saygım vardır. Ne var ki onun bu sözünü ilk defa duyduğumda kendi kendime şöyle demiştim: “Böyle bir hâdiseyi gören kişiye niye sırtını dönüp hemen oradan çekip gitmesini söylemiyorsun.”
Çünkü biz, başkalarının ne savcısı ne de tahkikat memuruyuz.
Aynen bunun gibi mü’mine yakışan tavır, başkaları hakkında kendisine böyle bir haber geldiğinde hemen, “Bu apaçık bir iftiradır.” demesidir.
Çünkü insanların birbirlerinin aleyhinde konuşmaları, birbirlerini gammazlamaları ve en küçük hâdiseleri abartarak başkalarına anlatmaları fitne kapılarını aralayacak ve toplumun değişik kesimlerini karşı karşıya getirecektir.
Bu sebepledir ki Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), insanlar arasında laf getirip götüren koğucuların Cennet’e giremeyeceğini ifade buyurmuştur. (Buharî, edeb 50; Müslim, îmân 168) Buradan anlıyoruz ki bu büyük bir günahtır.
İFTİRALARA HAYAT HAKKI TANIMAMA
Meseleyi sadece şahsî günahlar açısından düşünmek onun manasını daraltmak demektir. Esasında bu âyet-i kerime, toplumun belirli bir kesimi hakkında ortaya atılan asılsız iddia ve iftiralar karşısında da nasıl bir tavır alınması gerektiğine işaret etmektedir.
Âyet-i kerimenin emri gereğince mü’minlere düşen vazife bu tür iftiralar karşısında, “Böylesi iftiraları konuşmak bize yakışmaz. Hâşâ, bu pek büyük, pek çirkin bir iftiradır.” diyebilmektir.
Eğer bu konuda kararlı olunmaz ve daha ilk anda iftiraların önüne geçilmezse toplumda bir kısım kırılmalar, çatlamalar baş gösterecek ve sonrasında bunların önünü almak mümkün olmayacaktır.
Çünkü iftira ortaya çıkar çıkmaz bastırılmadığı takdirde, her geçen gün daha da büyüyecek, zamanla kalbler kırılacak, insanlar arasındaki güven hissi sarsılacak ve toplumun birlik ve beraberliği dağılacaktır. İnsanların birbirine güvenmediği, vifak ve ittifakın kalmadığı bir toplumda tevfik-i ilâhî de olmayacaktır.
Hem Asr-ı Saadet’te vuku bulan ifk hâdisesi hem de daha sonraki dönemlerde yaşanacak bu tür iftira olayları karşısında nasıl bir tavır alınması gerektiğini beyan eden diğer bir âyet-i kerime şu şekildedir: “Siz ey müminler, bu dedikoduyu daha işitir işitmez, mümin erkekler ve mümin kadınlar olarak birbiriniz hakkında iyi zan besleyip: ‘Hâşa, bu besbelli bir iftiradan başka bir şey değildir!’ demeniz gerekmez miydi?” (Nûr Sûresi, 24/12)
Demek ki bu tür hâdiseler hakkında, “Bu apaçık bir iftiradır.” diyebilmek hüsn-ü zannın bir gereğidir. Efendimiz’in ifadesiyle hüsn-ü zan ise en güzel ibadetlerden birisidir. (Ebû Dâvud, edeb 88)
Dolayısıyla mü’minler hakkındaki hüsn-ü zanlarının bir gereği olarak bu tür iftiraları ağzına almayan ve onlar karşısında açıkça tavrını ortaya koyan kimseler iradelerinin hakkını vermiş ve bunun sevabını kazanmış olurlar.
Belki mü’minler hakkında hayır düşünme, bu konuda azim gösterme, onlar aleyhindeki söylentiler karşısında dilini tutma gibi fiiller basit görünebilir. Fakat gerçekte bunlar Müslümanlık adına çok önemli birer ameldir.
Öte yandan şayet mü’minler bu tür bühtanlar karşısında dillerini tutmanın yanında açıkça tavırlarını da ortaya koyabilirlerse münafıklar güruhunun fitne ve fesatlarının önü alınmış olur. Hakperest insanların bu kararlılığı karşısında, ortaya attıkları asılsız haberler ve iftiralarla mü’minlerin itibar ve haysiyetleriyle oynayan nifak şebekesi sesini kesmek zorunda kalır.
Esasında âyet-i kerimenin, “O iftirayı çıkaranlar, içinizden küçük bir güruhtur.” (Nûr Sûresi, 24/11) şeklindeki ifadelerinden de anlaşılacağı üzere çoğu zaman bu tür iftiraları ortaya atanlar üç beş kişidir.
Bazen mü’min görünümündeki bazı münafıklar, belirli kesimleri karalama ve itibarsızlaştırma adına sistematik bir şekilde yalan ve iftiralar ortaya atabilirler. Medya organlarını da etkili bir şekilde kullanarak bu iftiralarını toplum içinde yaymaya çalışabilirler.
İşte bu tür durumlarda şayet samimi mü’minler iftiraya maruz kalan kardeşlerine arka çıkmaz ve onları müdafaa etmezlerse kısa süre içerisinde bu asılsız haberler bütün bir toplumu etkisi altına alabilir. Bu itibarla en başta bu tür çatlak seslerin bastırılması ve iftiraya maruz kalan insanlara sahip çıkılması çok önemlidir.
Bunun yolu da mü’minlerin her türlü vesileyi değerlendirerek doğruluk istikametinde seslerini yükseltmeleri ve usulünce kendilerini ifade etmeleridir.
Meseleyi sadece Müslümanlarla da sınırlı tutmamak gerekir. Kendisine haksızlık yapılan, iftiraya maruz kalan her kim olursa olsun, dinine ve milletine bakmadan ona yardım edilmelidir.
Diyelim ki Hristiyanlık veya Yahudilik dinine mensup bazı kimseler hakkında bir kısım dedikodular ortaya atıldı. Bir Müslümanın bunları kendi hesabına değerlendirmeye kalkması veya onları bir kazanım unsuru gibi görmesi mensup olduğu dinin değerleriyle asla bağdaşmaz.
Ona düşen, elinin tersiyle bunları bir kenara itmektir. Zira bütün insanların haysiyet, şeref ve onurlarını rencide edecek hususlar karşısında dikkatli ve temkinli hareket onun üzerine bir vecibedir. Bir mü’minin genel ahlâkı bu olmalıdır.