[ Prof. Dr. Adnan Arslan] Susturulan hakikat

“Eğer siz hakikati susturur yerin altına gömerseniz . . .”
Susturulan hakikat
Prof. Dr. Adnan Arslan 

“Eğer siz hakikati susturur ve yerin altına gömerseniz, orada sadece büyür ve nihayetinde öyle bir infilak gücü oluşturur ki günü gelip patladığında önüne çıkan her şeyi tarumar eder.”
Emile Zola 

Zola bu ifadesiyle gizlenen hakikatin tezahür kanununu tespit etmektedir. Biz bu kanunu ve tezahür prensiplerini esas alarak Hizmet Hareketi ve Türkiye’nin geleceğini yorumlayacağız.  
Kâhin değiliz, geleceği bilemeyiz ancak olan hadiseleri doğru okuyarak, olacağa dair tahliller yapabilme daima ilmin ve ferasetin imkânı dahilinde olmuştur. Biz de burada bunu yapmaya gayret edeceğiz. Diğer taraftan, gelecek hakikatin bir parçası olarak bir kısım ipuçlarını mevcut hadiselerde ifşa eder. Bu ipuçlarının farkına varmak aslında bize gelecek hakkında konuşma imkânı verir. Ancak gelecek ile ilgili bütün tespitler bir yönüyle karanlıkta kalmak zorundadır. Bazı feraset ehli, arif insanlar hadiselere ufki bakabilme ve olacakları sezme kabiliyetlerinden dolayı, gelecekle ilgili öngörülerinde isabet edebilirler. Ancak, belki de sadece peygamberler geleceği bilirler. Efendimizin olacak dediği hadiseler zamanı geldiğinde vukuu bulmuştur. Bizler için gelecekle ilgili bilgiler hep zan kategorisi içinde kalmak zorundadır. Öte yandan, eldeki bilinen verilerden hareketle bilinmeyene ulaşma çabası felsefi bir metot olarak da kabul edilmiştir. Bu sebeple İbn Haldun, “Geçmiş ve gelecek suyun suya benzediği gibi benzer” demiştir. 

Susturulan ve yerin altına gömülen hakikat Hizmet Hareketinin 15 Temmuz Darbesini yaptığı iftirasıdır. 15 Temmuz’u kim planladı? Nasıl icra etti? Kim kimi nasıl kullandı? 15 Temmuz’un bilinen gerçekleri ve bilinmeyen gerçekleri nelerdir? Görünen ve görünmeyen aktörleri kimlerdir? Bütün bu sorular elbette karanlıkta kalmayacak ve her birinin cevabı zamanı geldiğinde bir bir ortaya çıkacaktır. Doğrusu, Türkiye’de 15 Temmuz’la ilgili resmi bir söylem oluşturulması ve bu resmi söylemin haricinde hiçbir söze izin, fırsat ve imkan verilmemesi hakikatin gizlendiğine delil olarak yeter. Başka delile ihtiyaç yok. 

15 Temmuz’da Cemaate darbe yaptı iftirası atıldı ve hakikat susturulup ve yerin altına gömüldü. Bu sadece bir hakikatin inkarının ötesinde, bu duruma yüzbinlerce kişinin mağduriyeti, mallarına mülklerine haksız yere el konulması ve on binlerce kişinin hapsedilip, zulmedilmesi eşlik etti. 

“Eğer siz hakikati susturur yerin altına gömerseniz . . .”  Yerin altına gömülmesi serbestçe ifade edilmesine imkân verilmemesi anlamına gelmektedir. Şu an Türkiye’de olan budur. Kimse resmi 15 Temmuz görüşünün dışında görüş ifade edemez olmuştur. Ederse bedeli ağırdır. Açık ve kapalı bir sansür uygulanıyor. Bütünüyle basının kontrol edilmesinin sebebi hakikatin bilinmesine engel olmak içindir. Sadece hizmet mensuplarının görüşleri sansürlenmiş değil, resmi söylemin dışında konuşma ihtimali olan bağımsız gazetecilerin de serbest konuşmasına müsaade edilmiyor ve yurtdışında olanların da seslerini kısılmaya çalışılıyor.
Evet hakikat yerin altına gömülmüş ve dışarı çıkmasına izin verilmemiştir. Ve gömülen hakikat şişiyor yani büyüyor yerin altında. Mağdurların mağduriyetleri, haksızlık ve zulüm hakikati yer altında şişiriyor. Bir başka ifadeyle susturulan hakikat yerin altında yaşama mecburiyetinde kaldığı sürece büyümeye ve şişmeye güç biriktirmeye devam edecektir. Bu yok sayma bastırma, ifadesine imkân vermeme, ve bütün bunlara zulmün ve mağduriyetin eşlik etmesi nihayetinde, muazzam bir infilak gücü oluşturuyor. Günü geldiğinde infilak edecek. Yani yerin altına gömülen ve şişen hakikatin kendine ait bir dinamiğe bağlı olarak vakti merhunu geldiğinde, günü dolduğuna infilak edecektir. Demek ki işin mahiyeti bu, hakikatin tezahür kanunu bunu intaç ediyor. Biz sadece bu tespitleri Hizmet ve Türkiye’nin geleceği bağlamında yorumluyoruz. 

Evet, Zola’nın tespit ettiği hakikatin tezahür kanununa dayanarak Türkiye’nin hızla infilak noktasına doğru yol aldığını söyleyebiliriz. Hakikat muazzam bir infilakla yer yüzüne çıkacak. Bu nasıl bir şey olacak? Mahiyeti nedir? Ne zaman olacak? Nasıl bir etki oluşturacak? Bu sorulara somut cevaplar vermek neredeyse imkânsız. Ancak bu tespitlerden hareketle bazı şeyler söylemek mümkün. Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’nin normalleşmesi ancak beklenmedik (infilak) hadisenin vukuundan sonra olacak. Bu beklenmedik hadise ne olabilir bunu bilmek ve kestirmek neredeyse imkânsız. Belki, Allah muhafaza, Türkiye savaşa sürüklenecek, belki büyük bir ekonomik kriz olacak, belki birileri ölecek ve belki de bütün dengeleri bozan başka bir Sedat Peker hadisesi zuhur edecek. Türkiye bu olağandışı dönemden beklenmedik bir infilakla olağan döneme uyanacak, hakikati öğrenecek ve büyük bir şaşkınlık yaşayacak. 

Şu anki Türkiye’de insanlara yaşatılan acılar, ıstıraplar, manevi ve ahlaki değerlerin tarumar edilmesi, zulüm, yalan, haksızlık, hırsızlık, rüşvet, uyuşturucu, haksız yere para kazanma, devlet gücünü ve dini istismar açıkça gösteriyor ki kötülük üzerine bir sistem kurulmuş. Dönemin siyasi ve bürokratik aktörleri şu ya da bu şekilde gayri meşruluğa ve kötülüğe bulaşmış. Bundan dolayı kimsenin kimseye diyecek bir lafı kalmamış. Hemen hemen her siyasi ve bürokratik aktörün bir üstüne diyet borcu olmuş ve bu borçlanma en tepede nihayet bulmuş. Sadet Peker ifşaatlarıyla bu kötülük ve istismar düzenin pisliklerinin bir kısmını ortaya çıkardı. Bu sadece buz dağının görünen kısmıymış. Bu ifadeler felaketin boyutunun ne kadar vahim olduğunu göstermeye yeter. Büyük infilaktan sonra, buz dağının görünmeyen boyutu da dahil her şey ortaya çıkacak. İnsanlar bu lanetli dönemin adamı olmadığını ispat yarışına girecekler. Önce satmalar sonra itiraflar başlayacak. Devrin aktörleri kendi masumiyetlerini başkalarının suçlarını sayıp dökerek ispat yoluna girecek. Bu lanetli dönemin en çok lanetlileri öyle görünüyor ki bu devrin hâkim siyasileri olacak. Sonra onların yakın çevresi ve aveneleri. Daha sonra bu devri yaşatan basın mensupları, sözde gazeteciler, adaletin kanına giren hâkim ve savcılar, sonra ulema ve sonra meşayıh. Bu devrin bütün aktörleri aksiyonları nispetinde o devrin lanetinden nasiplerini alacaklar.

Yukarıda resmetmeye gayret ettiğimiz acı ama gerçek Türkiye manzarası ve hakikatin tezahür kanunu bize Türkiye tarihinde bir kırılma olacağını söylüyor. Bunun ötesinde, bu kırılmanın Türkiye’de büyük bir değişime sebep olacağını da ima ediyor. Zola bu durumu hakikat infilak ettikten sonra, önüne çıkan her şeyi tarumar edecek, sözleriyle ifade ediyor. Biz “tarumar” edecek ifadesini “infilakla ortaya çıkan hakikat yeni bir düzen oluşturacak” şeklinde yorumluyoruz. Bu yeni düzenin mahiyetine dair neler söylemek mümkün? Şurası kesin ki bu yeni Türkiye yukarıda manzarasını resmetmeye gayret ettiğim, kötülük bataklığına batmış eski Türkiye’den çok farklı olacaktır. Burası kesin. Bir başka ifadeyle yeni Türkiye eski Türkiye’nin zıttı olacak. Dolayısıyla, kötülüğün, istismarın, zulmün değil iyiliğin, meşruiyetin ve adaletin talep edildiği bir Türkiye olacak. Olmak zorunda. Büyük infilak bu yeni eski ayrımının belirleyicisi ve tarihi kırılmanın, milatın başlangıç işareti olacak gibi. Bunun neticesinde, yeni Türkiye düzeni kurulacak. Bu yeni düzen Eski Türkiye’nin bütün kayıplarını yeniden kazanacak, inşallah. Yeni metotlar ve yepyeni paradigmalar oluşacak. Bütün bunların neticesinde, insan ve devlet anlayışımız tepeden tırnağa değişecek.  
Zira, “Eski hal muhal, ya yeni hal, ya izmihlal.”
27 Ekim 2021 14:16
DİĞER HABERLER