İslam dini ekonomi alanında hiçbir söz söylememiş, İslam medeniyetinin bu alanda hiçbir tarihi müktesebatı olmamış mıdır? Elbette hayır. İslam dini hayatın tümünü kuşatan bir dindir ve bu dinin ekonomi (veya siyaset) alanında tümüyle sessiz kalması düşünülemez.
İslam Ekonomisi Üzerine Bir Değerlendirme
PROF.DR. HALİL ZAİM
İslam ekonomisi kavramı iki düzeyde ele alınabilir. İlki makro düzeyde ortaya konulan ekonomik model önerileri diğeri ise mikro düzeyde özellikle finans sektöründe uygulama alanı bulan çeşitli enstrümanlar, kurumlar ve yaklaşımlardır. Her ne kadar mikro uygulamalar daha çok ilgi çekmekte ve kendine daha geniş bir uygulama alanı bulmaktaysa da bu yazıda makro düzeydeki İslam ekonomisinin gelişimi ve günümüzde geldiği nokta hakkında kısa bir değerlendirme yapmaya çalışacağım.
Bu değerlendirmeyi yaparken meselenin bilimsel ve akademik boyutu ile ideolojik boyutunu birbirinden ayırmakta fayda görmekteyim. Akademik açıdan bakarsak İslam ekonomisini İslami kaynaklardan referans alarak adil, ahlaki değerleri ön plana çıkaran ve insanın (maddi-manevi) refah ve mutluluğunu esas alan, üretim, tüketim ve bölüşümde dengeli bir ekonomik sistem arayışı olarak ele alırsak bu konudaki çalışmaları önemsiyor bu çalışmaların bugün olmasa da gelecekte güzel neticeler vereceği umudunu taşıyorum. Bu vesile ile konuyla ilgili emeği geçenlere şükranlarımı arz eder, hayatta olmayanlara da Allah’tan rahmet dilerim.
Ancak ideolojik açıdan bakarsak İslam ekonomisi iddiasıyla uygulanan ekonomik modelleri, ortaya konan yaklaşımları ve bu konudaki siyasi söylemleri oldukça sorunlu bulduğumu belirtmek isterim. Öncelikle şunu ifade etmeliyim kanaatimce uygulanan belirli bir ekonomik modele “İslam” isminin verilmesi hem terminoloji açısından yanlış hem de sakıncalıdır. Terminoloji açısından yanlıştır zira İslam dininin belirli bir ekonomik model önerisi yoktur. Kuran’ı Kerim’i incelediğinizde İslam’ın bir ekonomik model veya bir “devlet” önermesinin olmadığı, İslam dininin de bir ideolojiye veya siyasi-ekonomik bir doktrine indirgenemeyeceği açıkça görülmektedir. Bu sebeple nasıl ki bir elbiseye “İslam elbisesi” veya “İslami elbise” denilmesi yanlıştır (olsa olsa İslam’a uygun elbise denilebilir) bir ekonomik modele veya siyasi rejime İslam ekonomisi veya İslam devleti denilmesi de o derece yanlıştır.
Peki İslam dini ekonomi alanında hiçbir söz söylememiş, İslam medeniyetinin bu alanda hiçbir tarihi müktesebatı olmamış mıdır? Elbette hayır. İslam dini hayatın tümünü kuşatan bir dindir ve bu dinin ekonomi (veya siyaset) alanında tümüyle sessiz kalması düşünülemez. Öncelikle geçmişten günümüze ekonomi alanında İslam medeniyetinin kayda değer bir müktesebatı olduğunun farkında olmalıyız. Buna bağlı olarak söz konusu tarihi birikimi (devrin şartlarını titizlikle dikkate almak kaydı ile) mutlaka iyi anlamamız ve doğru biçimde analiz etmemiz gerekmektedir. Meseleye teorik açıdan bakacak olursak Kuran-ı Kerim bir ekonomik modele atıf yapmamıştır. Ancak inancımıza göre hayatın tümüne rehberlik etmek üzere gönderilmiş olan bu yüce kitap ekonomiyi yakından ilgilendiren temel değerleri (adalet, paylaşma, yardımlaşma, insan emeğinin değeri vs.) ortaya koymuş, konuyla ilgili belirli sınırlar çizmiş (faiz yasağı veya zekat mükellefiyeti gibi) ve bunun içini nasıl dolduracağı hususunda insanı aklını kullanmaya, düşünmeye, tefekkür etmeye, bilimi esas almaya ve ortak akıl geliştirmeye teşvik etmiştir.
Konunun sakıncalı yanına gelince adına İslam denilen bir ekonomik model başarısız olduğunda eleştiri okları doğrudan İslam’a yönelmektedir. Bu sebeple söz konusu modellerin, modeli ortaya atan şahsın veya uygulayan ülkenin ismi ile anılmasında fayda vardır. Belki de bu sebepten İslam tarihinde kurulan devletler kurucularının ismi ile anılmıştır (Osmanlı, Selçuklu, Gazneli, Timur, Babür vs.). Böylesi hem terminoloji açısından daha doğru hem de muhtemel sonuçları açısından daha faydalıdır.
İslam ekonomisi kavramının kısaca gelişimine bakacak olursak ilk olarak bu kavramın 1970’li yıllarda ortaya çıktığı görülmektedir. Söz konusu yılların iki kutuplu dünyasında nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan ülkeler “kapitalist-liberal” ve “Marksist-sosyalist” ekonomik doktrinler arasında sıkışıp kalmış kimisi birine kimisi diğerine meyletmiş ama çoğunluğu da sahip olduğu kültürel dokuya yabancı bu sistemlerin ikisine de alışamamış, tam olarak nereye gittiğini bilemeden bocalayıp durmuştur. İşte bu dönemde İslam’ın aslında ne kapitalist sisteme ne de Marksist sisteme payanda olmaması için mutlaka kendisine ait müstakil bir ekonomik modelinin olması gerektiği görüşü ortaya atılmıştır i. Bunu takip eden yıllarda (1980’li yılların başı) çeşitli ülkelerde meydana gelen devrimler, ardı arkasına kurulan “İslam Devletleri”, ideolojik bir içeriği de bulunan “İslam ekonomisi” kavramının popülerliğini arttırmıştır. Dolayısıyla söz konusu dönemde makro düzeyde ve ideolojik açıdan İslam Ekonomisi kavramı altın çağını yaşamıştır denilebilir. Diğer yandan özellikle 80’li yıllar ve bunu takiben 90’lı yıllarda İslam Ekonomisi kavramı ile ilgili siyasi gelişmelerin yanı sıra entelektüel ve akademik düzeyde de kayda değer çalışmalar yürütülmüştür.
Ancak 2000’li yıllara gelindiğinde bir yandan soğuk savaş dönemi ve iki kutuplu dünya yerini yeni bir dünya düzenine bırakırken büyük heyecanla uygulamaya konulan İslam devletlerinin ekonomik programları da kendilerinden beklenen neticeleri verememiş ve oldukça kötü performanslar ortaya koymuştur. Konunun şaşırtıcı tarafı söz konusu ekonomik model denemeleri yalnızca ekonomik göstergeler açısından değil İslam ekonomisinin ayırt edici vasfı ve en iddialı olduğu “ahlaki” göstergeler açısından da hayal kırıklığı yaşatmıştır. Genelleme yapmanın dayanılmaz cazibesine kapılıp biraz da ajite ederek meseleyi şöyle özetleyebilirim:
Büyük umutlarla kurulan “İslam Devletleri”nin Müslüman halkları yaşadıkları ekonomik ve siyasi sıkıntılardan kaçarak “diyarı küfre” iltica edebilmek için kitleler halinde denizlerde boğulmayı, sınır kapılarında yığılmayı, mülteci kamplarında yaşamayı ve insan tüccarlarının ellerinde can pazarına düşmeyi göze alır hale gelmiştir. Akif’in dediği gibi “Eyvah! Beş on kâfirin imanına kandık; Bir uykuya daldık ki: cehennemde uyandık”.
Bu sebeple meselenin mikro uygulamalarını bir yana bırakacak olursak ideolojik anlamda, siyasi veya iktisadi bir doktrin olarak İslam ekonomisi kavramı eski popülaritesini kaybetmiş görünmektedir. Sorun elbette İslam’da değil onun anlaşılma ve uygulama biçimindedir. Esasen söz konusu başarısızlığın sebeplerini daha derinde aramak gerekmektedir. İslam ekonomisi İslam dininin bütünlüğü içinde ele alınmalı, bu dinin ortaya koyduğu inanç ve ahlak değerleri üzerinde bina edilmelidir. İslam dinini bir binaya benzetecek olursak bu binanın temeli inanç, taşıyıcı kolonları ahlaki değerler, duvarları ve dış cephesi ise ibadet ve muamelat denilen insani ilişkileri ilgilendiren hususların bütünüdür. Haddimi aşarak ifade edeyim İslam toplumunun mevcut durumuna baktığımda gördüğüm manzara oldukça endişe vericidir. Aynı örnekten hareketle günümüz Müslüman coğrafyası açısından İslam ekonomisi, temelleri sarsılmış, taşıyıcı kolonları çürümüş bir binanın dışını boyamaktan öteye gitmemektedir.
Bu sebeple esas sorun kanaatimce uygulanan ekonomik modelin detaylarından ziyade Müslümanların içinde bulunduğu ahlaki çöküştür. Şu halde çözüm de (biraz klasik olacak ama) insanın ihyasıdır. Sabahattin Zaim’in ifadesi ile İslam ekonomisinin başarısının ön şartı “güzel insan” dır. Bu sebeple konuyla ilgili yazdığı kitaba “İslam-insan ekonomi” ismini veren Zaim çıkış reçetesini de bu şekilde özetlemektedir. O’na göre “Müslüman insan” aynı zamanda “güzel insan” olmalıdır. Kendisi ile birlikte toplumun da menfaatlerini dikkate alan, nitelikli ve güzel ahlak sahibi güzel insanı ihya edersek bu insanların kuracağı toplum da uygulayacakları ekonomik model de güzel olurii. Zira güzel insanlar bulundukları coğrafyayı ve zamanı güzelleştirir, böyle bir toplumun ortaya koyacağı ekonomik yaklaşımlar da tüm insanlığa ilham kaynağı olabilir. Şu halde insanı düzeltmeden ekonomiyi düzeltemeyeceğimizin bilinciyle yazımı şu klişe ile bitireyim: Her şeyin başı insandır. Bildiğim en geçerli ve sürdürülebilir çözüm öncelikle insana odaklanmak ve buna da kendimizden ve en yakınlarımızdan başlamaktır.
Kaynak:
1- Akça, H., & Bozatlı, O. (2019). İslam Ekonomisinin İhmal Edilen Konumu: Metodolojik Sorunlar ve Çözüm Önerileri. Journal of History School (JOHS), Yıl 12, ss. 1188-1218
2- Zaim, S., (1992), İslam-İnsan Ekonomi, Yeni Asya Yayınları, İstanbul.