Başlangıçta tek bir anne ve babadan meydana gelen ve derken çoğalıp büyük bir kitleyi oluşturan insanlık ailesinin fertleri, zaman ne kadar geçerse geçsin, coğrafyalar ne kadar değişirse değişsin, aynı olmasa da her zaman benzer ve yakın karakter tiplerine sahip olmuş ve hayatlarında benzer refleksler göstermişlerdir.
PROF. DR. MUHİTTİN AKGÜL - SAMANYOLUHABER.COM
HZ. İSA’DAN (A.S.) GÜNÜMÜZE MODERN TİTUS VE BARABASLAR!
Başlangıçta tek bir anne ve babadan meydana gelen ve derken çoğalıp büyük bir kitleyi oluşturan insanlık ailesinin fertleri, zaman ne kadar geçerse geçsin, coğrafyalar ne kadar değişirse değişsin, aynı olmasa da her zaman benzer ve yakın karakter tiplerine sahip olmuş ve hayatlarında benzer refleksler göstermişlerdir. Küçük bir aile olan Hz. Âdem’in (a.s.) Hâbil ve Kâbil adlı evlatlarının, her dönemde ruh ikizleri, halefleri ve temsilcileri olmuş, benzer davranış modelleri sergilemişlerdir.
Hz. Nuh’un (a.s.) karşısına dikilen, isyankâr ve muannid hanımı ve oğlu Kenan cinsinden talihsizler hiçbir zaman eksik olmadığı gibi, Hz. Lut’un (a.s.) karşısına geçerek Cehennemlik ve jurnalci eşinin benzerleri de hiç eksik olmamıştır. Hz. Musa’ya (a.s.) nefes aldırmayan Firavun, Kârun, Hâmân ve Sâmiriler her zaman varlıklarını koruduğu gibi, Hz. Sâlih (a.s.) ve Hz. Şuayb (a.s.) gibi pek çok peygambere muhalefet eden mütrefin ve kodaman mele’ takımı da eksik olmamıştır. Hz. İbrahim (a.s.)’e karşı gerçekleştirilen itibar suikastı ve zulmünde yarışan Nemrut gibi diktatör ve tiranlar eksik olmadığı gibi, Hz. İsa’nın (a.s.) kısa risaletinde ona karşı amansız bir mücadele ve tagallübe girişen PİLATUS ve BARABASLAR da yine eksik olmamıştır. Bu yazımızda, Hz. İsa (a.s.) döneminde yaşamış ve İncillerde adı “BARABAS” olarak geçen bir şahısla, günümüzdeki Barabas benzerleri arasındaki bir benzerliğe dikkat çekeceğiz.
BARABBAS olayı, İslâmî kaynaklarda geçmeyip, mevcut İncillerde ele alınmaktadır. Barabas’ın hırsız, haydutça evlere giren bir gaspçı, yağmacı, başkalarını yok eden ve sömüren bir tip olduğu üzerinde durulur.
Aslında tarihte çarmıha gerilmeye teşebbüs edilen sadece Hz. İsa (a.s.) değildir. Ondan önce Hz. Yahya (a.s.) da yığınların gözü önünde katledilmiş, ancak bu barbarlığa karşı hiç kimse sesini çıkarmamıştır. Daha sonra da topluluğun dini liderlerinin hepsi, sözbirliği ile Hz. İsa’nın (a.s.) ölüm cezasına çarptırılmasını istemişlerdir. Bu azgınlığa yas tutup üzülecek de sadece bir avuç kişiden ibarettir. Daha acı olan ise, Pontius Pilate; “Âdet üzere Fısıh Bayramı nedeniyle hangi mahkûmu serbest bırakalım: İsa’yı mı, yoksa hırsız Barabas’ı mı?” diye sorduğunda, dinleri dillerinden aşağıya inmemiş bu güruh dönemin dini liderleriyle birlikte adeta koro şeklinde hep bir ağızdan “Barabas!” diye bağırmış olmalarıdır.
Olayın İncillerdeki anlatımına göre: “Sabah olunca başkâhinler, ihtiyarlar, din bilginleri ve Yüksek Kurul'un tüm diğer üyeleri bir danışma toplantısı yaptıktan sonra İsa'yı bağladılar, götürüp Pilatus'a teslim ettiler. Pilatus O'na, “Sen Yahudilerin Kralı mısın?” diye sordu. İsa ona, “Söylediğin gibidir” cevabını verdi.
Başkâhinler O'na karşı birçok suçlamada bulundular. Pilatus O'na yeniden, “Hiç cevap vermeyecek misin?” diye sordu. “Bak, seni ne kadar çok şeyle suçluyorlar.”
Ama İsa artık cevap vermiyordu. Pilatus buna şaştı.” (Mat.27:1-2,11-14; Luk.23:1-5; Yuh.18:28-38).
Küçük bir farkla diğer bir anlatıya göre de:
“Pilatus, her Fısıh Bayramında halkın istediği bir tutukluyu salıverirdi. O sırada hapishanede, ayaklanma sırasında adam öldürmüş olan isyancılarla birlikte tutuklu bulunan Barabas adında biri vardı. Halk, Pilatus'a gelip her zamanki gibi kendileri için birini salıvermesini istedi. Pilatus onlara, “Sizin için Yahudilerin Kralını salıvermemi ister misiniz?” dedi. “Başkâhinlerin İsa'yı kıskançlıktan ötürü kendisine teslim ettiklerini biliyordu. “Ne var ki başkâhinler, İsa'nın değil, Barabas’ın salıverilmesini istemeleri için halkı kışkırttılar. Pilatus onlara tekrar seslenerek, “Öyleyse Yahudilerin Kralı dediğiniz adamı ne yapayım?” diye sordu. O'nu çarmıha ger!” diye bağırdılar yine. Pilatus onlara, “O ne kötülük yaptı ki?” dedi. Onlar ise daha yüksek sesle, “O'nu çarmıha ger!” diye bağrıştılar.
Halkı memnun etmek isteyen Pilatus, onlar için Barabas'ı salıverdi. İsa'yı ise kamçılattıktan sonra çarmıha gerilmek üzere askerlere teslim etti.” (Mat.27:15-26; Luk.23:13-25; Yuh.18:39-19;Yuh.18:16).
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Kur’ân anlatımında Hz. İsa (a.s.) çarmıha gerilmemiştir. Ona benzeyen birini bulmuş ve onun yerine asmışlardır. Ancak şu kesin ki, şayet Hz. İsa’ya (a.s.) benzetilen bir şahıs olmasaydı, Hz. İsa’yı (a.s.) hiç tereddüt etmeden asacaklardı. Zaten onlara göre de gerçekte çarmıha gerilen bizatihi Hz. İsa’nın (a.s.) kendisiydi.
Bu olaydan kısa bir süre sonra Yahudilerle Romalılar arasında bir anlaşmazlık çıkmış ve bu, Yahudilerin M.S. 64-66 yıllarında açık bir isyan başlatmalarına sebep olmuştur. Ne II. Herod Agrippa, ne de Roma maliye memuru Floris bu isyanı bastırmayı başarmıştır. En sonunda Romalılar büyük bir askeri güçle saldırmış ve M.S. 70'te Titus, Kudüs'ü zor kullanarak almıştır. Yaklaşık 133.000 kişi kılıçtan geçirilmiş, 67 bin kişi esir alınmış ve binlercesi de Mısır madenlerinde ve başka ülkelerde çalıştırılmak üzere götürülmüştür. Bunlar, ya arenalarda vahşi hayvanlara yem oluyor, ya da kılıçla çalışan savaşçıların hedef tahtası olarak kullanılıyorlardı. Kızları galip ordular tarafından alınmış, Kutsal Kudüs şehri ve Kutsal Mabet yerle bir edilmiştir. Bundan sonra Filistin’de Yahudi etkisi o denli zayıflamıştır ki, Yahudiler iki bin yıldır güç kazanamamışlar ve Kutsal Mabet hiçbir zaman tekrar inşa edilememiştir. Daha sonraları Roma imparatoru Hadrian, Kudüs’ü inşa ettirmiş, fakat adını değiştirerek “Aielia” koymuştur. Fakat Yahudiler yüzyıllarca Kudüs'e girememişlerdir. İşte bu, Yahudilerin ikinci kez sapmaları nedeniyle çektikleri ceza olarak kendilerine verilmiştir. (Bkz: Mevdûdi, İsrâ Sûresi Tefsirinde).
Aslında ne Barabaslar, ne Barabas’ı serbest bırakmak için bağırıp çağıran yığınlar ne Pilatuslar ve ne de masum bir şekilde darağacına çekilen masum İsalar, yeryüzünde hiçbir zaman eksik olmamıştır.
Günümüzde de, hem Hz. İsa’yı (a.s.) zâlimce asmaya teşebbüs eden Pilatuslar, hem onun karşısında hırsız ve haydut Barabasların hapislerden çıkmasına alkış tutan aldatılmış yığınlar, hem masumca çarmıhlara gerilmelerine karar verilen İsalar ve hem de hırsız ve haydut Barabasların hapislerden salıverildiği karanlık ve talihsiz bir dönemi yaşıyoruz.
Hapishanelerde 15 Temmuz’dan birkaç gün sonra Hz. İsa (a.s.) benzeri masumlara yer açmak için, katilleri, at hırsızlarını, haydutları, ırz ve namus düşmanlarını tahliye ettiler. Evet ne acıdır ki bu acı olayın küçük bir kesitine bizatihi şahsım da şahit oldu. Gözaltında bulunduğumuz nezarethane kapısının önünden kalabalıklar geçiyordu. Elleri kelepçeli olarak mahkemeye gidiyor, beş on dakika sonra da kahkahalarla geri dönüyorlardı. Ve bunların mahkemeye girip çıkması bir olan ve serbest kalmaları emri hükumetçe verilen kimselerdi. Aynı yerde emniyetçiler de vardı. Kapımızın önünden geçen bu haydut kılıklılar, parmaklıklardan içeri bakıyor ve:
“Aaa komiserim, sen ne yapıyorsun burada? Aaa polis abim senin ne işin var burada?” diye dalga geçiyorlardı. Emniyetçiler bunların hepsini yaptıkları hırsızlık çeşitleri ve isimleriyle detaylı bir şekilde bizlere anlatmıştı. “Şu falan mahallenin hırsızı, şu falan çarşının hırsızı, şu araba hırsızı!” Bunların hepsi, eski işlerini icra etmek için tahliye olmuştu. Bunlardan sonra emniyetçiler mahkemeye gitti. Ve tabii ki hepsi hakkında tutuklanma kararı verilmişti.
Aynı zamanda emniyette gözaltında bulunduğumuz süre zarfında, basında çıkan haberlerden bizden haberdar olan çapulcular, her gün akşam saatlerinde bulunduğumuzun yerin penceresinin dibine kadar yaklaşarak: “Darbecilere ölüm, katiller!” şeklinde slogan atıyorlardı. Şayet o anda yanlarında olsaydık, bizleri katletmede hiçbir tereddüt geçirmeyecek kadar gözleri dönmüştü. O anda beraber olduğumuz arkadaşlarım ise İlahiyatta Tefsir, kelam vs. gibi ilim dallarının profesör ve doçentleriydi.
Benzeri manzaralar Türkiye’nin her yerinde yaşandı. Her gece saat 12 ya da 12.30 da taksilerle gelen yığınlar, emniyetlerin önünde içerideki gözaltındaki asker ve sivillerin öldürülmelerini ve asılmalarını isteyerek bağırıyorlar ve kesmeden kornalarını çalıyorlardı. Tıpkı Hz. İsa’yı (a.s.) asın diye bağıran yığınlar gibi.
Aynı dönemde ülkenin bütün tutuklu ahlaksızları, eroinmanları, gaspçıları ve hırsızları salıverilmiş, onların yerine ise, ülkenin en masum insanlarını, ellerine başkasını yaralamak için çakı bile almamışlarını, bütün derdi milleti olan civanmertlerini, halkı için evinde bayram etmeme, uzaklık ve olumsuz hava şartları demeden dört mevsim büyük özverilerle ve gayretler içerisinde çalışan fedakârlarını, komşularının, akrabalarının, tanıdığı ve tanımadığı kimselerin evlatlarını, kendi evladı gibi görüp, onların maddi manevi geleceğini dert edinen mefkûre kahramanlarını hapislere attılar; hastalananların ölümlerine açıkça göz yumdular; iftiralarla haklarında iddianameler hazırladılar ve en büyük yalanları topluma servis ederek bütün halkı da bu cinayetlerine ortak ettiler.
Olanlar karşısında iğfal edilmiş yığınlar da, âdeta Barabas’ın serbest bırakılmasına ve mâsum Hz. İsâ’nın (a.s.) çarmıha gerilmesine alkış tutan o günkü yığınlar gibi, sevinç çığlıkları attılar; zevkten dört köşe oldular ve böylece bu aleni zulme ortak oldular.
Hz. İsâ’nın (a.s.) çarmıha gerilmesi için hem Titus hem de halkı galeyana getiren menfaatperest din adamları ve pek çok sözde hocalar, günümüzde de aynı aşağılık rollerini oynadılar, kesintisiz icra ettiler ve hala devam ediyorlar; cami kürsülerinde, minarelerde, hutbelerde, akademik kürsülerde ve sivil din görünümlü organizasyonlarda, masum insanlar hakkında şeytanın bile aklına gelmeyecek her türlü türlü iftira ve yalanlara öncülük yaptılar, yanlış gösterdiler, yığınları kışkırttılar; bu şenaatlerini de maalesef dini söylem adı altında işlediler.
Bunların sonu ne mi oldu? Bilemeyiz ama her dönemde zulmün sonu felaketlerle, hastalık ve âfetlerle, yerin dibine geçirilmekle, deprem ve seller sonucu külli helaklerle sonuçlanmıştır. Kur’ân, geçmişte felakete maruz kalan toplumları haber verirken, onların hep zalimliklerine vurgu yapmış ve zulüm-âfet arasındaki sıkı ilişkiye hep dikkatlerimizi çekmiştir. Rabbi’mden niyaz ve duam, tüm masumları muhafaza etmesi ve çağdaş Titus ve Barabaslarla işbirlikçilerine hak ettiklerini vermesidir.