Samanyoluhaber.com yazarı Safvet Senih çocuk terbiyesi hakkında önemli ölçüleri kaleme aldı.
Terbiyenin boyutları
SAFVET SENİH | Samanyoluhaber
M. Fethullah Gülen Hocaefendi, terbiye konusunda eğer ana-baba, muallim ve mürebbinin yaş, baş, düşünce ufku, muhit, ilmî seviye deyip hayatın her merhalesinde çocuğu en iyi şekilde besleyeni açlığını gidermezlerse, ileri dönemlerde BİR AÇ KURT ile karşılaşabileceklerini, bunun için de hiç şaşırmamalarını gerektiğini söylüyor yani alarm halinde bir uyarıda bulunuyor.
Sâlih amel, sâlih kimselerle tanıtılmalıdır.
“Sâlih âmeli, salih insanlarla tanıtma anne babadan ziyade, muallimi ve mürebbiyi ilgilendiren bir husustur. (…) Evet çocuklar, gençler sâlih ameli öğrenme nazarî bir bilgiden ibaret kalacağı için, bu nazarî bilgilerin salih zatlarla tanıtılması ve güzel işlerin, onların kahramanlarıyla hatırlatılması çok önemlidir. Daha küçük yaşta iken, o çocukların zihinlerine, namazıyla – niyazıyla büyük bildiğimiz insanlar girmelidir ki, çocuk, yürüdüğü yolun, daha önce de bazı mühim zatların yürümüş olduğunu bir şehrah olduğunu bilsin ve o yolda olmanın bütün zevklerini duyabilsin.
Belli bir yaşa geldiği zaman, günde şu kadar namaz kılan veya senenin pek çok günlerinde soğuk-sıcak demeden oruç tutan bir insanın zâhirine bakarak karar verecek olursak Allah katında en faziletli bir insan olduğuna inansın ve onun gibi olmaya imrensin. Netice itibarıyla din ve diyaneti adına yaptığı her şeyi, onur ruh ve mânâsına bağlayarak yapacak ve muhalif rüzgârlar karşısında sarsılmayacaktır.
“Allah Rasulü (S.A.S.) ‘Şu devirde münafıklar yaptıkları şeyleri sizden gizlemek için nasıl utanıyor, hicap ediyor, durumlarını sizden gizliyorlarsa; bir gün gelecek müminler de (inançlarını ve amellerini) saklayacaklardır.’ (Kenzu’l-Ummal, 11/176) buyurur.
İşte bazı dönemlere mahsus bu hastalığı, genç nesillere daha çocukluk döneminde aşma yolları gösterilmeli ve sonraki günlerde teklemelerine meydan verilmemelidir. Dahası onlara dinin bir izzet vesilesi olduğu telkin edilmeli ve Allah’ın emirlerine can u gönülden sarılma ruh hâletiyle yetiştirilmeleri sağlanmalıdır.
“Burada, yaşanmış bir örnek arz etmek istiyorum. Çocuğunun eğitimini sağlam bir şekilde planlayıp onu hep yakın takibe alan bir ailenin kız çocuğu eğitimi sağlam bir şekilde planlayıp onu hep yakın takibe alan bir ailenin kız çocuğu bir gün geliyor, bu küçük mürşide kendi muallimesine tesir ediyor. gerçi sevdiği muallimesi insanlığa ait bütün nezaketini korumakla beraber, dinsizlik her gün onu biraz daha yıpratmakta ve mânen tüketmektedir. Çocuk ruhunda derinleştirdiği din hakikatinin tesiriyle bir gün arka sıralardan birinde birdenbire hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlar. Derken o şefkatli muallime yanına gelir ve ona, ‘Yavrum niçin ağlıyorsun?’ der.
O da ‘Hocam sana ağlıyorum’ şeklinde cevap verir ve devam eder: ‘İnanmadığın için Allah’ın (c.c.) seni cezalandıracağına üzülüyorum.’ diye mırıldanır. Nutku tutulan kadın, hiçbir şey söylemeden geriye çekilir ve birkaç gün sonra da, çehresinde inanmış olmanın bütün güzellikleri –talebe – mürşidesinin yanına gelir ve sevinçlerini paylaşırlar.
“Bu çocuğa, imanla beraber izzet de telkin edilmiştir. Bununla beraber, izzet Allah’a ait bir hususiyettir. Ama Allah’ın (c.c.) dinî prensipleri yaşayanları aziz, onları terk edenleri de zelil kılacağı yine bir dînî gerçektir. Evet çocuk, duygusundan, düşüncesinden ve yürüdüğü yoldan emin olmalıdır ki, daha sonraları aşağılık duygusuna kapılmasın ve inkâr cereyanları karşısında ezilmesin. Dahası o, namaz kılmayı, oruç tutmayı bir büyüklük olarak algılamalı ve namaz kılması icap ettiği yerde tereddüt etmeden tekbir alarak, sadece o Yüce Allah’a (c.c.) karşı eğildiğini ortaya koymalıdır.
“Kur’an-ı Kerim, yapacağımız ve yapmayacağımız konularla alâkalı bir taraftan günde en az kırk defa: ‘Rabbimiz! Ancak Sana kulluk eder ve yalnız Senden medet ve yardım umarız. Bize doğru yolu göster.’ (Fatiha Suresi, 1/5-6) gibi âyet-i kerimeleriyle bizi, şehidler, sıddîklar ve ebrârın yoluna hidayet etmesi arzusunu, dua ve dileğini ortaya koyarken, diğer taraftan da ‘Kendilerine lütuf ve ikrâmda bulunduğun kimselerin yolunu; gazabına uğramışların ve sapmışların semtine değil!’ Âmin. (Fatiha Suresi, 1/7) beyanlarıyla, tafsile girmeden ve bâtılı tasvir etmeden olumsuzluklara dikkat çeker ve rıza yolu, cennet yolu istikametinde arzularımızı şahlandırırken, küfür, küfran ve dalâlet yollarına karşı da tavrımızın olması gerektiğini ortaya koyar.
“Bu üslûb, terbiyelerini derpiş ettiğimiz kimselere karşı da bir örnek teşkil eder. sürekli Allah’ın hoşuna gidecek yol ve yöntem nazarına verilmeli ve onları ruhunda Allah’ın (c.c.) hoşlanmadığı şeylere karşı bir tepki hâsıl edilmelidir. Aslında böyle davranmak bizim için bir vazifedir. Allah’ı (c.c.) tanımayan, O’nu tevhid-i ulûhiyet ve tevhid-i rububiyetle hayatının tek hâkimi kabul etmeyen mesul olur.
Zira vazife-i fıtratını bilmeyen, yaratılış hikmetine akıl erdiremeyen, dünyaya niçin geldiğini kavrayamayan; hatta kainatta sebepler ve neticeler arasındaki münasebeti sezemeyen, dahası bütün bu esrar perdelerinin arkasında kendini bize hissettiren Allahü Azîmüşşan hakkında iman ve iz’ana sahip olamayanın dünya ve âhirette felâha ermesi söz konusu değildir. Allah (c.c.) böylelerini de, böyleleriyle haşir ve neşir olanları da iflâh etmez. O, ‘Onlara küçük bir temâyülle dahi olsa eğilim gösterirseniz ateş size dokunur.’ (Hûd Suresi, 11/13) buyuruyor.