[YORUM] Herkesi ve her oluşumu yutabilecek bir kara delik

İçinde bulunduğumuz çağ ise her sahada yıkılışların yıkılışları takip ettiği bir zaman dilimidir. Büyüklerin ifadelerinde “felaketlerin ve helaketlerin asrı” olarak tarif edilmektedir.

Herkesi ve her oluşumu yutabilecek bir kara delik 
Prof. Dr. OSMAN ŞAHİN | tr724.com 

Bediüzzaman Hazretleri Tarihçe-i Hayat’taki şu sözlerinde çok önemli bir hakikate dikkat çekmektedirler:  “Risale-i Nur’u anlamıyorlar. Yahut anlamak istemiyorlar. Beni, skolastik bataklığı içinde saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar. Ben bütün müspet ilimlerle, asr-ı hazır fen ve felsefesiyle meşgul oldum. Bu hususta en derin meseleleri hallettim. Hatta bu hususta da bazı eserler telif eyledim.”
 
İnsanlar, Üstad Hazretlerini o dönemdeki bir çok medrese hocası gibi skolastik düşünce bataklığına saplanmış bir medrese hocası zannediyorlar.  Halbuki vazifesini tam olarak edebilmesi için gerekli olan bütün ilimlerle meşgul olmuş ve en zor konularda eserler telif etmişlerdir. 

Aynı hususiyetlere Fethullah Gülen Hocaefendi’nin de sahip olduğunu hayatını incelediğimizde görüyoruz. Bu zamandaki müsbet ilimler ve fenler ile çok ciddi şekilde meşgul olduklarını ve oralardan analizler ve sentezler yaparak bunu konferanslarında ve vaazlarında kullandığına şahit oluruz. Zaten, bu vasıflara sahip olmayan insanların bulundukları çağın ihtiyacı olan tecdid hareketini gerçekleştirmeleri mümkün değildir.

Bu insanlar bulundukları çağdaki yıkılışların mahiyetine bağlı olarak diriliş projeleri ile ortaya çıkmışlar, insanların yeniden dirilmeleri ve yeni bir diriliş yaşamaları adına yeni bir seferberlik başlatmışlardır.

“Yok”un “var”lık adına insana vereceği hiçbir şey yoktur!..”

İçinde bulunduğumuz çağ ise her sahada yıkılışların yıkılışları takip ettiği bir zaman dilimidir.  Büyüklerin ifadelerinde “felaketlerin ve helaketlerin asrı” olarak tarif edilmektedir. Bu acı tablo  “Yitiklerimiz, Arayış Ve Diriliş” başlıklı Bamteli’nde şöyle resmedilmektedir: “Biz, evde öldük! ‘Acaba camide bir dirilişe erebilir miyiz?’ deyip oraya gittik. İmam ölmüş, vaiz ölmüş, hatip ölmüş, cemaat ölmüş!.. 

Cenazelerin insana ifade edeceği hiçbir şey yoktur. ‘Acaba mektep, tekvinî emirleri, Kur’an’ın emirleri ile örtüştürmek suretiyle bize Zât-ı Uluhiyet adına bir şey ifade eder mi?!’ diye oraya doğru yöneldik. Gördük ki skolastik düşünce içinde bocalayıp duruyorlar; ne medrese bir şey verecek durumda ve zenginlikte ne de mektep bir şey verecek durumda ve zenginlikte. Yok… Hepsi yokluğa mahkûm… Yokların varlık adına insana vereceği hiçbir şey yoktur…

Hâlbuki buna (yuva, mektep, medrese ve tekke birlikteliğinin seviyeli eğitimine) eskilerin ifadesiyle “eşedd-i ihtiyaç” ile ihtiyacımız vardı. Ve Çağın Sözcüsü esas bu duygu ve bu düşünceyi tetiklemek üzere vazifelendirildi. 

O yüksek fetânetiyle, engin düşüncesiyle, Kur’an anlayışıyla, Sünnet mülahazasıyla, kendi zamanını doğru okuyarak, zamanın yorumlarını kendi mülahazaları içine katmak suretiyle yeni yeni sentezler yaparak, insanlarda çok farklı şekilde “uyanma duygusu” meydana getirmeye çalıştı. Bir ba’s-u ba’de’l-mevt nefehâtı üfledi insanlara, bir diriliş nefehâtı üfledi insanlara…”

“Hicrî dördüncü asrın sonuna kadar Müslümanlar, ilmin hemen her dalında, o dönemin müsaadesi ölçüsünde yapacaklarını yapmışlar…”

Hocaefendi “Doğu Batı Buluşması Ve Asimilasyon Değil Entegrasyon” başlıklı Bamteli’nde Hicri beşinci asra kadar medrese, tekke ve müsbet ilimlerin birlikteliğine muvaffak olunduğu için çok önemli başarıların yakalandığından bahisle şu tespitleri yapmaktadırlar: “Aslında bugün o Batı’nın ister Rönesans’ıyla, ister ilim inkılabıyla, ister teknolojik inkılap ile, ister sosyal bilimler adına, ister psikoloji adına, ister pedagoji adına, ister eşya ve hadiseleri hallaç etme adına, yani müspet ilimler adına, pozitif ilimler adına yapıp ortaya koyduğu şeyleri -o çağın müsaadesi ölçüsünde- Hicrî beşinci (Miladî on ikinci) asra kadar Müslümanlar yapmışlar. Beşinci asra kadar, yani Hicrî dördüncü asrın sonuna kadar Müslümanlar, ilmin hemen her dalında, o dönemin müsaadesi ölçüsünde yapacaklarını yapmışlar. Fakat bir dönem gelmiş ki medreseye -İslamî ilimlerin tedris edildiği yere-, tekkeye ve aynı zamanda fünûn-u müsbeteye kendisini yönlendiren insanlar, kendilerini skolastik düşünceye salmışlar. Ve birbirinden kopma olmuş; âdetâ o onu, o onu, o da onu boşamış.”

İslam dünyasının “Neo-Rönesans”ı!..

Hocaefendi aynı yazının devamında bu birlikteliğin tekrar kurulması adına yapılabilecek hususları ele almakta ve bugün Batı’ya olan cebri hicretlerin buna imkan hazırladığından bahsetmektedirler: “Buna da, hani yine Kıtmîr’in ifadesiyle şuradan başlanabilir: İmam Hatip veya İlahiyat mezunu olanların bazılarını bir Fizik dalına, bazılarını Kimya dalına, bazılarını Astronomi dalına, bazılarını Astrofizik dalına, bazılarını Sosyoloji dalına, bazılarını Psikoloji dalına göndermek suretiyle, bir kere toplumun birbirini anlar hale getirilmesi lazım. Kafa kafaya verdikleri zaman, o, onu anlaması lazım, o da onu anlaması lazım. Kitap ve Sünnet ile meşgul olan bir insan, Antropoloji ile meşgul olan birini anlaması lazım. Yeryüzü ne kadar zamanda bu hale gelmiştir, onu anlaması lazım; efendim, o binlerce seneyi anlaması lazım. Fezâ-ı ıtlakta nâmütenâhî sistemler, şu kadar trilyon sistem var, içlerinde de şu kadar trilyon Güneş sistemi gibi sistemler var; anlaması lazım bunları; konuşulunca anlaması lazım. Dolayısıyla ancak bu suretle bir izdivaç meydana gelebilir. Şimdiye kadar o, başka kapıları çaldı; o da başka kapıları çaldı; o da başka kapıları çaldı. Fakat maksat hâsıl olmadı, kopukluk oldu.

İşte, birikimli insanların cebrî hicret neticesinde Batı ülkelerine yerleşmelerinin böyle bir meyvesi de olabilir. Kim bilir belki Cenâb-ı Hakk’ın bir muradı da budur. İnanmış, aynı zamanda Kitab’ı, Sünnet’i bilen, dini ilimleri de bilen kimseler… Onlar da o fünûn-u müsbeteyi biliyorlar; bugüne kadar değişik -yeni ifadesiyle diyelim- devrimler yapmış; bugüne gelmiş, insanlığa çok şey kazandırmışlar. O zaviyeden derinlemesine bakınca, aslında bunlar ile bizim anlaşmazlığımız yok. Onlar ile çok rahatlıkla anlaşabiliriz. Ortaya koydukları o türlü şeyler ile bizim insanımızın birikimleri yeniden bir terkip yapıldığı zaman, yani “tekke/zaviye”, “medrese” ve “mektep”, bir araya geldiği zaman, Allah’ın izni ve inayetiyle çok problemler çözülecektir zannediyorum. Bu da İslam dünyasının “Neo-Rönesans”ı olacaktır, yeni bir Rönesans.”

Kitab’ı, Sünnet’i ve dini ilimleri bilme yönüyle önde olan hizmet insanları ile pozitif ilimlerde ve evrensel değerlerde önemli mesafeler almış Batı insanlarının bir araya gelmesiyle yuva, mektep, medrese ve tekke birlikteliğinin gerçekleşmesi mümkün olabilecektir. 

Herkes eksik oldukları hususları diğerlerinden karşılayabilecek, böylece bir taraftan İslam’ın ve diğer taraftan topyekün bütün insanlığın Neo-Rönesans’ı gerçekleşebilecektir.

06 Mart 2020 12:19
DİĞER HABERLER