Nezahat Atılgan, 10 Ekim saldırısının en küçük kurbanı Veysel’in annesi. Sekiz yaşındaki çocuğundan ayrı kaldığı yılları özlemle, fotoğraflarla konuşarak ve her anında bir eksiklik hissederek geçirdiğini ama üç kızı için yaşamaya devam ettiğini söylüyor.
Euronews'ten Rengin Arslan Ankara'daki 10 Ekim katliamının en küçük kurbanı olan Veysel Atılgan'ın ailesiyle konuştu.
10 Ekim’de 103 kişinin ölümüne neden olan Barış Mitingi’ne yönelik bombalı saldırıda, sadece Veysel’i değil; 30 yıllık eşi İbrahim Atılgan’ı da kaybetti. “Her gidişimde orada bir oyun oynanıyormuş, film seyrediyormuşum gibi hissediyordum” dediği duruşmalar neticesinde adalet gelse bile, “Artık çocuğuna eşine kavuşamadıktan sonra, her şey boş” diyor...
‘Baba ben seni bırakmayacağım bugün’
“9 Ekim gecesi Veysel biraz rahatsızdı. Babası Barış Mitingi’ne gideceğini akşamdan söyledi. Veysel nereye gideceğini sordu. Babası da, ‘arkadaşlarım gelecek, onları göreceğim’ dedi. İlacını verdim, uyuttum. Normalde okula giderken sabah sekizde zor uyandırdığım çocuk o gün erkenden gözlerini “babam nerede” diye açtı.
“İki kere kontrol etti babasını. O esnada babası uyandı. Veysel tekrar sıçradı yataktan. ‘Babam nerede?’ Uyuyor dediysem de inanmadı, ‘Benim babamı görmem lazım. Babam gidiyor’ diye fırladı.
“Babasıyla gitmek için tutturdu. Olmaz dedik. Kahvaltısını yaptı. Oyalamaya çalıştım. ‘Baba ben seni bırakmayacağım bugün’ dedi. Babası biraz sinirlendi. ‘Götürülecek bir yer değil. Ben gideyim, arkadaşlarımı göreyim. Sonra geleyim, birlikte dışarı çıkalım’ diye ikna etmeye çalıştı.
“Mümkünü yok. Gitti dışarının kapısını kilitledi. Anahtarı saksının altına sakladı. O gün Veysel’e ne oldu anlayamadım... Babası yedek anahtarla kapıyı açtı. Veysel kapının sesini duymasıyla ağlamaya başladı. Ağlayınca babası tamam dedi. Gözlerinden yaş akınca... Veysel o kadar duygusal davrandı ki...”
10 Ekim’de 103 kişinin ölümüne neden olan Barış Mitingi’ne yönelik bombalı saldırının en küçük kurbanı Veysel Atılgan’ın annesi Nezahat Atılgan o sabahı böyle anlatıyor.
Sekiz yaşında hayatını kaybeden Veysel, o gün anne ve babasını ikna etmeyi başardıktan sonra babasına saçlarını taratıyor; annesine montunu giydiriyor. Babasına benzemiş olma umuduyla, onunla el ele kapıdan çıkıyor.
Nezahat Atılgan “Gittiler, en son böyle gördüm. Bir daha da gelmediler” diye sonlandırıyor o güne dair hatırladıklarını.
Günün bundan sonrasına dair diğer anımsadığı son şey ise evi derleyip topladıktan sonra çalan telefonlar, televizyonu açışı ve haberleri görüşü...
Nezahat Atılgan, o gün sadece dört çocuğunun en küçüğünü değil, yaklaşık 30 yıllık eşi İbrahim Atılgan’ı da kaybetti. Şimdi geride kalan kızları ile “orada yaşamak bana artık iyi gelmiyordu” diyerek ayrıldığı Ankara’dan sonra taşındığı Muğla’da yaşıyor.
“Çöpçüler insan değil mi!”
Bugünlerde okullar açıldığı için ayrıca buruk. Ne zaman zil sesi duysa sabah Veysel’i okul için uyandırışı, okula birlikte gidişleri, dönüşleri, yoldaki sohbetleri aklına geliyor.
Üstelik katliamdan birkaç hafta önce başladığı okula da iyiden iyiye alışmış Veysel. “Başta böyle değildi, okula gitmek istemezdi ama öğretmeni o yılın başında derslerde çok atik davranmaya başladığını söylemişti” diyor Nezahat Atılgan.
Okul yollarında Veysel’in ne olmak istediğinden, o gün okulda yaptıklarına, evde onu ne yemeğin beklediğinden, arkadaşlarına almak istediği çikolatalara kadar her şey konuşulurmuş...
En çok pilot olmak istediğini söylese de, henüz 8 yaşında bir çocuk nihayetinde. Sürekli fikir değiştirirmiş. Hatta bir gün sorulunca çöpçü olmak istediğini söylemiş de, annesiyle babası “aa hiç olur mu” diye olumsuz fikir belirtince onlara kızmış, “Niye öyle diyorsunuz, çöpçüler insan değil mi? Onlar da iş yapmıyor mu!”
Peki nasıl bir çocuktu Veysel? Bu soruyu yanıtlarken sesi gülüyor Nezahat Atılgan’ın. “Oyuncuydu. Çok oyuncu bir çocuktu. Sürekli de oyun oynamak isterdi. Arkadaşlarını eve çağırır, oyuncaklarını onların önüne sererdi. ‘Anne bahçeye çadır kursam ne olur’ dedi bir gün. O kadar çok severdi arkadaşlarıyla birlikte olmayı, oynamayı.”
Veysel Atılgan, sekiz yaşında ama evin en büyüğü gibiydi
Küçük yaşına, oyunu bu kadar sevmesine rağmen etrafına, annesine, ailesine karşı çok duyarlı olduğunu da anlatıyor Nezahat Atılgan.
En küçük ablası da üniversiteyi kazanıp artık gündüzleri evde kimse kalmayınca “bu evin büyüğü artık benim” diyerek market poşetlerini taşımaya talip olan da o... En büyük ablasının eve geç geleceği bir gün gözleri yollarda, ya başına bir şey gelirse diye uyumadan bekleyen de.
Annesinin gözünden bir damla yaş aksa, “ben seni üzgün görmeye dayanamıyorum, üzülme, ağlama” diyen de o... Anne babasının yaşlanmasından korkan, “ben sizin yaşlanmanızı hiç istemiyorum, sizi yorgun görmek istemiyorum” diyen de.
Kimse kıyamıyor onun üzülmesine. En küçük kızları Zelal’den tam 12 yıl sonra aileye katılan Veysel hep “çok özel bir çocuktu” diye anlatılıyor.
Doğumu, bebekliği, büyüyüşü hep neşe kaynağı olmuş aile için. Üç büyük ablanın arasında elden ele sevgiyle büyümüş. Nezahat Atılgan, “Bazıları yanlış anlıyor, erkek oldu diye değil. 12 yıldan sonra gelince, evin en küçüğü olunca... Bütün sevgi onun üzerinde oldu. O da ablalarına bayılıyordu” diyor.
“Duruşmalarda hep bir filmin içindeymişim gibi hissettim”
Nezahat Atılgan, Veysel’den ayrı kaldığı yılları özlemle, fotoğraflarla konuşarak ve her anında bir eksiklik hissederek geçirdiğini ama üç kızı için yaşamaya devam ettiğini söylüyor.
“Onları ayakta tutmak için Veysel’in acısıyla başa çıkmak zorundaydım. Bunu başarıyorum, inanıyorum daha da başaracağım. Tabii onun acısı geçmez. Ama üç çocuğumun mutluluğu için de elimden geleni yapacağım” diyor.
Son olarak iki yıl devam eden ve yakın zamanda karara bağlanan yargı sürecini soruyorum.
Nezahat Atılgan diğer pek çok aile gibi duruşmaları takip etmek için kilometrelerce yol gitti her defasında. “Ama” diyor, “kendimi hep bir oyunun, bir filmin içindeymiş gibi hissettim. Karşımdakiler gerçek kişiler değildi ki. Her gidişimde çok kötü oldum. Her gidişimde orada bir oyun oynanıyormuş, film seyrediyormuşum gibi hissediyordum.”
Adalet gelse bile, artık çocuğuna eşine kavuşamadıktan sonra “her şey boş bundan sonra” diyor...
10 Ekim’de ne oldu?
DİSK, KESK, Türk Tabipleri Birliği, TMOBB ve HDP’nin de aralarında bulunduğu pek çok sivil toplum örgütü ve siyasi partinin çağrısıyla Ankara Tren Garı önünde düzenlenen Emek, Barış, Demokrasi mitingine düzenlenen saldırıda olay günü 100, daha sonra aldığı yaralar nedeniyle tedavi altındayken 3 kişi olmak üzere 103 kişinin hayatını kaybetti.
Yürüyüş henüz başlamadan saat 10 civarı kısa aralıklarla iki ayrı canlı bomba ile gerçekleştirilen saldırı, Türkiye tarihinin en çok insanın hayatını kaybettiği intihar saldırısı oldu. Saldırının başkent Ankara’nın merkezinde gerçekleşmiş olması, istihbarat ve emniyetin saldırının önüne geçmek için yeterince önlem almadığı eleştirilerine yol açtı.
Resmi açıklamalarda IŞİD’in gerçekleştirdiği belirtilen saldırıdaki canlı bombalardan birinin ise, aynı yıl Suruç’ta düzenlenen intihar saldırısını düzenleyen canlı bomba Abdurrahman Alagöz’ün kardeşi Yunus Emre Alagöz olduğu belirtiliyordu.
10 Ekim davasında neler oldu?
İki yıl süren duruşmaların ardından dokuz sanığa "Anayasal düzeni ihlal" suçundan birer kez, "kasten öldürme" suçundan da 100'er kez olmak üzere toplam 101'er kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi.
Mahkeme ayrıca bu sanıklara saldırıdan yaralı kurtulan 391 kişiyi öldürmeye teşebbüs suçundan hapis cezası verdi.
Bunun yanında dokuz sanık örgüt üyeliğinden değişik yıllarda hapis cezasına çarptırıldı.
Davada 19’u tutuklu 17’si firari 36 sanık yargılandı. Aralarında katliamın planlanmasında adı öne çıkan İlhami Bali gibi firari sanıkların bulunduğu kişilerin dosyası ayrıldı. Bu sanıklarla ilgili yargılama ayrıca devam edecek.
Saldırıda hayatını kaybedenlerin ailelerini veya yaralı olarak kurtulanları temsil eden avukatlar, soruşturmanın etkin bir şekilde yürütülmediğini ve kamu görevlilerinin muhtemel ihmallerinin ne soruşturmaya ne davaya konu edildiğini söyleyerek kararı eleştirdi.
Davayı gören mahkeme heyeti geçen yıl kamu görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunarak bunu Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na göndermiş ancak başsavcılık bunu işleme koymama kararı vermişti.
Ayrıca iki mülkiye başmüfettişi ile iki polis başmüfettişinin hazırladığı 25 Şubat 2016 tarihli ön inceleme raporunda; saldırının gerçekleştiği tarihteki Ankara Emniyet Müdürü ile TEM, Güvenlik ve İstihbarat Şube müdürlerinin de ihmal suçundan soruşturulması gerektiği belirtildi. Ancak Ankara Valiliği söz konusu polisler hakkında soruşturma izni vermedi.
Rengin Arslan / Euronews