Foreign Policy dergisinin Prospect'le birlikte düzenlediği "Yaşayan En Büyük 100 Entelektüel" anketinde en başa Fethullah Gülen Hocaefendi'nin yerleşmesi ve ilk on sırayı İslam dünyasından entelektüellerin doldurması, üzerinde durulması gereken bir konudur.
İkinci sırada Bangladeşli Muhammed Yunus, üçüncü sırada Mısırlı Yusuf Kardavi, dördüncü sırada Orhan Pamuk var. Sıralamada yer alan Tarık Ramazan'ı (Mısır Müslüman Kardeşler'in kurucusu ve efsanevi lideri Hasan el Benna'nın torunu), İranlı düşünür Abdülkerim Süruş'u da unutmamak lazım. Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanan Orhan Pamuk, kendi ülkesinin cumhurbaşkanı (A. Necdet Sezer) tarafından dahi tebrik almamış bir "aydın-edebiyatçı"dır. Hocaefendi ise, geçen hafta kendisiyle ilgili beraat kararı Yargıtay Genel Kurulu'nca henüz onandı, on senedir kendi vatanından uzakta yaşıyor.
Birçok kişi tabii ki bu işin içinde bir "bit yeniği" arayacaktır. İşin politik anlamı ne olursa olsun, İslam dünyasından bunca kişinin listede yer almasının bir anlamı olmalıdır. Ben "Din, Kent ve Cemaat" adlı çalışmamda, Hocaefendi'nin "aydın-ulema" profiline uygun düştüğünü söylemiştim. Şüphesiz, bu kişilik profili "entelektüel"i de içerir, çoğu zaman bizde "aydın" ve "entelektüel" aynı anlamda kullanılır. Ama "ilim-bilim", "şehir-kent", "medeniyet-uygarlık" arasında ayırım yapılması gerektiği gibi, "aydın-entelektüel" arasında da ayırım yapılması gerekir. Bu yüzden bence Hocaefendi, Kardavi, Ramazan ve Süruş'a "entelektüel" dememiz mümkünken, Orhan Pamuk'a "aydın" demenin daha doğru olacağını sanıyorum.
Benim bakış açımdan entelektüelliğin üç ana kriteri var:
1) Entelektüel, düşünce faaliyetinin merkezine "beyni ve zekâ"yı değil, "akleden kalbi" yerleştirir. Bu kalb, sanıldığı gibi göğsümüzün sol yanındaki organ değil, onunla ilişkili manevi merkezdir. Kalb saf duygu da değildir. Zekâyı ve duyguyu yedeğine almakla beraber aslolan bilinenden bilinmeyene, görünenden görünmeyene gidişin irfan ve hikmet zemininde yol haritasını çizen insanî en yüksek melekedir.
2) Entelektüelin referans çerçevesi salt akıl veya varlığın gözlem ve deneyle elde edilen bilgisi değil, vahydir. Vahy-akıl ilişkisi güneş-göz ilişkisidir. Vahy, güneş gibi varlığı aydınlatır, göz, güneşin/vahyin aydınlattığı objeler dünyasını görür. Böylece "görmek" için güneşin ışığına da göze de, yani vahye de, akla da ihtiyacımız olduğu anlaşılıyor. Hz. Peygamber (sas), "Aklı olmayanın dini yoktur" buyurmakla, gözü olmayanın görmeyeceğini işaret etmiş bulunmaktadır. Burada dinin akılla çatışması düşünülemez. Aydınlanma imkansızı iddia etti, yani gözün kendisinden ışık saçıp bu sayede çevremizi görebileceğimiz, dolayısıyla güneşin ışığına ihtiyacımız olmayacağını söyledi ki, bu eski Greklerde marjinal bazı tabiplerin naif iddiasıdır.
3) Entelektüel olaylara varlık âleminin bütününü göz önüne alarak bakar, dünya görüşüne sıkışıp kalmaz. Zihin faaliyeti ve ruhî iştiraklerinin ucu açıktır, "dünya görüşü" içinden bakanlar kapalı bir sistem içindedirler, bu yüzden isteseler de entelektüel olamazlar. Deistler, materyalistler, ateistler ve agnostiklerin entelektüel olma şansları yoktur, çünkü varlığı bu dünyaya indirgemişler, laik veya seküler bir sitenin, kapalı bir sistemin içine kendilerini hapsetmişlerdir. Ucu açık düşünme melekelerini kaybettikleri için, bu düşünmenin gücünü ve gözlenebilir dünyanın ötesini, yani aşkın/müteali, iç/batını ve öteyi/ahireti inkar etmektedirler. Bu açıdan entelektüellik kaçınılmaz olarak dinin evrenine ait en yüksek düzeyde zihnî faaliyettir.
Söz konusu liste bize şu gerçeği hatırlatmaktadır: Tarihin bu yeni helezonik zamanında dünyanın entelektüel ağırlık dengesi İslam'a ve İslam dünyasına doğru kaymaktadır. Batı'da hiç olmadığı kadar bilgi birikimi/malumat yığını olmasına rağmen entelektüel hayat gelip son sınırına dayanmış bulunmaktadır. Batı artık büyük entelektüeller yetiştirmiyor, Chomsky ve Umberto Eco gibileri modern dünyaya "eleştirel" baktıkları oranda dikkat çekip öne çıkıyorlar.