Tarih tekerrür ediyor. Ama aktörlerin kalitesi(!) artıyor
Tarih tekerrür ediyor. Ama aktörlerin kalitesi(!) artıyor. Daha önce de aktarmıştım. Ahmet Kabaklı, Tevfik Fikret’in Han-ı Yağma (Yağma Sofrası) şiirini aktarırken 100 yıl önceyi şu sözlerle anlatır:
“Biliyorsunuz 1908’de sözde Hürriyet ilân edilmiş, millet taşkın bir demokrasi çılgınlığına düşmüştü. Velâkin çok geçmeden, ipin ucu hemen açıkgözlerin, vurguncuların ve zalimlerin eline geçti. Derken İttihatçılar 1909’da milleti soyma namussuzluğunun görülmemiş ilk örneklerini verdiler. 1912’lere doğru diktatörlükte, vurgunda, millet haklarını yemekte, aşırı iğrençliklere düştüler. Milletin ümidi, serveti, gençlerin istikbali, eşkıyalar ve iş bilir mafya için asla terkedilmeyen ve daimî oturulan bir yağma sofrası oldu. Ne yazık o günlerde sersemletilmiş, yutulmuş ve gücü alınmış devlet ve milletimiz bir daha kendine gelemedi”
Yüz on yıl geçti. Aynı yerde sayıyoruz. Değişen tek şey, yağma sofrasının büyümesi, yağmacıların sefalet ve iştahta yüz yıl öncekilere rahmet okutturması.
Kendi yazarları hatta trolleri itiraf ediyor hırsızlıkların akıl almaz boyutlarını.
Tevfik Fikret çok enfes resmetmiş yağmayı. Az tadil edilmiş versiyonunu tercih ettim.
“İşte bu sofra efendiler,
İşte bu sofra kan ağlayan
Can çekişen halkımızın sofrası.
Nesi var, nesi yoksa hepsi bu.
Bekler sizi efendiler bu sofra,
Nasıl da durur, nasıl da titrer karşınızda.”
Siyasete ne için girmişlerdi ki zaten. Millete hizmet ediyorlar(!) şimdi de ücretlerini alıyorlar. Tıpkı yüz on yıl önceki gibi, tıpkı varlık vergisinde olduğu gibi.
1940’larda zamanın başbakanı Şükrü Saraçoğlu kapalı grup toplantısında: “Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz.” demişti. Şimdikiler ise büyük bir açlıkla başta Anadolu sermayesi olmak üzere her ne varsa üzerine çöküyorlar, çöktüler.
“Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir.
Aman canım, utanacak ne var efendiler?
Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kimbilir?
Yiyin yutun hapur hupur, şapur şupur”
Doymuyorlar. Urla villaları, Çatalca köşkleri, Şehrizar konakları… artık devede kulak kaldı. Usta’nın menüsü bu olunca kendileri geri mi kalacak. Ustaya aşksa aşk, reise secde ise secde. Daha ne kadar beklesinlerdi. Beraber yürümüşler tabi ki beraber götürecekler. Millete lutfedip onca köprü-yol yapmışlardı. Sırada Mehmet Cengiz’in ‘vecizesini’ hep beraber hayata geçirmek kalmıştı.
“Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say
Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray,
Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;
Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay…
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!”
Kolay olmamıştı bugünlere gelmek. Milyarlarca dolar rüşvetle, haraçla suç üstü yakalanmışlardı. Ama üstesinden gelmişlerdi. Binlerce polisi, savcıyı ve hakimi sokağa koymuşlar hatta “hırsız yakalayan polis” yetişmesin diye polis okulunu kapatmayı başarmışlardı. 15 Temmuz olunca asker yetişmesin diye askeri okulları kapattılar. Güç onların, kudret reisindi. Artık bu kadar yorgunluktan sonra yemeyip de ne yapsınlardı! Doymak yok yola devam! Küçük lokmaları da ihmal etmemek gerek. Kebapçı, köfteci, manav…
Peki helal miydi? Tabi ki! Sonuçta gaza ediyorlardı.
“Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır…
Yiyin efendiler yiyin, bu hân-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!”
Sonra “Allah’ın lütfu” ilaç gibi geldi: 15 Temmuz.
Eline sağlık bizimkilerin. Profesyonel tilki, göz açık çakal, uyanık sırtlan.
Ve Hulûsu malum tezgâh! Kim tutar bizi. Çök çökebildiğine. Al alabildiğinden. Kuvvetler ayrılığı da ne ki! Tüm kuvvetler artık neferim. Yargım çay topluyor, komutan çay servisinde, vekiller çarığımı çilalıyor ve halk kanmaya hazır kapıkulum!
Kapı gibi fetva da var ellerinde. Hayrettin Hoca’dan. Talana ses etmediğine göre demek ki bilgisi ve fetvası var zatı alilerinin. Müftümün kadri kıymeti bu devirde anlaşıldı. Oğul, torun, eş akraba… Görmez’lerin gözünü açıp, topalları maratoncu yaptılar. Hepsini ihya ettiler sağ olsunlar. Helal olsun, fetva ne ki!
Malına çöktüklerinde hangi suçu arasan var! Emirül müminine muhalefet etmekten büyük suç mu olur! Yok emîr onar milyon euro komisyon alırmış, yok emîr dilediği kupon araziye çökermiş, yok emîr esnafı haraca kesermiş…
Bunlar ne ki! Bal tutan parmağını yalar. Bizimki biraz abartmış kovanı vakumlamış ya olsun. Helal olsun Zeyd’e, afiyet olsun Hind’e. “Dava” diyor mu, diyor. “İmam Hatip” diyor mu, diyor. “Türban” diyor mu, diyor! “Filistin” diyor mu, diyor!
Artık ne yapsa sevaptır, mahzuru yok!
Sayıştay’da “kendini bilmez biri” hırsızlıkları az açık etti de başına gelmeyen kalmadı. Bir “sızma” daha olursa kapıya kilit uzak değil.
“Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı yok zarar
Gurur-ı ihtişamı var, sürur-ı intikaamı var.
Bu sofra iltifatınızdan işte ab u tab umar.
Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar…
Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!”
Daha dün ne diyor: “Dünyada garip gureba, fakir fukaranın olduğu ülkelere yardımda dünyanın bir numarası Türkiye. ABD ikinci sırada. Biz böyle bir ülkeyiz.”
Nasılsa yurdum insanı ne versen yiyor.
“Nasıl olsa bu yoksul, bu fukara halk
Verir nesi var nesi yoksa,
Verir malını, canını, ümidini, tüm güzelliğini,
Servetini, istikbalini, sağlığını, rahatını.
İçinde kaynayan mahşeri
Verir bu memleket, verir, hiç tasalanmayın,
Hiç düşünmeyin haram mıdır yoksa helal mi.
Yiyin efendiler yiyin, bu hân-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!”
Avrupa Birliği hayalleri bitti. İnsan hakları, muassır medeniyet fırsatı… Hepsi bitti.
Ülke sıfırlanmakla kalmadı “eksi”ye geçti.
Ülkede satılmadık bir şey kalmadı. Çalınacak şeyler bitti. Sadece “bugün”ü çalmadılar. “Yarın”ı da sattılar. Yapılan borçlar 25 yılda zor ödenir. Yakında bir birlerinden çalmaya başlayabilirler. Acele etmeliler.
Bak ikaz ediyor Fikret!
“Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!
Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!
Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,
Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak…
Götürün efendiler, götürün, bu yağma sizin,
Bu ihanet sizin, bu hıyanet sizin,
Gün sizin efendiler, şölenler, törenler sizin.”
Fikret şu sözlerle bitirir ve kendini teselli eder:
“Gelin görün ki ne yapsanız, ne etseniz de
Çare yok efendiler, siz de gelir ve geçersiniz,
Gelmiş ve geçmiş efendileriniz gibi.
Çün bu memleket bizim efendiler, bu memleket bizim.
Söylemek zorunda kaldığım için özür dilerim.”