''2001’deki krize ‘en kötüsüydü’ diyenler daha bir şey görmedi''

2001’deki ekonomik kriz için “En kötüsüydü” dendiğini hatırlatan iktisatçı-yazar Murat Muratoğlu, “Daha hiçbir şey görmediler” dedi ve ekledi: “O günkü kalp kriziyse, bugünkü kanser… Yavaş yavaş çürütüyor.”
Cari açık, enflasyon, zamlar, yabancı sermaye kaçıyor derken bu ay kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s’den de bir açıklama geldi. Kuruluş, Türkiye’nin kredi notunu Ba1’den Ba2’ye düşürdü. 2019 seçimleri öncesinde Türkiye’nin ekonomik olarak nerede durduğunu, yaşadığımız şeyin bir kriz olup olmadığını, nerede hata yapıldığını Diken.com.tr'den Tunca Öğreten, iktisatçı yazar Murat Muratoğlu ile konuştu.

-İşsizlik, cari açık, enflasyon ve dış borçların konuşulduğu bir dönemde Moody’s, Türkiye’nin kredi notunu düşürdü. Ancak hükümet, bu not kaybının kendileri için bir anlam ifade etmediğini söylüyor. Bu rakamlar gerçekten bir anlam ifade etmiyor mu?

Hükümet için etmiyor. Ama bize borç verenler için ediyor.

-Nasıl?

Özel sektör borçlanması, özellikle de bankalar için çok önemli çünkü bankaların maliyetlerini çok artıracak bir not bu. Yalnızca bankalar değil, Moody’s, İstanbul ve İzmir büyükşehir belediyelerinin de notlarını düşürdü. Bunların hepsi yurtdışından borçlanan kurumlar. Türkiye’de bir kredi daralması var ve işin kötü yanı, sendikasyon kredileri döndüğünde haliyle maliyetlerimiz de artacak.

-Bu ne anlama geliyor?

Maliyetler artınca, kredi garanti fonu için verdiğin paraların da maliyeti artacak. Şu anda 100 liralık mevduatın karşılığında 142 liralık kredi verilmiş durumda. Arkasında devlet var diye güveniyorlar ama maliyet artarsa yüzde 18-19’dan aşağı kredi veremezsin. Ki şu an yüzde 17-18’i bulan şükredip kredi alıyor.

Ülkeyi batıracak mükemmel ikili bizde mevcut

-Yakında bankalar isyan edecek anlamına mı geliyor? 

Yalnızca bir defa İş Bankası eski genel müdürü Ersin Özince’nin “Artık buramıza kadar geldi, kar edemiyoruz” diye isyan ettiğini gördüm. Diğer bankalar göbekten iktidara bağlı olduğundan sesleri çıkmıyor. Zarar da, kar da etmiyorlar.

-Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Başkanı Mehmet Ali Akben, Moody’s’in not kırmasının ardından Türkiye’nin, kendi kredi derecelendirme kuruluşunu kuracağını söyledi. Türkiye neden kendi kredi kuruluşunu kurmak istiyor?

Akben bunu neye dayanarak söyledi anlamadım. BDDK dediğiniz kurum, yedi kişiden oluşuyor ve şu an beş koltuk boş. İki kişi ne gibi bir karar alacak ben de merak ediyorum.

-Diyelim ki kuruldu…

BDDK’ya atama yapmadan hiçbir şey kuramazlar. Diyelim ki kuruldu, onun da dünyada hiçbir geçerliliği olmaz. Varlık fonu gibi en fazla üç-beş yandaş ekmek yer.

Motor yanmak üzere
-Son verilere göre ocak ayında cari açık, geçen yılın aynı ayına göre iki kat arttı ve 7 milyar 96 milyon dolar oldu. Bu ne anlama geliyor?

Cari açık, tek başına büyük bir problem yaratmaz. Ancak bir ülkeyi batırabilecek mükemmel ikili cari açık ve bütçe açığıdır. Bizde şu an ikisi de mevcut. Durumu kurtarmak pek kolay gözükmüyor.

Büyüme, ABD ve Avrupa’daki gibi hesaplandığında yüzde 1,3 çıkıyor

-Yapılması gereken ne peki? 

Frene basıp büyümeyi durdurmamız gerekiyor aksi halde motor yanmak üzere.

-Nasıl yani? İktidarın çok övündüğü büyümeyi durdurmamız mı gerekiyor?

Övündüğümüz büyüme oranları inandırıcı değil. Dünyanın her yerinde büyümeler aydan aya ölçülür. Bizse oranları bir önceki yıla göre ölçüyoruz. Bir önceki yıl küçülmüşsen, hesaplarda yüzde 11’lik bir büyüme oranı yakalarsın tabii ki çünkü ikiyle çarpmış oluyorsun. Büyümeyi, ABD ya da Avrupa’daki gibi hesaplasalar, yüzde 1,3’e tekabül eder.

-Peki, biz ‘Yüzde 11 büyüdük’ dediğimizde yurtdışı bize inanmıyor mu?

Moody’s gibi kredi derecelendirme kuruluşları notumuzu düşürüyor işte… Bu kadar dış borcu, açıklanan büyümeye rağmen ödeyemiyorsanız notunuz da düşer. Adamlar, “Şu kadar cari açık veriyorsunuz, kendi ürününüzü üretin” diyerek rapor hazırlıyor. Bu noktada kredi notunun düşmesi de önem arz ediyor. Örneğin Koç, 100 lira krediye yüzde 10 faiz ödüyorsa, ben yüzde 18, sen yüzde 22 ödüyorsun. Yani senin kredibiliten düşüyor.

Özel sektör, aldığı 100 milyon dolar borcu Merkez Bankası’nda (MB) TL’ye çeviriyor. MB ise o parayı kasasında tutması gerekirken, cari açık harcaması nedeniyle dışarıya gönderiyor. Peki, özel sektör borcunu ödemek için MB’ye geri geldiğinde ona verecek doları nereden bulacaksın?

Bence üç, müteahhitlere göre iki, çiftçilere göre beş yıldır ekonomik kriz var

-Kamunun borcunun az olduğu söyleniyor ama…

Kamunun borcu az falan değil, yalnızca az gözüküyor. 30 yıla yayılmış yap-işlet-devret borçlarını bir toplayın bakalım ne çıkacak.

-Siz, Türkiye’nin ekonomik krizde olduğunu mu söylüyorsunuz?

Önce ekonomik krizin ne olduğunu iyi anlamak lazım. Şu an yaşadığımız şey 1994 ya da 2001 gibi bir kriz değil. 2001’den sonra genişleme skalasına giren dünya artık çok farklı bir noktada. Eskisi gibi öyle bir anda bankalar falan batmıyor çünkü krizin tanımı değişti. Krizi şimdi yolda görsen tanımazsın. Bence Türkiye aslında üç yıldır krizde. Müteahhitlere göre iki, çiftçilere göreyse beş yıldır Türkiye’de ekonomik kriz var.

-Biraz daha açar mısınız?

Daha öncekiler kalp kriziyse, bugün yaşadığımız şey kanser. Yavaş yavaş ilerliyor ve çökertiyor. Düşünün, İstanbul’da her yer beton mikseri fakat evler satılmıyor. Müteahhitler o kadar kötü bir durumdaki yürüyüş dahi yapabileceklerinden bahsediyorlar. Bakın, en iyi olması gereken sektörden bahsediyoruz.

-İktidar neyi yanlış yaptı da krizi kansere çevirdi?

2009’dan beri Türkiye’de yapılması gerekenler bir kenara bırakıldı ve yerini popülizm aldı. Kanal İstanbul, şehir hastaneleri, üçüncü havalimanı ve köprüler gibi dünyanın en mantıksız projelerinin peşinden koşmaya başladık. İtaatle büyüyüp kendi ara sektörünü öldürmüş bir ülkeyiz. Ara maddeleri hala üretemeyip Almanya’dan alırken buralara gelmemiz kaçınılmazdı. Buna ek olarak Türkiye’yiz ama Fransa gibi para harcıyoruz. Mesela nükleer santral için o kadar para verecek, 17 sentten elektrik üreteceğiz. Ancak rüzgar enerjisi elektriği 3 sentten üretiyor.

Milyonerlerin ülkeden çıkardıkları para kolay kolay gelmez

-Bahsettiğiniz tüm bu olumsuz göstergelere rağmen geçenlerde Başbakan Binali Yıldırım, Türkiye’nin, 2016 ve 2017’de bazı ihtiyaç sahibi ülkelere 14,5 milyar dolar para yardımı yaptığını söyledi.

Bizim yardım yapacak halimiz mi var Allah aşkına? Tuhaf olan şey, 2016 ve 2017’de yapılan yardımları 2018’de öğreniyor olmamız. Halktan toplanan vergilerle bu yardımlar yapılmış ama karşılığında ne aldık, avantajımız ne bunu bilmiyoruz. Suriyeliler için harcandığı söylenen 30 milyar dolar da bana pek inandırıcı gelmiyor. Değil 30 milyar dolar, 5 milyar dolara, üç buçuk milyon Suriyeli için 750 bin basit konut inşa edilirdi.

-Yeni yayınlanan Milyoner Göçü Raporu’na göre Türkiye, en çok milyonerin ülkeyi terk ettiği listede üçüncü sırada yer almış. Neden milyonerler Türkiye’den kaçıyor?

Kaçarlar tabii… Aslında milyonerlerin ülkeden çıkışı ilk olarak Gezi Parkı olayları sırasında başladı. Sonra da FETÖ soruşturmalarındaki mal varlıklarına el konmalardan ötürü korku yaşadılar. Çoğunun İsviçre’ye gittiğini biliyorum. İngiltere ve Portekiz’e çıkan paralar da var. Türkiye’de kalan milyonerlerin de hayatlarının geri kalanını çok üst seviyede yaşayacakları miktarda yurtdışına para gönderdiğini biliyorum. Çıkan bu paralar kolay kolay gelmez.

-Neden?

Yurtdışında geliri değil, güvenceyi düşünüyor ve paralarının bir kısmını bu şekilde garanti altına alıyorlar. Türkiye gibi yönetim ve yargının çok sorunlu olduğu ülkelerde bu tür sonuçlar kaçınılmazdır. Rusya ve Suudi Arabistan’da da böyle oldu. Hatta Suudi Arabistan’da adamları saraya hapsettiler.

TÜSİAD, ‘Delikanlılık ben de kalsın’ açıklamaları yapıyor

-Bu paraların yurtdışına çıkması Türkiye’de ekonomiyi nasıl etkiliyor?

İsviçre ne üretiyor? Çikolata. Ama sırf çikolatayla bir ülke zengin olmaz. İsviçre’de aynı zamanda hukuk da çok sağlamdır, hakkın korunur. Paranı kaçırmak istediğinde de İsviçre’ye kaçırırsın. İşte İsviçre bu yüzden zengin bir ülkedir. Paranın güvendiği şey hukuktur. Hukuku düzeltirsen para kaçmaz, aksine içeri para girer. Türkiye’deki hukuk sistemine Araplar bile güvenmiyor artık. Onlar bile para getirmeyi kesti. Keza Çinliler için de aynı şey geçerli. Para da fırsatını buldukça gitmeye devam edecek. Böylece her geçen gün Türkiye’nin daha da fakirleştiğini göreceğiz. Türkiye’nin dünyadaki bu algısını kırmak uzun yıllar alacak. Bugün bir şeyler düzelmeye başlasa, en erken sonuç 2020 sonunda alınır. Ancak şu an öyle bir çaba yok. Hani diyorlar ya “2001 krizinde en kötüyü gördük” diye. Daha hiçbir şey görmediler.

-TÜSİAD’in en tepedeki iki ismi Erol Bilecik ve Tuncay Özilhan’dan zaman zaman yargıda işlerin yolunda gitmediği ve OHAL’in sonlandırılması yönünde açıklamalar geliyor. Bu açıklamaların iktidarı etkileme gücü var mı?

Yok tabii ki. Anadolu Grubu’nun Başkanı Özilhan, ‘babayiğit’ ilan edilerek zaten araba üretmeye başladı. İktidara göbekten bağlıysanız, nasıl eleştirebilirsiniz ki? Neredeyse tüm iş insanlarının devletle ilişkisi var. Olmayanların da yaşayabilmesi için olması gerekiyor. Devlet şu anda en büyük müşteri. Çıkıp “OHAL bitsin” dersin. Bunu Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi de söyledi. Ama sonra gidip OHAL devam etsin diye oy kullandı. Bu örnek TÜSİAD için de geçerli. Ben de çıkıp ortamlarda OHAL için ‘yeter’ ama dediğimle kalırım. Bunlar, delikanlılık bende kalsın açıklamaları.

-AKP mevcut ekonomik şartlarla seçime giderse sonuç ne olur?

Eğer erken seçim yapılmazsa Erdoğan belki cumhurbaşkanı olabilir ama AKP seçimi kazanamaz. Meclis’teki çoğunluğu kaybedebilir. Bu ekonomik gidişat bizi 2019’un sonuna mümkün değil taşımaz. Çünkü 2019’da ABD’nin faizleri artırdığı, Avrupa’nın faiz artırımı sürecine girdiği, Japonya’nın da faiz artırma sürecine girmek üzere olduğu bir dünya olacak.

AKP için en stratejik hamle, erken seçim

-Anlamadım…

Örneğin, bireysel borcun varsa, borcunu ödeyemeyecek hale geleceksin. Yurtdışından da, maliyetini ödeyemeyeceğin faizlerle kredi alacaksın. Bu faizler öyle artacak ki, sanayici kredi alamayacak. Çünkü sanayici, kazandığından daha fazla faiz ödüyor olacak. Küçülmeye gidecek. Türkiye’nin büyümesi de kazık çakmış gibi duracak. Yüzde 11 büyürken düşünmemiz gerekiyordu aslında bunları. Göremediğimiz için önümüzdeki yılı kaybettik. Satranç gibi… Piyonu aldın ama veziri kaybetmek üzeresin.

-Sanayici borcunu ödeyemeyince ne yapacak? 

Anahtarı yabancıya teslim edecek. Oturup bankalarla konuşacak. Muhtemelen de bankalara baskı gelecek, kredi ödemelerini ertelemeleri istenecek. Türkiye’deki bankaların yarısından fazlası yabancıların kontrolünde. Yabancıların kontrol ettiği bir ortamda da istediğini kolay kolay dayatamazsın. Kimse üzerine pek kafa yormuyor ama Sarraf davasından da Halkbank hikayesi geliyor. O işten hasarsız çıkamayacağız. Böylece devletin elindeki oyuncu sayısı da azalacak. Halkbank oyundan düşünce Vakıfbank ve Ziraat Bankası kalacak. İki kamu bankasıyla da piyasalara müdahale etmek kolay olmayacak. Merkez Bankası zaten köşeye sıkışmış durumda. Şu anda dünyanın kredibiletisi en düşük merkez bankalarından biri. Dolayısıyla AKP için en stratejik hamle, erken seçime gitmek olur.

19 Mart 2018 12:22
DİĞER HABERLER