Polatkan’ın yeğeni Hasan Serdar Bilir, dayısı Hasan Polatkan’ın idam edildiğinin anneannesinden saklandığını anlatıyor: “
Anneannem Gülsüm Polatkan 1968 yılında vefat etti. Ölene kadar, 7 yıl boyunca, oğlunun idamından habersiz yaşadı.
Onun Pakistan’a sürgün edildiğini söylemişler. Dayım İbrahim Polatkan, gazetede çıkan haberleri keserek gerçeği ondan gizlediklerini anlatırdı.”
Bilir, Hasan Polatkan’ın kız kardeşi Şule Hanım’a Yassıada’dan yazdığı mektupları da ilk kez bizimle paylaştı.
1960 darbesinin yıldönümünde, Polatkan ailesinin idamdan sonra neler yaşadığı, olanları nasıl karşıladıkları ve 27 Mayıs darbesinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşınma süreci gibi birçok konuda bilinmeyenleri anlattı.
İŞKENCE YAPILDIĞINI ANNEM TEŞHİS ETMİŞ
Hasan Polatkan’ın idamından sonra ailenin acısı hiç dinmez.
Hasan Serdar Bilir, yazları İstanbul’a geldiklerinde ailenin yıllar geçmesine rağmen gözyaşlarının hiç durmadığını anlatıyor.
Annesi Şule Bilir’in gizli gizli sürekli ağladığına şahit olan Serdar Bilir, bu olaydan sonra onun depresyona girdiğini söylüyor:
“Yaşadığı ıstırap onu perişan etti. Hayattan elini eteğini çekmeye başladı. Öyle ki kendine bir elbise dahi almıyordu.”
Bilir, annesi Şule Hanım’ın Polatkan’a yapılan eziyetlere şahit olduğundan da bahsediyor.
Şule Hanım aynı zamanda bir doktor. Ziyaretleri sırasında ağabeyi Polatkan’ın ellerinde sigara yanıklarını teşhis eder.
“Abi ne oldu ellerine?” diye sorduğunda olanları zar zor anlatır ona.
Şule Hanım’a göre gururlu insanlar oldukları için yapılan bu işkenceleri anlatmak istemiyorlardı.
27 MAYIS DARBESİNİN YARGILANMASI İÇİN AİHM’YE BAŞVURDUK
Polatkan ailesinin, Milli Birlik Komitesi’nin hayattaki üyeleri hakkındaki şikâyetlerinde iç hukuk yolları tamamen tükenmiş durumda.
Hasan Serdar Bilir, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmaya hazırlandıklarını söylüyor.
Bilir’in anlattıklarına bakılırsa 2010 referandumunda geçici 15. maddenin kaldırılmasıyla birlikte umut ışığı doğar.
Mecliste araştırma komisyonu kurulduğunda da savcılığa suç duyurusunda bulunurlar.
Bilir, o günlerde savcının basında çıkan “Bu bir insanlık suçudur.
Bunda zamanaşımı olmaz” beyanının kendilerini hayli umutlandırdığından bahsediyor.
Ancak sonrasında tam tersi bir durumla karşı karşıya gelirler.
Bilir, “Halbuki biz ‘burada darbe suçu işlenmiş’ demelerini isterdik.” diyor.
Takipsizlik kararını alınca Ankara Sulh Ceza Hakimliği’ne müracaat edilir.
Oradan da olumlu bir netice alamazlar. Bu sefer de bireysel başvuru yoluyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurulur.
Anayasa Mahkemesi de zamanaşımını ileri sürerek reddeder. İç hukuk yolları tükendiği için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvururlar.
Sembolik de olsa 12 Eylül’ün yargılanıp 27 Mayıs’a dokunulmamasına sitem ediyor Bilir: “Besim Tibuk, zannediyorsam 2010 yılında ‘yargılansınlar’ diye başvurdu.
Tam tersi oldu, kendisi yargılandı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden umutluyuz. İnsanlık suçudur, bunun adı. Zamanaşımı olamaz.”
KİTAP OKUMAK YASAK!
Hasan Polatkan’ın bir mektubunda kardeşi Hüseyin Bey’in sorusuna verdiği cevap da cezaevinin uygulamaları hakkında bilgi veriyor.
Polatkan, mektubunda “ ‘Hüseyin kitaba müsaade ediyorlar mı?’ diyordu. Şimdilik kitaba müsaade yok.” cevabını veriyor.
Polatkan, “Üzülmeyiniz, sizin yuvanız yakın bir tarihte yine eski neşesini kazanacaktır.” cümleleriyle bu durum karşısında ailesine moral vermeye de çalışır.
‘Hadiselere büyük bir teslimiyetle kendimi bıraktım’
Hasan Serdar Bilir, Yassıada’dan annesi Şule Hanım’a gelen mektupları Yarına Bakış’la paylaştı.
İlk kez gün yüzüne çıkan bu mektuplarda Polatkan, Yassıada zindanlarında yaşadıklarını anlatıyor.
Mektuplarında kendisi için verilecek idam kararını beklediğini yazıyor. Yaşadığı o zor günleri “Allah ve kader böyle istedi demek.” sözleriyle özetliyor.
Kız kardeşine ilk mektubunu darbeden 3 ay sonra 28 Ağustos 1960 tarihinde yazar Polatkan.
En çok ailesine olan hasretinden bahseder. Cezaevinde geçirdiği günleri duygu dolu kelimelerle kâğıda döker: “Hayat ne tuhaf değil mi?
Bir gün tıpkı bir rüya, tıpkı bir hayal alemi veya masal gibi oluveriyor.
Fakat realist olmak, her şeyi olduğu gibi kabul etmek lazım.
Ruhlarımız buna alışmalı.
Hadiselerin akıntısına, büyük bir teslimiyetle kendimi bırakmış haldeyim.”
27 Mayıs ve Yassıada’da ne oldu?
27 Mayıs 1960 sabahı radyodaki ses, her zaman haberleri okuyan spikerden farklıydı.
Genç bir albay olan Alparslan Türkeş, ordunun yönetime el koyduğunu duyuruyordu.
10 yılın ardından Demokrat Parti (DP) iktidarı sona ermiş, emekleme dönemindeki demokrasi rafa kaldırılmıştı.
O gün Türkiye için, kendi başbakanını ve iki bakanını asacak bir dönem başlıyordu.
Daha önce kimsenin adını duymadığı Yassıada’da yakın tarihin en büyük siyasi davası başladı.
Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın idamıyla sonuçlanacak yargılamalar yaklaşık bir yıl sürdü.
Menderes ve arkadaşları 19 ayrı davayla karşılaştı. 11 ay süren mahkemelerin sonunda Menderes ve bakanlar hakkında idam kararı çıktı.
10 yıllık iktidarın sahipleri idamı başları dik karşıladı. Karar tüm dünyada tepkiyle karşılandı.
Dünya liderleri, idamların durdurulması için devreye girdi. Hatta İngiltere Kraliçesi ikinci Elizabeth bile, bu amaçla Türkiye’yi ziyaret etti.
Ancak çabalar sonuçsuz kaldı. Zorlu ve Polatkan, 16 Eylül 1961’de idam sehpasına çıktı.
Önce Polatkan giydi beyaz gömleğini, sonra ise Zorlu. Saat 3’ü 5 geçe İmralı adasının küçük meydanında kurulu darağacında iki bakanın cansız bedeni vardı.
Menderes ise yol arkadaşlarından bir gün sonra yani 17 Eylül’de aynı yerde idam edildi.
31.01.1961 – Sevgili kardeşim Şule,
Son mektubunuzu ve çocuklarınızın fotoğraflarını almış pek memnun olmuştum.
Allah bağışlasın, ikisi de sevimli, afacan delikanlılar.
Hele Hasan’ın sandalyede efece oturuşuna ve elinde tuttuğu müzik aletine bayıldım.
Babası onları kim bilir ne kadar özlemiştir. Sizler sabırlı olunuz, yakında kavuşursunuz inşallah.
Servet’e de muntazaman mektup yazmayı ihmal etmediğinize eminim.
Annemin, teyzemin ellerinden öperim, Hasan ve Bahri’nin yanaklarından, senin gözlerinden öperim. Berrin, Ergin ve Müşerref’e selamlar.
30.11.1960 – Sevgili kardeşim Şule,
Mektuplarını alıyorum. Hem vazife hem evin idari meşgaleleri arasında bana da mektup yazmaya vakit ayırabilmiş olmana müteşekkirim.
Sizleri pek çok göreceğim geldi. 7. ayın içindeyiz. Moralim çok bozuk.
Açıkça ifade etmem lazım gelirse düşünemiyorum.
İşleyen bir makine sanki durmuş gibi, bir işi ölçemiyorum.
Allah ve kader böyle istedi demek. Senin bir an önce eşine ve yuvanda huzura kavuşmana duacıyım.
Annemin ve teyzemin ellerinden, hepinizin gözlerinden öperim. Bugün İbrahim’e ayrıca mektup yazdım.