Ankara Cumhuriyet Savcılığı 28 Şubat'ın asker kanadını soruşturma konusu yapsa da, sürecin ekonomik boyutu, konunun sadece ‘siyasete yönelik askerî darbeden' ibaret olmadığını ortaya koyuyor.
ZAFER ÖZCAN- AKSİYON
28 Şubat süreci, aynı zamanda ciddi bir ekonomik darbeydi. O dönemki hatalı uygulamalar, ihmaller ve banka hortumlamalarının ülkeye maliyeti 250 milyar lirayı, eski ifadeyle 250 katrilyonu buldu. Hortumlanan, içleri boşaltılan bankalar sebebiyle aralarında Murat Demirel, Hayyam Garipoğlu, Dinç Bilgin, Cavit Çağlar ve Ali Balkaner gibi banka sahiplerinin bulunduğu birçok isim yargılandı ve ceza aldı; ancak aynı bankaların yönetim kurullarında görev yapan 28 Şubat sürecinin emekli paşalarının adları hiçbir soruşturmada geçmedi. İddianamelerde onlardan bahis açılmadı. Oysa o dönemde hortumlanan bankaların hepsinin yönetim kurullarında emekli generaller, hatta ordu komutanları görev yapıyordu.
Sürece adını veren 28 Şubat 1997'deki meşhur MGK toplantısından, 21 Şubat 2001'e kadar geçen 4 yıllık zaman dilimi, milletin bugün bile bedelini ödemeye devam ettiği tam bir ekonomik ve finansal yıkım dönemi olarak tarihe geçti. Milletin cebinin nasıl boşaltıldığını ortaya koymadan, 28 Şubat darbesini konuşmak veya soruşturmak aslında sürecin çok önemli bir boyutunu atlamak anlamına geliyor.
Peki, bu soygun döneminin maliyeti nedir? Aslında bu konudaki veriler kısa süre öncesine kadar sadece bankacılık sektörüne yönelikti. 1994–2003 arasında toplam 25 özel banka Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na (TMSF) devredildi. Bunların 20'si, 1997'den 2001 krizine kadar devam eden süreçte fona geçti. Yani 28 Şubat sürecinde. El konan bankaların devlete getirdiği yük 17,3 milyar doları buldu. Bankaların zararının kapatılması için, faiz yüküyle beraber bu rakamın iki katına çıktığını da unutmamak lazım. Bunlara bir de malum süreçte 21,9 milyar dolar görev zararı veren üç kamu bankası eklendiğinde, 28 Şubat sürecinin bankacılık sektörü açısından devlete maliyetinin 50 milyar doları aştığı ortaya çıkıyor.
Elbette devlet bu hortumlamaların peşini bırakmadı. Pek çok banka sahibi yargılanıp ceza aldı, birçoğu da yurtdışına kaçtı. TMSF'nin bir önceki başkanı Ahmet Ertürk döneminde hırsızların peşine düşüldü ancak tahsil edilebilen rakam 20 milyar TL'ye ancak ulaşabildi. Bu arada, banka sahiplerinin oluşturduğu zarar sadece devletin hanesine yazılmadı elbette. 2000 – 2002 arasında bankacılık sektöründe çalışan 47 bin beyaz yakalı, işsiz kaldı. Bankacılık sektörü 2001 krizi öncesi istihdamına ancak 2010'da ulaşabildi. Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın kısa süre önce bürokratlara hazırlattığı çalışma ise sürecin devlete toplam maliyetini de ortaya koydu. 2001 krizi sebebiyle oluşan yükü temizlemek için hazırlanan özel tertip Hazine kâğıtları Ziraat, Halk, Emlak Bankası, Merkez Bankası ve TMSF'ye verildi. Hazine'nin nakit ihtiyacını karşılamak adına yapılan bu işlem için devlet en son 2010'da 14 milyar 738 milyon liralık ödeme yaptı ve borçlar bitti. Böylelikle devlet, enflasyon ile güncellenmiş rakamlara göre, 2001 krizinin oluşturduğu kara deliği kapatmak için toplam 251 milyar 563 milyon TL ödedi. Başka bir ifade ile 28 Şubat'ın ekonomik sonucu denebilecek 2001 krizi, 2010'da bitmiş oldu.
5'li Çete
28 Şubat sürecinin başaktörleri arasında “5'li Çete”yi saymak hiç de yanlış olmaz. İş dünyasının önemli kuruluşları; Türkiye İşverenler Sendikası Konfederasyonu (TİSK), Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu (TESK), Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB), Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK- İŞ) ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) 5'li Çete'nin üyeleri olarak sayılıyordu. Başkanları Refik Baydur, Derviş Günday, Fuat Miras, Bayram Meral ve Rıdvan Budak, o dönem sivil siyasete karşı yapılan darbenin ‘sivil' ayağını oluşturuyordu.
Refik Baydur, ‘Bizim Çete' adıyla dönemin kitabını da yazdı. Fuat Miras, TOBB Başkanı'ydı ve 5'li Çete'nin en güçlülerinden biri sıfatıyla 28 Şubat sürecine destek verdi. Postmodern darbenin sendikacı iki ayağından biri Bayram Meral, 10 yıl Türk-İş'te başkanlık yaptıktan sonra 2002 yılında CHP'den milletvekili seçildi. ‘Bizim Çete'nin diğer işçi patronu, DİSK Başkanı Rıdvan Budak, 1999 seçimlerinde DSP'den milletvekili oldu. Kısa süre sonra DSP'nin halk nezdinde inandırıcılığını kaybettiğini söyleyerek Ecevit'e karşı bayrak açtı. Bağımsız milletvekili olarak Meclis'te yer aldı. Dönemin TESK Başkanı Derviş Günday ise daha sonra CHP'den milletvekili seçildi.
28 Şubat'ın ekonomik aktörleri daha sonra basına yansıyan ifadelerinde, özeleştiri yapmayı da ihmal etmedi. Kamuoyunda “5'li Çete” olarak adlandırılan ‘sivil' inisiyatif, gelinen noktada 28 Şubat'ın kötü bir dönem olarak tarihe geçeceğini düşünüyor veya en azından bunu ifade ediyor. Dönemin DİSK Başkanı Rıdvan Budak, “Keşke 28 Şubat hiç olmasaydı, sivil siyasi sürecin önü kesilmeseydi.” diyor. TİSK Başkanı Refik Baydur da 28 Şubat'ın millete zarar verdiği görüşünde. Ne o günlerde ne de şimdi, rejim tehlikesi olmadığının altını çiziyor. Rıdvan Budak, 28 Şubat'ın 10. yılında yaptığı açıklamalarda, “27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat... Sivil siyasi sürecin önü hiç kesilmeseydi Türkiye bugün olgun bir demokrasiye sahip olurdu.” ifadesini kullanıyor. Görünen o ki, pek çokları gibi sürecin ekonomik aktörleri de o dönem koparılan fırtına ile bunun arkasından çevrilen dolapları ve milletin çalınan sermayesini artık içlerine sindiremiyor!
Her bankaya bir paşa!
28 Şubat döneminin karakteristik özelliklerinden biri de, batan bankaların bazılarının yönetim kurullarında emekli generallerin görev almasıydı. Peki, yönetim kurullarına giren generaller bankacılık veya finans sektörünü ne kadar biliyordu? Daha doğrusu görevlerine sektördeki birikimleri sebebiyle mi gelmişlerdi? Herkes biliyor ki onları bu görevlere getiren ana etken dönemlerinin ‘kudretli komutanları' olmaları, devlet içindeki güçleri ve kamuoyu nezdindeki itibarlarıydı. Silah zoruyla elde edilen itibarın iş bitirme gücü ise tartışılmazdı!
İşin garibi daha sonra banka patron ve yöneticileri yargılanırken, askerler davalardan muaf tutuldu. 1990–93 yılları arasında Kara Kuvvetleri Komutanlığı yapan Muhittin Fisunoğlu Genelkurmay Başkanlığı sırasını beklerken Doğan Güreş'in görev süresinin uzatılmasıyla emekliye ayrıldı. Fisünoğlu, Genelkurmay Başkanı olamayınca Sümerbank'ın Yönetim Kurulu üyesi oldu! Sümerbank Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Hayyam Garipoğlu yargılandı ve ceza aldı, hapse girdi ancak iddianameyi hazırlayan savcılar, onun mesai arkadaşı Fisunoğlu'nun ifadesini bile almaya gerek duymadı.
Aynı şekilde yöneticileri arasında ‘paşalar' bulunan Etibank ve İnterbank'ın da sadece patronlarının cezalandırılması tabii o dönem kimsenin ilgisini çekmiyordu. İşin tuhafı yönetim kurullarında paşa bulunmayan Yurtbank ve Egebank'ın ise hem patronları hem de bütün yöneticileri yargıya hesap verdi ve cezalandırıldı. 28 Şubat'ın ünlü generallerinden Güven Erkaya, daha önce el konan Bank Ekspres'in ve sürekli el değiştiren Kanal-6'nın patronu Korkmaz Yiğit'in danışmanlığını yaptı. Yiğit'in kimyasını değiştiren, hükümetler deviren Türkbank skandalı yaşanırken, kimse danışmanına soru soramadı. Etibank'ın paşası eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Vural Beyazıt, Dinç Bilgin cezalandırılırken, diğer yönetim kurulu üyeleri cezalandırılmadığı için sorgulanmadan serbest kalan isimlerdendi. Aynı şekilde içi boşaltılan İnterbank'ın yönetim kurulunda görev alan eski Jandarma Genel Komutanı emekli Orgeneral Teoman Koman da ne sorgulandı ne de yargılandı.
Bedelini kısmen ödeseler de, 28 Şubat döneminde banka patronları ve büyük şirketler paşaların itibar ve etkinliklerinden epey faydalandı. Bu arada hemen belirtmekte yarar var. 28 Şubat döneminde sadece bankalar değil, aralarında Türkiye'nin en büyük holdinglerinin de bulunduğu pek çok şirketin yönetim kurullarında da görev yaptı kudretli komutanlar! Nitekim bankalar için itibar ve güç anlamına gelen komutanlı yönetim kurullarının, aslında diğer yandan Türk ordusunun itibarını zedelemeye başladığını ilk gören isim, 1998 – 2002 arasının Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu oldu. Çünkü batan bankalar dolayısıyla paşalar kovuşturma geçirmese de, bu durumun kamu vicdanını yaraladığı aşikârdı. Kıvrıkoğlu'ndan sonra göreve gelen Orgeneral Hilmi Özkök ise sürece son noktasını koydu ve emekli generallerin banka yönetim kurullarında görev almasını yasaklayarak bir devri kapattı. Elbette bu kararla o karanlık dönemin sadece bir boyutu bitirilmiş oldu. Hukuki sorumluluklardan ve milletin gördüğü ekonomik zarardan, yönetim kurulu üyesi paşaların payına bir yaptırım düşüp düşmeyeceğini ise zaman gösterecek.