'5. Kat'

Tutuklu öğretmenin yaşadıkları vicdanları kanatacak cinsten.
5. Kat

Bir gece yarısı zilimiz çaldı. Kapımızda onlarca polis vardı. Önce yanlış bir yere geldiklerini sandım. Ellerindeki kağıtta ismimi ve adresimi görünce şaşkınlıkla içeri aldım.

Ben eğitime gönül vermiş, hayatında hiç suç işlememiş, suç işlenmesine engel olmak için de iyi insanlar yetiştirmeyi kendime gaye edinmiş bir öğretmendim.

Ama polislerin kapıyı çalışı, bana ve aileme karşı muamelesi o kadar kötüydü ki kendimi azılı bir seri katil veya insanlığı yok etmeye çalışan bir suçlu gibi hissettim. İçeri ayakkabılarıyla dalan polisler en mahrem yerlerimize kadar didik didik aradılar.

Ne buldular derseniz tabi ki hiçbir şey!

Zaten bir öğretmenin evinde suç unsuru taşıyan ne olabilirdi ki?

Ne olduğunu bile anlayamamanın şokuyla ailemle bile vedalaşamadan iki polisin ters kelepçe takıp koluma girmesiyle kendimi polis aracında buldum. Önce hastaneye sağlık kontrolüne oradan da nezarete getirdiler. Yol boyunca sert bir şekilde;

–İtiraf et kurtul!

–Biz biliyoruz sizin ne haltlar karıştırdığınızı!

–Buradan çıkışın yok, ya kendin anlatırsın ya da biz sana anlattırmasını biliriz!

-Öğretmenlik kisvesi altında devleti yıkmak ha! gibi sözleri ardı ardına söyleyip durdular.

Ben ise ne demeye çalıştıklarını ne ile suçlandığımı anlamaya çalışıyordum.

Nezarete atıldım atılmasına ama içerisi ana baba günü ne oturacak bir yer var ne de uzanıp yatabileceğin düzgün bir yatak. İki kişilik ufacık odada ondan fazla kişi vardı. İçlerinden biri bana seslendi;

–Gel kardeşim otur böyle. Sen yeni geldin birazdan alışırsın.

Sonra sırayla herkes kendini tanıttı. Kimi doktor kimi hâkim kimi polis toplumun farklı kesimlerinden bir sürü insan yaka paça gözaltına alınıp buraya toplanmıştı. Bana biraz moral verdiler ama hepsinin gözünde ne olacağını bilememenin verdiği korku çok net okunuyordu.

Niye, neden, niçin burada olduğumu bilmemek. Birazdan başıma neler geleceğini bilmemek. Etrafımdaki insanların buraya niye geldiğini bilmemek. Bir sürü bilinmeyen içinde çaresizce beklemek!

Bir ara çocuklarım geldi aklıma; polisler evi ararken onların ağlamaları canlandı gözümde. Acaba şimdi ne yapıyorlardı? Eşim onları teskin edebilmiş miydi? Ya eşim o ne haldedir kim bilir? Bir tarafta çocuklar bir tarafta benim akıbetim nasıl dayansın kadıncağız?

İçinden çıkamadığım düşünceler içinde kıvranırken kalın, hışırtılı bir ses ile kendime geldim.

–Tuvalet vakti!

Burada sabah, öğlen, akşam ve saatler yokmuş! Tuvalet ve yemek vakitleri varmış. Öğrendik kısa sürede. Herkes sırayla ihtiyacını giderip geldi. Bazıları abdest de almış. Ufacık koğuşta namaz kılanlar da oldu. Namazını kılan uzun uzun dualar ediyordu. Sonra aynı polisin sesi tekrar duyuldu.

– Mahkemeye çıkacaklar hazırlansın, dedi. Biraz sonra endişeli ve korku dolu bakışlar arasında nezaret boşaldı bir ben kaldım.

Aradan uzun zaman geçmedi bu sefer yeni insanlar geldi yine doldu. Bu sefer ben yeni gelen korkak ve endişeli bakışlılara teselli vermeye çalıştım kendi dertlerimi unutmaya çalışarak.

Sonra onlar da çıktı mahkemeye giden gelmiyordu. Ben ise sürekli nezaretteydim. Yeni gelenlere moral vermeye çalışsam da ben niye mahkemeye çıkarılmıyorum diye içten içe düşünüyordum. Gelip gidenin haddi hesabı olmayan, sıkıntılı, havasız, boğucu, pis mi pis, karanlık beş gün geçirdim.

Beşinci günün sonunda gece yarısı kalın naylondan nevresimleri olan, leş gibi kokan yatakta, zor bela uykuya dalmışken her zamanki kalın ve ürkütücü ses yine seslendi. Uyanır uyanmaz kime seslendiğini merak ettim. Bu sefer ağzından benim ismim çıktı. Tekrar seslendiğinde hemen kalkıp demir parmaklıklı kapıya yöneldim.

Kapı açıldı polis önde, ben arkasında merdivenlerden beşinci kata çıktık. Küçük karanlık bir odaya aldılar. Mahkemeye götürüleceğimi sanıyordum. Buraya niye getirildim diye sormaya kalmadan biri yüzüme güçlü bir tokat attı. Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken artarda gelen silleler yüzünden gözlerim karardı. Yüzüm çok şiddetli bir şekilde yanmaya başladı. Daha önce böyle kötü bir dayak yediğimi hatırlamıyorum. O kadar şiddetli vuruyorlardı ki oturduğum sandalyeyle birlikte yere yuvarlandım. Sonrasında birkaç tekme daha attılar. Sonrasını hatırlamıyorum.

Kendime geldiğimde nezarette yatıyordum. Yüzüm çok kötü acıyordu. Ellerimle yüzümü yokladım, değdiğim her yer zonkluyordu. Yavaş yavaş ayağa kalktım. Kalktıkça vücudumda vurdukları diğer yerler de acımaya başladı. Bir an düşündüm ben bu insanlara ne yaptım neden bana bunları yapıyorlar diye! Hayatım gözümün önünden geçti ama ömrüm boyunca hep iyi bir insan olmaya, iyi insanlar yetiştirmeye çalışmıştım. Bana yapılan muamele bilmiyorum, yapılmış mıdır en azılı katillere!

Daha bir iki saat geçmemişti kendime geleli, kalın sesli polis tekrar geldi. Beni çağırdı. Ürkek adımlarla gittim kapıya. Kolumdan tuttu ve yine beşinci kata çıktık. Bu sefer dayak atmadan önce soru sordular. Darbeye kalkışmışım! Ne dediysem dinletemedim. Yine dayak, yine dayak, bayılıncaya kadar dövdüler. Gözlerimi açtığımda yine nezarette yatıyordum ama bu sefer kollarımı bile kaldıracak halim yoktu. Her yerim acıyordu.

Sonra bir polis geldi elinde yiyecek bir şeylerle bir köpeğin önüne ekmek atar gibi attı ve gitti. Zor bela bir şeyler yemeye çalıştım. Biraz kendime geldim. Olanlara bana atılan dayaklara bir türlü anlam veremiyordum.

Dört gün boyunca beşinci kata çıkıp dayak yedim. Beşinci gün daha önce hiç görmediğim kendi aralarında “Deli” diye hitap ettikleri biri geldi beşinci kata. Daha odaya girer girmez başladı galiz küfürler savurmaya. Sonra ne oluyor demeye kalmadan beni aldı öldüresiye dövmeye başladı. Vurdukça vuruyor ağzıma, gözüme, karnıma, hayâlarıma… Sonra kendimi kaybettim.

Gözlerimi açtığımda soğuk beyaz fayansların üstünde yatıyor, hafif hafif üşüyordum. Birden tepemden aşağıya buz gibi soğuk su akmaya başladı, soğukluğuyla titremeye başladım. Deli dedikleri adam beni iyice ıslattıktan sonra tekrar öldüresiye dövmeye başladı. Sonra biri geldi Delinin elini tuttu.

–Bırak öldüreceksin,

–Sen karışma, deyip birkaç tekme daha attı karnıma.

Sonra Deli’nin elini tutan adam eğildi kulağıma

– Bak burada ölüp gideceksin suçunu kabul et kurtul, dedi.

– Bir suçum yok ki! dedim.

– Sana birkaç saat müsaade, sonra karar ver, dedi. Beni banyoda bıraktı.

Eşim, çocuklarım geldi gözümün önüne ve bir karar verdim. Çocuklarımı bir defa daha görmek, eşimi bir defa daha görmek, gün gelip mesleğime dönebilmek, sadece ölmemek için suçlamayı kabul ettiğimi söyledim. Beni mahkemeye sevk ettiler ve tutuklandım.

Bana bu işkenceleri yapanlardan ve engel olmayanlardan hem bu dünyada hem de ahirette şikâyetçiyim. Bunu herkes duysun diye bu mektubu kaleme aldım.

magduriyetler.com
09 Mayıs 2017 11:32
DİĞER HABERLER