Algı operasyonlarının arkasındakileri açıkladı!

Algı operasyonlarının arkasındakileri açıkladı!
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi, Psikyatrist Doç. Dr. Osman Abalı il Abalı, son günlerde sıkça kullanılan ‘algı operasyonu' kavramının arka planını anlattı.

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi, Psikyatrist Doç. Dr. Osman Abalı ile Türkiye'de toplumun son zamanlardaki psikolojisi görüşüldü. Zaman Gazetesi'nin haberine göre, Psiko-sosyal tespitleriyle dikkat çeken Abalı, son günlerde sıkça kullanılan ‘algı operasyonu' kavramının arka planını, bugün ülkenin nasıl bir ruh haline sahip olduğunu anlattı.

Bir süredir ‘algı ve algı operasyonu' kelimelerini her yerde duyuyor ve kullanıyoruz. Nedir algı ve algı operasyonu?

Kişinin günlük olayları değerlendirme, yargılama, muhakeme etme sonucunda bir karar varma süreci algı. Algı, kişinin bilinçaltından tutun, bugünkü psikolojik durumuna, yaşadıklarına, verilen mesajlara kadar birçok etkileşimle birlikte gerçekleşir. Geçmişine dair bilinçaltındaki duyguların durumların negatif veya pozitif olmasına göre de bugün farklılık gösterir. Siz algı yönlendirmesiyle siyahı beyaz beyazı siyah olarak tanıtabilirsiniz. Kişilerin algısı dıştan gelen uyaranlara göre de şekillenir. Dıştan gelen uyaranların rengi neyse kişilerin algısı da o rengi alır. Eğer kişi çok okuyan, altyapısı, birikimi olan, kolay kolay dıştan gelecek uyaranların etkisinde kalmayacak biriyse, (tabii ki bunlar istisnaları oluşturuyor) algısı daha farklı olabiliyor. Ama genel olarak toplumumuz okusa da okumasa da duydukları, gördükleri veya onlara anlatılan mesajlara açıktır.

Algı operasyonuna maruz kalma, bireyin toplumun altyapısıyla mı ilişkili?

Algıyı değiştirmek için az okuyan, kısmen eğitimsiz, altyapısı olmayan başkalarının dediklerine çabuk inanan kişileri seçtiğinizde çok kolay algı operasyonu yapabilirsiniz. Toplumumuza baktığınızda insanlar çok fazla okumuyor, araştırmıyor, farklı kaynaklardan bilgi edinmiyor. Daha çok görsel, yazılı medya üzerinden mesajları alıyor. Hangi olay olursa olsun, yazılı ve görsel medya üzerinden anormal işler bile normal olarak sunuluyor. Ya da normal kişiler anormal olarak gösteriliyor. Dolayısıyla algıyı yönlendirme hadisesi, kişinin daha çok bilgisinin olmadığı bir konuda yönlendirilmesidir. Çoğunlukla da yanlış yönlendirmek için kullanılır. Eğer telkine açık biriyseniz iyiyi kötü, suçluyu suçsuz olarak görebilir, itibarsızlaştırma oyunlarına kanabilirsiniz.

Bilgili, okuyan insanlar algı operasyonuna maruz kalmaz mı?

Kalabilir tabii ki.  Ama çabuk galeyana gelen, öfkelenen, sorgulamayan insanlar daha çok maruz kalır. Hainlik, devlete zarar vermek isteyen gizli odaklar, dış mihraklar,  insanların en hassas olduğu bayrak, vatan, millet, devlet, din kavramları üzerinden algı operasyonları yapılıyor.

Algı operasyonlarının arkasında kimler oluyor?

Daha çok gizli servisler ve psikolojik harp üniteleri var. Herhangi bir kurumu kamu nezdinde küçük düşürebilir, itibar suikastı yapabilirler rahatlıkla.

İtibar suikastı nedir?

Algı operasyonlarının temel amacıdır. Çok itibarlı birini asparagas bir haberle para, kadın düşkünü ya da vatan haini konumuna düşürebilirsiniz. Burada kişinin itibarının zedelenmesi var. Bunu yapan kişiler için, yaptıklarının bir dayanağının, delilinin olması çok önemli değil. Herhangi bir doğruluk payı olmadan direkt olarak iftira ve yalan ekseninde cereyan eder. Dolayısıyla itibarı zedelenen kişi bunu düzeltmeye çalışıyor. Ama nafile. Çünkü insanların zihninde büyük resim kalır.

Klişe ama çamur at izi kalsın taktiği gibi…


Kesinlikle, öyle. Kişilerin toplumu değerlendirmesinde büyük bir resim vardır. Bu resmin tonları ne kadar siyah, lacivert ya da  gri ise, o kişiler o kadar negatiftir. Pozitif renkler varsa o kişiler de pozitif değerlendirilir. Algı operasyonlarının amacı insanların zihninde mikro düzeyde insanların bilinçaltında büyük bir algı dönüşümüyle belli bir kişi veya kuruma karşı negatif cephe oluşmasını sağlamaktır. Ve çıkan haberler, yapılan yayınlar bu renklerin bir parçası olur. Sistem tamamen insanların bilinçaltını opere etmeye yönelik çalışır ve yeniden şekillendirme, dizayn etme meydana gelir. İnsanların belli kişi ve kurumlarla ilgili fikirlerini, bağlarını, bundan önceki yaşadıklarını yavaş yavaş değiştirip o insanlara karşı düşman haline getirmeye dönük bir süreç.

Yani  toplumsal dizayn, mühendislik söz konusu.

Evet, toplum mühendisliği yapılıyor. Belli kişilere, gruplara karşı bakış açısı tehlikeli argümanlarla yeniden dizayn ediliyor. Normalde ‘insanlık suçu' sayılır bu. Belli kişi ve gruplara karşı kullanılan dil, ne kadar sert ötekileştirici kutuplaştırıcı olursa, toplumda o kişilere karşı nefret, öfke ve zarar verme dürtülerine neden olur. Bu daha sonra şiddet olaylarına yol açar. Türkiye geçmişten bu yana çok sıkıntılı günler yaşadı, yaşıyor. Sivas, Çorum, Maraş ve Başbağlar olayları hep belli bir kesime karşı doldurulan, algıları değiştirilen kitleler tarafından yapıldı. Bunlar bir günde olup biten şeyler değil. Bu kutuplaşmaya zemin hazırlayanlar aslında ciddi bir suç işliyor. Bunları hep bilinçli yapıyorlar. Sistematik profesyonel bir algı süreciyle karşı karşıyayız.

Tehlikeli argümanlar dediniz…

Psikososyal olarak toplumun temel dinamiklerini ayakta tutan bazı değerler vardır. Bu dinamiklere dönük bir saldırı var. Kişileri din, dil, ırk, dünya görüşü olarak sınıflayan bir sistem. Ayrımcılığı genel olarak değerlendiriyoruz ama mezhep ayrımcılığı başlı başına suç. Örneğin iki genç ölüyor, biri 15 biri 19 yaşında; biri terörist diğeri kahraman ilan ediliyor. İkisi de çocuk. Ama toplumu bir arada, birlikte yaşama kültürünü destekleyen dinamikleri baltalıyor. Bir toplumu ayakta tutan dinamikler vardır. Birlikte yaşama kültürü, ortak paydalar, değerler, hedefler. Birlikte yaşama kültürünü destekleyen bir algıyı farklı argümanlar kullanarak sarstığınızda bu sefer kardeşler, eşler, komşular, aileler birbirine negatif bakıyor.  Toplumu mezhep, ırk, şucu bucu, dinsiz, ateist diye ayırmak çok kullandıkları bir yöntem.  Alevi, Sünni, Ermeni, Kürt, Gürcü, Laz, Süleymancı, Nurcu, paralel dinsiz, çapulcu, ayyaş dediğiniz zaman geriye toplumdan hiçbir şey kalmıyor. Aslında toplumun genel şablonunda herkes var. Ama algı operasyonları daha çok toplumun belli kesimlerini diğer kesimlerin nezdinde kötü hale getirmek, itibar kaybettirmek için yapılıyor.

Türkiye'ye bir düşman gerekiyordu, o da ‘paralel' oldu

Peki, insanlar bu bölünmenin farkında değil mi?

Değil. Çünkü operasyonu yapanlar ‘Bunlar kötü. Size, bize devletimize zarar verecekler. Kökünü kazıyacağız bunların' deyip önce korkutuyor sonra da ‘korkmayın biz varız' diyor. O zaman bireyler ‘bunlar zaten kötü olduğu, kötülük yaptığı için yetkililer böyle davranıyor, normal‘ düşüncesine kapılıyor. Bir süre sonra her türlü hak ihlali, hukuksuzluk toplum nezdinde normalleşiyor.  Algı operasyonları aslında insanları aptal yerine koyar. İnsanların karar verme mekanizmalarını yönetmeye çalışır. ‘Sen onun hakkında öyle düşünmezsin, böyle düşünmelisin' şeklinde bir yönlendirme yatar altında. Bunu insanlar başlangıçta ‘evet' olarak kabul ediyor, sonra kendi sisteminde değerlendirip reddetmeye başlıyor. İnsanları aptal yerine koymak, onların karar mekanizmalarına hükmetmek ‘siz bilmiyorsunuz, ben biliyorum' diye dayatmak belli bir süre sonra insanlar tarafından da reddedilir. Bir savaş hukuku uygulanıyor. İnsanlar da bu savaş hukukunu kanıksıyor. Şu an ötekileştiren nefret dili, algı operasyonlarının zeminini oluşturuyor.  Önce psikolojik bir zemin oluşturuyor baştakiler. Sonra insanların kafası karışıyor. Akabinde somut görünümlü içi boş operasyonlar yapılıyor ve insanların kafasında daha net ve somut hale getiriliyor. İnsanlar birbirine düşman nazarıyla bakmaya başlıyor. Kısaca algı oluştur, operasyon yap, tamamen ayrıştır. Hatta iki insanın bir araya gelip iletişim ortamı oluşturup tekrar konuşup, anlaşamaması üzerine bir sistem oluşturuluyor. Bütün bunlar bilinçaltında yoğunlaşmış bir nefret olduğunu gösteriyor. Yoğunlaşmış öfke şiddete dönüşür.

Bu şiddetin bir tezahürü mü paralel paranoyası da?

Bundan önce de farklı söylemler duyduk bu ülkede. Bu söylemlerin amacı ülkedeki gergin havayı devam ettirerek birilerinin farklı yerlerden rant sağlaması.  Bir yerde bir kargaşa varsa, orada yolsuzluk,  işsizlik, geri planda sorgulanması gereken problemler, suçlar, hatalar gündeme gelmiyor.

Düşman gösterme hali Türkiye'de son bulur mu?

5-10 yıl evvel askerî vesayet düşman olarak gösteriliyordu. Sonuçta belli bir kesim o vesayeti hedef olarak gösterip kendi sistemini onun üzerinden kurdu. O geçtikten sonra belli bir aşamada  bölücü terör örgütü düşman seçildi, onun üzerinden söylemler geliştirildi. Son aşamada da Türkiye'ye bir düşman gerekiyordu, o da ‘paralel' oldu. Bu düşman da suni bir şekilde oluşturuldu. Sistemdeki yolsuzlukların, aksaklıkların, hukuksuzlukların,  işsizliğin, sağlık ve eğitimdeki ciddi problemlerin gündeme gelmemesi için bir düşman havası oluşturuldu. Ve insanlar bu düşmanla korkutuldu. Bu da demokrasimizin çağdaş bir seviyeye gelmemesi, Türkiye'nin özgürlükçü bir ülke olmaması ve sürekli bir Ortadoğu ülkesi olarak kalması için birileri tarafından ortamın gerildiğinin, toplumun bölündüğünün, basit sebeplerle insanların ölmesinin sebebi.  İktidar iç-dış düşman siyasetiyle, varlığını  devam ettirmeye çalışıyor. Bu paralel paranoyası da tamamen siyasi iktidarın kendini korumaya,  açıklarını kapatmaya dönük oluşturduğu yersiz, gereksiz, saçma hiçbir şekilde inandırıcılığı olmayan komik bir iddia.

Toplum inanıyor mu paranoyaya?

Bazı insanlar var inanmaya hazır. Onlar zaten ne dense inanacak. ‘Marslılar geldi ülkemizi işgal etti' deseler, yine inanacaklar. Onlarda öyle bir süzgeç yok. Ama çoğunluk bunun safsata olduğunu, toplumu bölmeye yönelik bir algı operasyonu olduğunu düşünüyor.

Toplumun önemli bir kısmı, gözlerinin içine baka baka yalan söylendiğinin farkında. Bir lider, bir insan neden yalan söyler?


Kişi mitomanikse yalan söyler. Mitomanik kişilerde bir süre sonra yalan sistemi oluşur. Bu sistem o kişinin kendini hayatta tutması için gereklidir. Yalan yalanı doğurur ve kişi bir süre sonra kendi söylediği yalanına inanmaya başlar. Bu yalan sistemiyle kamuoyu oluşturmaya başlar. En azından şu an gözümüzün içine baka baka yalan söyleyenlerinki böyle. Yalan da algı operasyonlarının bir parçası. Yalan, iftira olmadan algı operasyonu olmaz. Burada istenen yalan iftira ve haksız ithamlarla toplumun gözünden düşürüp güvenilirliğini, itibarını azaltmak. Dolayısıyla o kesimi ötekileştirerek toplumdan izole etmek, yok etmek.

Bu algı operasyonları uzun vadede etkili olur mu, toplumu nasıl etkiler?


Algı operasyonları hiçbir zaman başarıya ulaşamaz. Bu konuda herkes rahat olsun. Çok ciddi bilinçaltı temeli olmadığı için, uzun süre etkili olacağını sanmıyorum. 2-3 yıllık gazete televizyon haberiyle, birinin sürekli birilerini suçlamasıyla bir yere kadar.  Bir süre sonra insanlardaki etkisini kaybedecek. Ki şu an bu etkiyi kaybetmeye başladı bile. İnsanlar bu türlü söylemlerden bıktı, konuya duyarsız hale gelmeye ve tepki vermemeye başladı.  Bunun ardından saçma, yersiz bir iddia olduğunu, haksızlık yapıldığını düşünüyor.  Vicdan mekanizması harekete geçiyor. Dolayısıyla vicdanlı sesler, ötekileştirilen insanların hak ve itibarını geri iade edecektir.

Sizce toplumun genelinde umut, korku, endişe, belirsizlik duygularından hangisi hâkim?

Maalesef toplumda gri bir renk görüyorum. Siyah değil. Toplum artık bıkmış durumda. En büyük problemleri güven. Toplum hiç kimseye güvenmiyor. 10 yıl önceki devletin söylemleriyle 10 yıl sonraki devletin söylemleri yüzde yüz zıt.   Devletine karşı ekonomik, siyasal ve sosyal olarak güvenmeyen bir halk var. Güven olmadığı için de halk gergin, huzursuz. Güven duymadığınız yerde huzur bulamazsınız. İnsanlar tedirgin,  diken üstünde. Her an bir şey olacakmış gibi yaşıyor. Son iki yılda yaşanan travmalar buna iş kazaları, terör örgütünün şiddeti, artan şehit haberlerinden dolayı toplum zaten psikolojik olarak yorgun, tükenmiş. Tam huzur, güven, düzen beklerken hem dünyada hem de ülkemizde yaşananlar insanların iç dünyasında bir kaos oluşturuyor. Buna en çok da devlet sebep oluyor. Şu anki devlet, halkına huzur vermiyor. Ve güvensiz, huzursuz bireyler evinde, işyerinde, sokakta, trafikte sorun çıkarır. Bu insanlara dokunsanız hemen şiddet gösterir. Siyasiler, devleti yöneten kişiler problem çözme tekniği olarak iletişimi değil,  kavgayı, şiddeti nefret dilini, pasif agresyonu saygısızlığı tercih ediyor.  Ve bu yüzden toplumsal bir cinnete doğru gidiyoruz. Toplum şu an patlamaya hazır bomba.

Toplumun bu gidişatından dolayı bunalan ve size gelen insanlar var mı?


Geçen yıl ülkemizde 40 milyon anti-depresan satıldı. Milyonlarca çocuk-genç-erişkin, anti-depresan kullanıyor. Bu rakamlar çok ciddi. Geçen yıl 250 bin çocuk mahkemeye düştü. 120 bini suç işlemiş. Hapishane kontenjanları 120 bin ve hâlâ yetmiyor.  Dışlanmaktan, yoksuzluktan, nefretten, her türlü adaletsizlikten dolayı hayata bakışı negatif gençlerin.  Ve bir çıkış arıyorlar. Durumu iyi olan, yurtdışını düşünüyor ‘bu ülkede yaşanmaz' diye. Parası olmayan ise suç işleyen, çetelere karışan bir hale geliyor. Diğer grup ise depresif. Kendini müziğe, internete vererek gerçeklerden kaçıyor. Devlet, eşit adaletli, özgür, güvenilir,  ayrımcılık olmayan bir ülke sağlayamıyor.  Ülkemizdeki milyonlarca genç karamsar. Yüzde 18,9 işsiz genç var. Her 5 gençten biri işsiz yani. Bu da topluma entegre olmayan, yaşadığı toplumu kabul edemeyen genç kitle oluşmasına neden oluyor. Ve bunlar en küçük bir sokak olayında içlerindeki öfkeyi dışa vurmaya hazır.

Devlet, STK'ları kendine rakip olarak görüyor


Topyekün bir iyileşme nasıl mümkün olur?

Topyekün iyileşme için bireye, aileye ve devlete düşen görevler var. Birey hemen her şeye inanmasın. Çok okusun, farklı kaynaklardan araştırsın. Toplumun büyük resmini görerek topluma ait bazı sorunları kendi açısından analiz etsin. Birey toplumun akışını fark eden bir altyapıya sahip olursa altyapısı iyileşir ve güçlenmiş olur. Aileye dönük güçlendirme çok önemli. Aile yapısının kuvvetlendirilmesi için de sivil toplum, eğitim kurumları,  okullar, aileleri yalnız bırakmamalı. Ailenin baş etme mekanizmalarını geliştirecek çözümler geliştirmeli.

Ya devlet?


Devlete düşen ise bütün rolmodel konumundaki insanların, cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, siyasetçi, sanatçı sert şiddet söyleminden vazgeçmeli. Konuşulan ses tonu bile çok önemli. Siyasetçiler birbirine bağırarak konuşmasın çünkü halka da bağırarak konuşmayı öğretiyorlar. Sonra vatandaş da ‘Eyy şu!' diye parmağını sallayarak konuşuyor. Her şeyiyle hırçın tepkisel huzursuz bir birey çıkıyor karşımıza. Pozitif, birleştirici, sevgi içeren, dünya görüşüne göre değil çalışma gayretine göre iş veren, emeğinin karşılığını veren bir devlet olmalı. Toplumu bir arada tutan köklerin korunması için milli manevi duyguların ön plana çıkarılması gerekiyor. Bugün maalesef cami kürsülerinde bile iç-dış düşman diye kutuplaştırıcı hutbeler yapılıyor. Yan yana namaz kıldığına ‘Acaba bu iç düşman mı?‘ diye bakar hale geldi insanlar. Bu anlayış Diyanet aracılığıyla yayılıyor üstelik. İnsanlar okulda, işte, sokakta, kahvede birbirine düşman gibi bakıyor. Üstelik bu, dini koruma adına yapılıyor. Dinî ve milli değerler kullanılarak nefret dili aşılanıyor. Bu tutumdan hemen vazgeçilmeli. STK'ların, eğitim kurumlarının, toplum tabanı için önemli işler yapan kişi ve kurumların desteklenmesi gerekiyor.  Toplum için çalışan sivil dinamiklerin ön plana çıkması lazım. Maalesef devlet, STK'ları kendine rakip olarak görüyor. Hiçbir ülkede, modern toplumda görülmeyecek bir anlayışa sahip devlet. STK'lar desteklenmesi gerekirken engelleniyor. Yardım yapacaksınız, izne tabi oluyorsunuz. Okul açacaksınız, açamıyorsunuz. Bu aklın mantığın kabul etmediği bir bakış açısı ve müdahale tarzı.ZAMAN

23 Kasım 2014 08:44
DİĞER HABERLER