'Birleşen Gönüller' üzerine muhteşem analiz

'Birleşen Gönüller' üzerine muhteşem analiz
Yrd.Doç.Dr.Vedat Bilgiç, cuma günü vizyona giren Birleşen Gönüller'i analiz etti, film hakkında övgü dolu cümleler kullandı...

Yrd.Doç.Dr.Vedat Bilgiç, Birleşen Gönüller filmi hakkındaki izlenimlerini kaleme aldı. Filmlerin toplumlar için birer rüya olduğunu söyleyen Bilgiç, 'Birleşen Gönüller' filmi için, "çok şükür bu bir rüya değil, gerçek."dedi. İşte o yazının tamamı;

'Birleşen Gönüller' sinema filmi üzerine bir analiz

“Sinema ve filmler topluca görülen bir rüyadır” der bir düşünür. Bu düşünceyi bir adım öteye götürerek şöyle demek isterim; “Eğer toplumlar bir insan olsaydı rüyaları filmler olurdu.”
Rüyalar hakikatin mecaz elbisesiyle ete kemiğe bürünmesidir ve bazen de kollektif bilinçaltını yansıtırlar. Bir toplumun bilinçaltını anlamak istersek filmlerine bakmak fikir verici olacaktır. Bir insanı anlamak içinde rüyalarının izini takip etmek ve yürüdüğü yolu anlamak mümkündür. Bazen insan bir rüya görür ve bu rüyadan uyanmak istemez. Bazen de gördüğü kötü bir rüyadan uyandığında rahatlar. Hiç uyandığında “çok şükür rüya değil, gerçekmiş” diyerek ‘oh’ çeken birisine rastladınız mı? Birleşen Gönüller sinema filmini izlediğimde filmi sonunda “çok şükür bu bir rüya değil, gerçek”dedim.

İç içe geçen zaman dilimlerinde gidip gelen bu sinema filmi, ikinci dünya savaşında başlayıp bin dokuz yüz doksan iki yılına uzanan bir aşk hikayesini konu alıyor. Bu filmi izledikten sonra, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Aslı ile Kerem’in yanına Cennet ile Niyaz’ın da ismini yazıyorum zihnime. Gerçek aşkın ateşini kavuşmaktan çok ayrılık rüzgârının harlandırdığını bir kere daha hatırlatıyor bize bu film. Aşkın,eşini ölene kadar bekleyen bir turna sabrıyla beklemek olduğunu ve aşıkların gerçek kavuşmalarının mahşere kaldığını anlatıyor bu hikaye bir kere daha.

İkinci dünya savaşında Nazi ordularının toplama kamplarına sadece Yahudileri değil Kuzey Kafkasya Türklerini de götürdüklerini şaşırarak öğreniyoruz bu film sayesinde. 1992 de İzmir’den yola çıkan adanmış hizmet insanlarının Zümrüdü Anka’nın Kaf Dağına yolculuğu gibi bilinmeze doğru çıktıkları bir seferle başlıyor bu rüya. Ancak Kaf Dağına yolculuk öyle kolay değil, sarp yokuşlar, derin vadiler var yollarda. Geçici heveslerle bu yolların aşılamayacağı aşikar. Film,bu badireleri bir bir aşan bahadırların öyküsüne de yer veriyor.
Gurbetin, sılanın, sabrın ve beklemenin ne demek olduğunu hissettiriyor izleyiciye... Seyirciye gerçek bir seyir yaşatarak, Zümrüdü Anka’nın menziline doğru yol aldırıyor.

Yıl bin dokuz yüz kırk bir. Efsunlu bir yaz günü aşkın toyu var bir Kafkas çayırında. Cennet ve Niyaz’ın düğünü oluyor. En mutlu,ama tek mutlu günlerini yaşadıklarını bilmiyorlar henüz. Kelebekler içinde dans ediyorlar. Kendilerinin olmayan bir savaş onları birbirinden ayırıyor. Söz veriyorlar birbirlerine kavuşmadan ölmemek için.

50 yıldır tren istasyonunda Niyazı bekleyen Cennet Türk Okulu için gelen öğretmenlerle tanışıyor. Gönül köprüleri kurmaya geldik diyen bu gönül insanlarının aslında Niyazı Cennetle buluşturacak kişiler olduğunu anlıyoruz daha sonra. Gerçek okulun insana sonsuzluk yolunu gösteren sırlı bir anahtar olduğunu gösteriyor bu rüya seyirciye. Zümrüdü Anka kuşu gibi sonsuzluğun yolunu gösteren bir rehber olan öğretmenlerin hikayesi bu düş. Filmin finalinde, yani bu düşten uyandığımda gördüm ki bütün dünya Zümrüdü Anka kuşlarının şen şarkılarıyla cıvıl cıvıl. Derin bir oh! çekerek ‘çok şükür rüya değil gerçekmiş’ dedim, içimi kaplayan coşku meltemiyle…

Bu rüyanın yorumu ne ola ki diye sorarsanız söyleyeyim: Toplumların da bir şahsı manevisi vardır. Yıllardır kendilerinin olmayan bir savaş yüzünden ayrı düşmüş kardeş toplumlar, aşıklar gibi kavuşacakları günü sabırla bekliyordu. Bu toplumlar arasına gönül köprüleri kurdu Türk Okulları... Bu gönül köprüleri nice gönülleri birleştiriyor şimdi… İşte benim gördüğüm rüya bunu anlatıyordu.

Yrd.Doç.Dr.Vedat Bilgiç / Psikiyatrist&Psikoterapist

26 Ekim 2014 09:04
DİĞER HABERLER