Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, haftanın Bamteli sohbetinde şu konuları anlattı:
*Fırtınalar ne kadar muhalif eserse essin, hakiki mü’minler, tam bir tevekkül içinde, hızlarını biraz daha artırmaya bakarlar; sistemlerini daha bir ciddi nazar-ı itibara alır, gözden geçirirler; şartların, genel durumun ve atmosferin müsaadesi nispetinde hızlı hareket etmeye çalışırlar.
Yaşadıklarımız, Allah’ın Cebrî Lütuflarıdır!..
*Sıkıştırılan insanlar -zannediyorum- o sıkışma içinde biraz durur, düşünür ve alternatif yollar oluştururlar. Belki şartların el verdiği, başkalarının destek olduğu, dayanağın/payandanın mebzulce bulunduğu geniş zamanda insan bir kısım hususları düşünemeyebilir. Ama şartların el vermediği yerlerde, o güne kadar hiç akla gelmeyen enteresan, sürpriz şeyler insanın aklına gelebilir. İhtimal, muztarrın duasının kabul edilmesi de bununla alakalıdır. Öyle bir ıztırar hali söz konusu olmayınca, sıkışmış bir kalble, çaresizlik ruh haleti içinde ve yürekten Cenâb-ı Hakk’a teveccüh olmayabilir. Nasıl olsa her şey -halk ifadesiyle diyeceğim- “tıkırında gidiyor” ise, insan -bir yönüyle- duyması gerekli olan endişe verici şeyleri duyamayabilir. “Çaresiz, dua ettiği zaman o duaya icabet eden kim?” İşte o ruh haleti ve böyle bir sıkışmışlık, dua, tazarru ve niyaz adına öyle şeyler ilham eder ki; sâir rehavet ve rahatlık zamanlarında, herkesin el verdiği, destek olduğu dönemlerde, insan, Rabbimize karşı o ölçüde bir münasebeti düşünemeyebilir. Bu açıdan da sıkıştırılmada bile bir vech-i rahmet söz konusudur. Hazreti Pîr “cebr-i lutfî” tabirini kullanır; evet, yaşanılanlar bir yönüyle cebrî bir lütuftur.
*Allah Teâlâ cebren size bir lütufta bulunuyor. Bir yönüyle sizi daha duyarlı, daha hassas, daha alıcı bir hale getiriyor. O hale gelince, ciddi bir metafizik gerilim olur. Sonra da Allah’ın izni ve inâyetiyle itilirsiniz, yan yana gelirsiniz, kafa kafaya verirsiniz; enerjiniz birden bire o sinerji ile artar, köpürür. Allah’ın izniyle, o güne kadar yaptığınız şeylerin on katını yapabilirsiniz.
Elmas İle Kömür Ayrılıyor
*Bu arada, sizinle aynı duygu ve düşünceyi paylaşmayan ve aynı recâda müttefik olmayan insanlar da şöyle böyle elenir giderler. Çok tekerrür ettiği gibi, altın-kömür birbirinden ayrılır. Elmas ruhlar, kömür ruhlu insanlardan ayrılırlar.
*Yine de öylelerine sırt dönmemek, onları terkliğe terk etmemek ve kendilerini terk edilmişlik içinde hissetmelerine meydan vermemek lazım. Ama bununla beraber çok defa sizinle yürüdükleri yolda size ayak bağı olduklarını da unutmamak lazım. Böyle bir dönemde o korku, o telaş, o endişe, o ye’se kapılmışlık, o recâsızlık gibi estirdikleri hava ile -zannediyorum- sizin kuvve-i mâneviyenizi de kırarlar. Bu açıdan, bazı kimselerin “Kalbimiz sizinle beraber ama şimdilik bizimle meşgul olmasanız…” deyip bir kenara çekilmeleri iyi olmuştur. Biz de onu öyle olduğu gibi kabul edelim; onların o dediklerini tebessümle karşılayalım. Bir vech-i rahmet vardır. İnşaallah, iyi zamanda yine yanınıza gelirler, siz de meseleyi hiç görmemiş gibi davranırsınız; tam öfkelenilecek yerde öfkenizi yutarsınız.
*Kur’an-ı Kerim, “O müttakîler ki, bollukta da darlıkta da Allah yolunda infakta bulunurlar, kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler. Allah, böyle iyi davranan ihsan ehlini sever.” (Âl-i İmrân, 3/134) mealindeki ayet-i kerimede öfkesine mağlup olmayanları, bilakis onu yenip akl-ı selimle hareket edenleri nazara vermektedir. Öfkesini yutan, hiddet ateşini sabırla içinde tutup boğarak söndüren, zarar gördüğü kimselerden öç almaya gücü ve kudreti olsa dahi intikama kalkışmayan ve kötülük edenlere karşı afv ile muamelede bulunan kimseleri takdirle anmaktadır.
Öz Kimliğimize Sâdık Kalmalıyız
*Bazı ahvâl oluyor ki, bazı şeyler insanlık piyasasında, pazarında, çarşısında revaç buluyor. Bir dönemde bakıyorsunuz ki yalan, râiç. Bir bakıyorsunuz, bir yerde tezvîrât başını almış gidiyor. Bazı dönemlere bu türlü mesâvî hâkim oluyor. Birileri, birilerini sürekli çekiştiriyor, iftirada bulunuyor, intikam hissiyle hareket ediyor. İntikamını alamayınca oturup düşünüyor; “Ne desem? Ne etsem? Nasıl karalasam?” diyor. Dolayısıyla atmosfer bu mülahazalarla ve bu mülahazaların seslendirilmesiyle kirleniyor. İşte böyle bir dönemde insanın kendisi olması; kendi öz kimliğini koruması çok önemlidir.
*Allah ile münasebetimiz açısından kendi kimliğimizi sık sık birbirimize hatırlatmamız lazım. Biz mü’miniz! Mü’min, yeryüzünde emniyetin ve güvenin teminatçısıdır. Herkes en mahremini -eşini, kızını- götürüp onlara teslim edebilir ve gözü arkada kalmaz. Hiç olmayacak emanetler onlara tevdî edilir; sahiplerinden daha ciddî bir hassasiyetle o korunmuş olur. Mü’min budur! Mü’min gezip dolaştığı her yerde bir güven atmosferi oluşturur. Bu, hakiki mü’min olanların gerçek kimliğidir. Bu gerçek kimliğin de arka planı esasen Allah ile münasebettir. Allah ile münasebet meselesini ifade eden şeyler de ubûdiyet-i tâmmedir, ihlas-ı tâmmdır, ihsan-ı tâmmdır, rıza-yı tâmmdır, tevekkül-ü tâmmdır, teslimiyet-i tâmmedir, sika-yı tâmmedir. Bunlarla insan Allah ile münasebetini takviye etmiş, kopmaz hale getirmiş olur.
Ahirzaman Nezlesi ve Zükâm’a Tutulanlar
*Hazreti Sâdık u Masduk (aleyhissalatü vesselam) Efendimiz’in “Âhir zamanda bir duman zuhûr edecek; kâfirleri öldürecek ve mü’minleri de zükâm yapacaktır.” buyurur. Âhir zamanda öyle şeyler ortaya atılacaktır ki, inançsızlar hemen kendilerini salıverecek, gördükleri karşısında adeta baygınlaşacak, sonra şuursuzca onların içine atlayacak ve helâk olup gideceklerdir. İnananlar ise, neticesinin nereye varacağını bilemedikleri o sonradan doğma şeylere belki hemen kendilerini kaptırmayacaklardır ama onlar da bir baş dönmesi, bir bakış bulanıklığı ve kısa süreli de olsa bir şaşkınlık yaşayacaklardır. Arap dilinde bu husus “umumî havadan etkilenme neticesinde gözlerin yaşarmasını, burnun akmasını ve beynin karıncalanmasını” hatırlatan bir deyim olarak “zükâm” ile ifade edilmektedir ki; biz bunu, kendi lisan zevkimiz zaviyesinden “Bazı fanteziler öyle câzip hale gelir ki, insanların başları döner, bakışları bulanır, ağızlarının suyu akar ve kendilerini onların içine bırakıverirler.” şeklinde anlayabiliriz.
*Bu açıdan “kendi kimliğimiz” derken, üzerinde hassasiyetle durduğumuz şey, düşüncelerimiz, tavırlarımız ve davranışlarımız itibarıyla bir farklılık ortaya koymak; asla şirretliklere, bağırıp çağırmalara girmemek; ayrıca yalana-dolana, iftiraya, tezvîre, tenkîle, tehcîre, tehdîde, insanları korkutmaya ve sindirmeye matuf şeylere kulak asmamaktır.
Aldananlardan Olmamak İçin Siz Kendinize Bakınız
*Hazreti Pir, bizim hesabımıza şöyle diyor: “Eyvah, aldandık! Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik. Evet, şu güzerân-ı hayat bir uykudur; bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi bir rüzgâr gibi uçar, gider.” Evet, bu kısa ömür, bu kısa dünya hayatı çok çabuk bitecektir; insana düşen aldanmamaya çalışmaktır.
*Ebediyet âlemine adımınızı attığınız zaman geriye dönüp bakacaksınız: “Allah Allah, dakikaymış bu ya!” diyeceksiniz. Hele o cennetin göz kamaştıran, şûle-feşân, dilnişîn bağ ve bahçeleri, yalıları, villaları ve bunların üstünde bunları gölgede bırakacak şekilde Cenâb-ı Hakk’ın cemâl-i bâkemâlini müşahede etme, “Ben sizden razıyım!..” hitabıyla orada kendini salma öyle şeylerdir ki dakikası dünyanın binlerce senesine muâdil gelir. Öbür tarafa gittiğiniz zaman göreceksiniz bunu. Bu açıdan aldanmamak, bu kısa dünya hayatında güft-ü gûya, dedikoduya, başkalarının yaptığı çirkinliklere iştirak etmemek lazım.
*Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır.