'İslama değil öfkesine teslim Müslümanlar'

'İslama değil öfkesine teslim Müslümanlar'
Samanyoluhaber.com yazarı Eyüp Ensar Uğur, 20 Kasım 2003 tarihinde bombalanan İngiltere Konsolosluğuna saldırısında yaşananlara yakından şahit olduğu ve akabinde bu saldırının sebeplerini araştıran Fİnli gazetecilerle yaptığı röportajı anlayan bir yazı kaleme aldı.
Samanyoluhaber.com yazarı Eyüp Ensar Uğur,  20 Kasım 2003 tarihinde bombalanan İngiltere Konsolosluğuna saldırısında yaşananlara yakından şahit olduğu ve akabinde bu saldırının sebeplerini araştıran Finli gazetecilerle yaptığı röportajı anlayan bir yazı kaleme aldı.

Yaşanan korkunç saldırıdan hemen önce olay yerinde olduğunu söyleyen Uğur,"Patlama anında hissettiklerim inanılmaz bir duyguydu" diyerek olayların akabinde yaşananları ve bu saldırının gerçekleşme sebebini araştıran gazetecilerle yaptığı röportajı anlattı.

İŞTE EYÜP ENSAR UĞUR'UN YAZISI

İslama değil öfkesine teslim Müslümanlar

Bundan tam on bir yıl öncesinden yani 20 Kasım 2003'ten itibaren hayatımın uzatmasını yaşıyorum desem yanlış olmaz.

O gün İstanbul’daki El-Kaide’nin peşi sıra bombalı saldırılardan biri olan İngiltere Konsolosluğuna saldırının yapıldığı tarih. 

BOMBALAMADA ORADAYDIM 

Saldırı esnasında Konsolosluğun kapısının hemen yakınındaki binanın giriş katındaydım, burası o dönem çalıştığım mekandı.  Yani o günlerde devamlı bulunduğum yerin hemen 15 m ötesine beş yüz kg ağırlığında bombayla saldırı yapıldı.

Patlamadan birkaç dakika önce dışarıda, ölümcül noktada iken benimle görüşmek isteyen kişilerin olduğu söylenince içeri girdim. Bu kişiler, yapılması gereken bazı acil işler için bir hafta boyunca her gün geliyorlar diye beklediğim insanlardı. Ben onlara bu gecikme sebebiyle kızarken kaderî İlahi geç kalmalarını kurtuluşuma vesile yaptı. İçeride olduğum o anlarda patlamayla birlikte üç-dört metre savruldum.

Patlama anında hissettiklerim inanılmaz bir duyguydu.

Tüm her Şey salise içerİsinde cereyan etti.Nasıl tarif edebilirim bilemiyorum ama öyle gürültülü uzunca Boooom! değildi duyabildiğim, çok kısa ve ani kalleşçe bir Bom! İdi O kadar, her şey bir anda yıkılıp altüst olmuştu. İlk anda şok halindeydim ve öldüğümü zannettim. Hatta öldüm ama acısını hissetmedim, şehit miyim neyim diye de düşünmedim değil yani ? .Sonrasında her taraftan feryatlar gelmeye başlayınca halen dünyada olduğumu anladım ve utandım kendimi şehit sanmaktan. 

Evet Rabbime hamdolsun ayağa kalkabildim ve sonrasında tüm vücudumu kontrol ettim. Ayağımda küçük bir sıyrık dışında bana bir şey olmamıştı. Ama kulağımda patlamanın şiddetinden olsa gerek gürültülü bir uğultu vardı.

Önüme yığılmış olan duvar ve eşyaların üzerinden tırmanarak dışarıya çıktım. Her taraf dağılmış, yerlerde ise cesetler ve yaralılar vardı, başından kötü yaralanmış bir arkadaşı alıp oradan hızla uzaklaşıp caddeye doğru yol aldık. Bir taksiyle Taksim İlk Yardım Hastanesine yetiştik, Allah’a Şükür o yaralı uzun bir yoğun bakım sonrası kurtuldu. 

Olayı o dönem bir çok kanalda anlatmıştım..En ilginci Finlandiya devlet televizyonuyla olandı. Sokak röportajında yaşadıklarımı ve olayla ilgili tespitlerimi ilgi çekici buldular ve bir gün sonra Finli bir bayan muhabir eşliğinde belgesel tarzında bir çekim ve röportaj yaptılar.

Konu “İslâm mı teşvik ediyor kimseyi ayırt etmeden yapılan bu saldırıları?” sorusuna cevap aramaydı. Uzunca ve hoş bir söyleşi oldu ve sonrasında da Finlandiya'da birçok defa yayınlanmış bu belgesel tarzı yayın . 

Maalesef, yıllar boyu Irak, Afganistan, Suriye gibi yerlerde sürekli bombaların patlatılması sonucu yüzlerce ana yavrularının öldürülmesinin haberleri belki burada kanıksanıp umursanmayan bir hale dönüşmüş olsa da ben de yaşadıklarımdan dolayı etkisi çok fazla. Bazı zamanlar hatırladıkça bende ürperti hasıl ediyor.  Zira yaşamak; duymakla, izlemekle anlaşılacak gibi değil.

Kendimizce Ensar olmaya çalıştığımız Suriye'li Türkmen muhacir bir kardeş ailemiz var. Bizlere çok fazla teveccüh eden aile reisine; bu İngiltere Konsolosluğu’na olan saldırıyı sizler Suriye’de nasıl karşılamıştınız diye sorduğumda o:

-Ne yalan söyliyeyim; haberlerde ingiliz Konsolosu bombalı saldırıda öldürüldü denince oradaki Müslümanlar olarak çok sevinmiştik, hatta kimi yerde sevinç ve kutlama yürüyüşleri bile yapılmıştı. dedi

Biliyor musun o saldırıda ben de az kalsın o konsolosla birlikte gidiyordum mezara,  Allah'ın lütfu olmasaydı biz hiç tanışamayacaktık bugün dedim.

Her ne kadar kimi yerde Müslümanlar, ölen gayrimüslimlerden dolayı çok sevinseler de Finlandiya devlet televizyonuna bu tür saldırıların İslâm’da yeri asla olmadığını en azından benim inandığım İslam’ın bunu emretmediğini söyledim. 

Bayan sunucu,” Peki bu saldırıların kaynağı nedir?” diye sorduğunda:

 - İslamın ölçü ve prensiplerinden öte bir reaksiyon yani aynı şekilde ölçüsüz intikam alma duygusu. Yani Batılı güçlerin kendince bazı teröristleri vurmak için sivil yerleri bombalamasının benzeri masum, mücrim ayırt etmeden yapılan bir karşılık.

Sizce İslam’a göre nedir doğrusu?, diye sorduğunda:

İslâm’da savaş hukukunun bulunduğunu, masumlara zarar verilmesinin kesinlikle yasak olduğunu, yaşlılar, kadınlar, hayvanlar hatta ekinlere bile zarar vermeye izin olmadığını, düşman ne yaparsa yapsın İslam’ın nerede nasıl davranılacağını belirlediğini anlattım. 

Libyalıların İtalyan işgaline karşı direnişin sembolü olan Şeyh Ömer Muhtar’a kendi askerleri,

-Neden onların bizim esirlere yaptıklarını biz onlardan ele geçirdiklerimize yapmıyoruz, dediklerinde Ömer Muhtar hz.leri:

- Bizim hocamız İtalyanlar değil ki evladlarım, dediğini söyledim. 

Bu konuda ayrıca İslam’ı en iyi anlayan ve yaşayan öncülerden olan Hz. Ali'nin şu sözünü aktardım:

"Bir gemide bulunan yüz kişiden doksan dokuz'u öldürülmeyi hak eden birer mücrim de olsa, İslam o bir masumun hakkı için o geminin batırılmasına salık vermez."

Velhasıl o acı olay sonrası, lütfedilen ömür içerisinde Dünyanın birçok yerini gezip görme nasip oldu. Birçok ülkeyi sahip olduğu tarihi ve kültürel değerleriyle tanıyıp nice insanımıza da anlatma fırsatı buldum. Bu gezilerde nice hoş hatıralarımın yanında birbirinden acı olaylara şahit oldum.

Filistin’e her gittiğimde hüzün dolu ve perişan yaşamın farklı kesitlerine rastladım.

Mısır’da Tahrir olayları başladığında bir grup misafirimle orada bulunuyorduk, kaldığımız otelin hemen yakınında bir bina yakıldığından Kahire’deki Selahaddin Türk Kolejine sığınmıştık, sonrada adeta kaçarak ülkemize dönmüştük.

İlginçtir, güvenlik endişesiyle uçakla ayrıldığımız Kahire Havalimanının karşılama bölümünde şu ayet yazılıydı:

 “Allah'ın izniyle Mısır'a güven ve huzur içinde girin. ” (Yusuf 99)
Hz. Yusuf’un Mısır’ın girişinde karşıladığı ailesine söylediği sözdü bu.

Temiz İmanın hâkim olduğu dönemde güven ve huzur sunan Mısır ülkesi, bugün adı Müslüman olanların birbirini hınçla öldürdüğü bir memlekete dönüştü.

 Suriye’de ise olayların ilk başladığı dönemde Şam’daydık, Emevi Camii içerisindeki rejimi eleştirenlere,  adı emniyet olan ama hiç te emniyet vermeyen güçlerin orantısız saldırısına şahit olmuştuk, insanlara Allah yarattı demeden, nasıl eziyet ediyorlardı.

Bütün bu acılara şahitliğim ve yaşadıklarım, dünyada ve özellikle İslam Aleminde barışın tesis edilmesinin lüzumunu tüm benliğime hissettirdi.  Kronikleşmiş kavgalar sonucu ölümün ve öldürmenin çok kolayca gerçekleştiği bu perişan coğrafyada gözünü açmış masumcukların hali ise ne hazin.

Herkes kendi yaşadığı mekanın çocuğu. Özellikle Ortadoğu’nun Müslüman beldelerinde o kadar kanıksanmış ki savaşlar, bombalar, silahlar. Çocukların ellerinde gördüğünüz oyuncak genelde ya bir tabanca ya da tüfek.

Bir yandan o masumların yaşadığı acıların ve mahrumiyetlerin bitmesini dilerken çocukların masumiyet ve iyi yüreklerine bir baba olarak daha bir şahitlikle ve şefkatle, dünyanın onların kin nedir bilmez gönülleriyle şekillenmesini hayal ediyorum, dua ediyorum.... 

21 Kasım 2014 00:37
DİĞER HABERLER