AB Türkiye'ye mali yardımda sistemi değiştiriyor

AB Türkiye'ye mali yardımda sistemi değiştiriyor
Avrupa Birliği, mali yardımların Türk hükümetine değil, sivil topluma ulaşması için kolları sıvadı. Uzmanlar AB'nin yeni yaklaşımıyla geliştirilmeye çalışılan modeli, DW Türkçe'ye değerlendirdi.
Türkiye'de hükümetin son dönemdeki uygulamalarını anti-demokratik bulan ve buna tepki olarak AKP'nin istifade edebileceği mali yardımlarda kesintiye gitmeye hazırlanan Avrupa Birliği (AB), sivil topluma desteğini arttırmayı planlıyor.
DW Türkçe'nin diplomatik kaynaklardan edindiği bilgilere göre, AB sivil topluma hükümetin etkisi olmadan doğrudan destek sağlayabilmek için yeni modeller üzerinde çalışıyor.
Almanya Başbakanı Angela Merkel geçen hafta katıldığı bir programda, AB'nin Türkiye'ye yönelik mali yardım politikalarında değişim sinyali vermiş, "yalnızca paranın tam olarak nereye gittiğini bildiğimiz alanlarda katılım öncesi mali yardım yapacağız" demişti.
Alman yetkililer, Türk hükümetinin AB'ye tam üyelik hedefi ile birliğin demokrasi ve insan hakları alanlarındaki temel değerleriyle çelişen son dönemdeki adımları nedeniyle, müzakere sürecinde zaten birçok alanda işbirliğinin tıkandığını, projelerin yapılamadığını belirtirken, atılacak adımlardan Türkiye'deki sivil toplumun zarar görmesini istemediklerini, bu alanda desteği arttıracaklarını kaydettiler.
Doğrudan yardım
Carnegie Europe'un kıdemli uzmanı Richard Youngs, DW Türkçe'ye yaptığı değerlendirmede, Alman hükümetinin Türkiye konusundaki yeni politikasının, Avrupa Birliği'ni "Erdoğan'ın daha da fazla otoriterleşmesini frenleyebilmek" konusunda güçlendirdiğini söyledi.

Çalışmalarında AB'nin Türkiye'ye yönelik mali yardımlarını mercek altına alan Youngs, Türkiye'de yaşanan iç siyasi gelişmelerle birlikte, artık AB Komisyonu ve diğer üye ülkelerin, Türkiye'deki resmi kuruluşlarla, bakanlıklarla ortak projeler yapmasının çok daha zorlaştığını kaydetti. 

Türkiye'deki sivil topluma doğrudan mali destek sağlanmasına çalışıldığını söyleyen Youngs, "Bunun en önemli nedeni, Türk bakanlıklarıyla, AB öncelikleri konusunda işbirliği yapmanın artan oranda zorlaşmış olmasıdır" şeklinde konuştu.

AB teknokrat ve bürokratlarının yıllardır çalıştıkları Türk muhataplarının büyük kısmının KHK'larla görevlerinden alındığına dikkat çeken Carnegie uzmanı, son dönemdeki gelişmelerin ardından, yürütülmekte olan standart projelerin devam ettirilmesinde bile güçlük çekildiğine işaret etti.

Sivil toplum zorda

Türkiye'de son dönemde binin üzerinde sivil toplum kuruluşunun kapatıldığını, OHAL ile birlikte demokrasi, insan hakları gibi alanlarda çalışan kuruluşların zorda kaldığına işaret eden Youngs, "Sivil topluma destek, aciliyet gerektiren bir önceliğe dönüştü" dedi.

Richard Youngs, AB yetkililerinin yeni yaklaşımını şöyle özetledi:

"Değerlendirme şöyle: Hükümete ve bakanlıklara giden mali yardım artık verimli bir şekilde kullanılamayacaksa o zaman sivil toplumun desteklenmesi amacıyla kullanılmalı. Bu önceliklerin makul bir şekilde yeniden konumlandırılmasıdır. Bu sadece Türkiye için geçerli değil. AB'nin mali destek politikalarında, yardım yapılan ülke hükümetleri baskıcı ve otoriter olmaya başladıklarında, yardımın hükümet yerine sivil topluma verilmesi yönünde bir AB ilkesi var. Görünen o ki Türkiye konusunda nihayet, gecikmeli de olsa bu ilke devreye sokuluyor."

Kamunun katılımı önemli 

Ancak AB'nin yeni yaklaşımı konusunda, Türkiye'de bu alanda çalışan uzmanlar açısından soru işaretleri ve kaygılar bulunuyor.
Uzun yıllardır sivil toplum kuruluşlarına, belediyelere ve kamu kuruluşlarına AB mali yardımları ve proje hazırlama konusunda eğitimler veren AB Akademi Genel Müdürü Hüseyin Aktürk, demokrasi, insan hakları, eğitim ya da bölgesel kalkınma gibi alanlarda AB projelerinin başarı sağlamasının, ancak kamu kurumları gibi paydaşların da bu projelere katılımı ile mümkün olabileceğini söyledi.

 
Çok paydaşlılık yaklaşımının kilit öneme sahip olduğunu, bir projenin tabana yayılması için farklı paydaşların katkı sağlaması gerektiğini vurgulayan Aktürk, "Örneğin eğitim alanında bir proje yapacaksanız, Milli Eğitim Bakanlığı'nı dışlayamazsınız, ayrıca yasal izinler bakımından da kamunun desteğini almanız gerekir" şeklinde konuştu.

Aktürk, sadece sosyo-ekonomik açıdan daha az gelişmiş olan Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da değil, Karadeniz ya da Ege'de de gelir ortalaması düşük yerlerde de AB mali yardımlarıyla önemli projeler yapıldığına işaret ederken, son dönemde yaşanan siyasi gerilimlerin, birçok kesim tarafından kaygıyla izlendiğini söyledi.

Aktürk, "Köy, kasaba geziyorum. Türkiye'nin dört bir yanında, sadece STK'lar değil il müdürlükleri, ilçe müdürlükleri, halk eğitim merkezleri çok, çok güzel projeler yapıyor. Projeler tabana yayılmış durumda. Örneğin Sivas'ta Zengi Köyü İlkokulu, 200 bin euroluk proje yapabiliyor. Yani bu siyasi gerilimde, bu ilkokulun suçu ne?" şeklinde konuştu.

AB hakkında önyargılar

Siyasi gerilim ortamında, AB ülkelerinden bazı siyasetçilerin, "Türkiye şunu yapmazsa, biz de mali yardımları keseriz" gibi söylemlerinin, Türkiye'de AB'ye yönelik önyargıları, kuşkuları daha da arttırdığını söyleyen Aktürk, Türkiye'nin üyeliğe hazırlanması için öngörülen mali yardımlarla gerçekleştirilen projelerin her iki tarafın da çıkarına olduğunu, bugüne kadar gerçekleştirilen birçok projeyle bunun görüldüğünü vurguladı.
Avrupalı bazı siyasetçilerin, mali yardımlarla "muhalefetin desteklenmesi" yönündeki çağrılarını eleştiren, bunun Türkiye'deki sivil toplum örgütlerini de zora soktuğun söyleyen Aktürk, bu söylem nedeniyle AB projelerine başvurmak isteyeceklerin etiketlenebildiğini, zan altında bırakılabildiğini söyledi.
İnce çizgi uyarısı

Carnegie uzmanı Youngs'a göre de bu çok hassas bir konu.

Sivil toplumun desteklenmesi ile siyasi muhalefetin desteklenmesi arasında ayrım gözetmenin çok önemli olduğunu vurgulayan Youngs, "Bu Türkiye'deki mevcut iklimde tahrip edici sonuçlar  yaratabilir. AB hükümetleri, siyasi parti kavgalarının içine sürüklenmemeli. Bu fayda değil zarar verir" şeklinde konuştu.

Bununla birlikte Youngs, AB'nin Türkiye'de yeniden demokrasi ve hukuk devletine dönüşe pozitif etkide bulunabilmesinin, yalnızca sivil topluma destekle sağlanamayacağını, diplomatik baskının sürmesi gerektiğini kaydetti.

Bunun sadece Türkiye ile ilgili olmadığını, Avrupa Parlamentosu'na, hükümetlerin sivil toplum alanını sınırladıkları ülkelerde nasıl olumlu bir katkı sağlanabileceğini irdeleyen bir rapor hazırladıklarını anlatan Youngs, şu değerlendirmeyi yaptı:

"Çok iyi niyetli de olsanız bazen hamleleriniz yapıcı değil, zarar verici olabiliyor. Çözüm, yardım projelerini artırmakla sağlanamaz, çünkü sivil topluma daha fazla mali kaynak tahsis etseniz de onların faaliyet göstermesi için gerekli ortam sağlanmadıkça çok verimli bir sonuç alamazsınız. Sivil topluma desteği artırmak yoğun diplomatik baskı ile güçlendirilmeli. Diplomatik baskı Türk Hükümeti'nin sivil toplum üzerinde baskısını hafifletmeye dönük olmalı. Sivil topluma destek ekonomik, siyasi ve stratejik koşullarla ilişkilendirmeli ki böylelikle hükümet keyfi olarak sivil toplum aktivistlerine baskı uygulayamasın, bunun siyasi sonuçları olacağını bilsin."
25 Ağustos 2017 18:23
DİĞER HABERLER