Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Dışişleri danışmanı Sitilides, "Türk hükümeti delil sunamadı, dolayısıyla gerekli hukuki şartlar sağlanana kadar Fethullah Gülen Türkiye'ye iade edilmeyecek. Normal herhangi bir batı ülkesinde hukukun üstünlüğü bu şekilde işler." dedi.
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Dışişleri Bakanlığı danışmanlarından
John Sitilides, Kronos'tan Sıtkı Özcan'ın sorularını cevaplandırdı.
Bakanlığa diplomat yetiştiren Dışişleri Akademisi’nin Doğu Avrupa Bölge Koordinatör’ü olarak görev yapan, daha önce de Washington’ın önemli düşünce kuruluşlarından Wilson Center’ın Güneydoğu Avrupa projesini yöneten Sitilides S-400 meselesinden kayyım krizine, IŞİD’le mücadeleden Fethullah Gülen Hocaefendi’nin iadesi talebine kadar birçok konuda görüş belirti.
Sitede yayınlanan röportajın bir bölümü şöyle:
Türkiye’nin Rusya’dan satın aldığı S-400 savunma sisteminin ikinci parti sevkiyatı geçen hafta gerçekleşti. S-400 meselesinin NATO ve bölge üzerindeki etkileri ne olur?
Pentagon’un bu konudaki korkusu, S400 savunma sisteminin F35’lerin elektronik iletişimiyle irtibatlandırılması ve bu durumun ABD’nin teknolojik güvenliğini ve muharebe üstünlüğünü riske atacak olması.
ABD ve NATO’nun sevk ve idare iletişimi hakkında Rusya’nın bu şekilde bilgi sahibi olmasına müsaade etmek mümkün değil. Yani S-400 alımına karşı çıkmak, Türkiye’yi hedef alan bir hareket değil, Amerika, NATO ve batı güvenlik teknolojilerini ve muharebe üstünlüğünü koruma amaçlı bir hareket.
Şimdi Türk hükümetinin, bu öncelikleri riske eden bir karar aldığını görüyoruz. Ankara’nın bu kararı öncelikle Türk ekonomisine, Türk ordusuna, Türk ulusal güvenliğine ve Türkiye’nin NATO içindeki siyasi ilişkilerine ciddi şekilde zarar veriyor. Washington’da kimse işlerin buraya gelmesini istemedi.
Bu durumun Türk-Amerikan ilişkilerine vereceği büyük zarar hakkında Türk hükümetine gerekli uyarılar çok açık bir şekilde yapıldı. Bu rağmen Türk hükümetinin, kendine ait nedenlerle S400 alımına karar verdi ve sevkiyat başladı.
Bu sebeple Türkiye’ye yönelik yaptırımlar gündemde…
Şimdi soru, Trump yönetiminin yasaya göre uygulamak zorunda olduğu Amerika’nın Düşmanlarıyla Müeyyideler Yoluyla Mücadele Kanunu'nu (CAATSA), ’ne zaman’ yürürlüğe koyacağı ve yaptırım paketinden hangi maddeleri tercih edeceği.
CAATSA kapsamında 12 farklı yaptırım bulunuyor ve yasa, bunların en az beşinin uygulanmak zorunda olduğunu söylüyor. Bu konuda Beyaz Saray ve Kongre arasında bir fikir ayrılığı yaşanabilir. Bir tarafta kanun koyucular, Kongre tarafından yapılan bir yasanın ABD hükümetinin herhangi bir birimi tarafından uygulanmasını ve takip edilmesini bekliyor.
Diğer tarafta ise Beyaz Saray, özellikle bu konuda, yaptırımların ‘ne zaman’ uygulanmaya başlayacağı hususunda karar yetkisine sahip. Kanun bu konuda çok açık değil. Dolayısıyla yaptırımların zamanlamasına karar verme yetkisi biraz Beyaz Saray’ın elinde.
Aynı şekilde S-400 alımında payı olan belli başlı isimlerin hedef alınıp alınmayacağı da. Beyaz Saray’ın bu yaptırımları nasıl uygulayacağı, bunu ne zaman yapacağı, CAATSA yaptırımlarının kaçını gündeme alacağı, Türkiye’de kimleri hedef alacağı ve bu durumun Türk hükümetinin hangi eylemlerini tetikleyeceği konuları geniş çaplı bir tartışmanın konusu.
Tüm yaptırımların uygulanması mı yoksa kişilere yönelik yaptırımların gündeme alınması mı daha yüksek ihtimal?
ABD Kongresi’nde tüm yaptırımların birlikte uygulanmasını isteyen çok sayıda Demokrat ve Cumhuriyetçi milletvekiliyle senatör var. Kongre’nin büyük bir kesimindeki öfke çok aşikar.
Hem Temsilciler Meclisi hem de Senato’nun Silahlı Hizmetler Komitesi ve Dış İlişkiler Komitesi yetkilileri, yaptıkları açıklamalarla bunu açık bir şekilde ilan etti. Bu açıdan herhangi bir çekinceleri yok. Yaptırımlar kapsamında kimin hedef alınacağı ise tamamen Beyaz Saray’ın elinde.
Trump’ın bu konuda biraz gönülsüz davrandığını da görebiliyoruz.
Trump Türkiye’ye müeyyide uygulamayı istemiyor mu?
Pentagon, Türkiye’nin bu askeri ve savunma işbirliğini ihlalinin ne denli ciddi bir risk olduğuna yeterince dikkati çekti. Bu yüzden yönetime göre yaptırımlarla gerekli mesaj iletilmeli.
Diğer yanda ise, Trump ve danışmanları Erdoğan sonrası Türk-Amerikan ilişkilerine odaklanıyor. Mevcut Türk hükümetinin hatalı kararlarından dolayı köprüleri tümden atmak, ilişkilerde uzun vadeli ve derin bir yıkıma neden olacak hamleleri tetiklemek istemiyorlar.
ABD-Türkiye ilişkilerinde şu an Washington’ın içinde bulunduğu zorluk, iki ülke arasında Erdoğan sonrası kurulacak yakın siyasi, ekonomik ve güvenlik ilişkileri tümden yok etmeden Ankara’nın yanlış kararlarından dolayı duyulan büyük endişeyi Türkiye’ye net bir şekilde aktarabilmek.
Pentagon müsteşarı Ellen Lord hafta içinde F35 meselesini Türkiye’deki diğer askeri faaliyetlerden tamamen ayrı ele aldıklarını ve öyle de tutmaya çalıştıklarını söyledi. Peki muhtemel S-400 yaptırımları sonrası, Türkiye’nin de tepkisini de aynı sınır içinde tutacağını düşünüyor musunuz? Erdoğan daha önce herhangi bir yaptırım durumunda NATO’dan çıkabileceklerini söylediği mesela.
Washington, Türk-Amerikan ilişkilerini yok etmek için bir bahane aramıyor. F-35 konusunda ABD’nin yapmaya çalıştığı, teknolojik güvenliğini ve muharebe üstünlüğünü koruyabilmek.
Eğer Türk hükümeti, dünyanın en sorunlu coğrafyalarından birinde ABD’nin siyasi ortağı ve askeri müttefiki olan Türkiye’ye zarar verecek kararlar almayı tercih ederse, bu tercihin sonuçlarıyla yaşayacak olan yine Türk hükümeti ve Türk halkı olacak.
Hiç kimse bu anlaşmazlıkların Türk-Amerikan ilişkilerinin diğer boyutlarına taşınmasını arzu etmiyor. S-400 kararı, F-35 alımı açısından Türk ordusu ve Türkiye için başlı başına yıkıcı oldu. Bunun ABD-Türkiye arasındaki diğer alanlara taşınmasını ve onlara da zarar vermesini istemeyiz.
Umuyorum ki Türk hükümeti, bu kararın sorunlu taraflarına yoğunlaşmayı başarabilir ve Türk milleti için felakete neden olacak şekilde bu durumun başka sahalara sıçramasına izin vermez.
Peki, biraz ülke içi siyasete dönersek, Türkiye’de git gide artan otoriterleşmeyi ve neticesindeki toplumsal kutuplaşmayı nasıl görüyorsunuz?
Kaos, kargaşa ve savaşla dolu bir coğrafyada Türkiye’yi Müslüman, seküler bir demokrasi olarak Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Güney Asya’daki diğer Müslüman ülkelere model olarak göstermek on yıllardır ABD dış politikasının köşe taşlarından biri oldu.
Erdoğan’ın Avrupa Birliği ile entegrasyon yolunda cesur adımlar attığı, birliğe üyelik için çaba sarf ettiği, ardı ardına reformlar yaptığı, sivil yöneticiler ile asker arasındaki ilişkiyi dengelediği, derin bir IMF krizi sonrası ekonomiyi liberalize ettiği ve Türkiye’nin G20 statüsünü daha ileri taşıyarak o dönemin G8’ine üye olmayı arzuladığını söylediği zamanlarda bu durum daha da öne çıkmıştı.
Fakat özellikle Türk hükümetinin Gezi Parkı göstericilerine çok sert ve şiddetli bir tepki gösterdiği 2013 yılından bu yana Türk devleti ve vatandaşları arasındaki ilişki artan bir şekilde dehşet verici bir hale büründü. 2016’daki darbe girişiminden sonra sıra dışı bir şekilde şiddetle arttı.
Erdoğan, Türkiye’yi anlaşılır bir şekilde —tırnak içinde— ‘anayasaya bağlı demokratik bir ülke’ olarak tutmak istiyor fakat bilerek ya da farkında olmadan darbe sonrası oluşan atmosferi kendi çıkarı için kullanarak Türkiye’ki demokrasinin geleceği adına çok çok tehlikeli baskı politikalarını hayata geçirdi.
ABD, genel manada bu tip ülke içi meselelere gereğinden fazla müdahil olmamayı tercih etse de kanımca Türk hükümetinin anayasal olduğunu ileri sürdüğü pek çok hamlesinin aslında nasıl bizzat anayasaya aykırı olduğuna dair Türkiye içinde güçlü ve sahici bir tartışmanın yapılması gerekiyor.
‘Hükümetin anayasal olduğunu ileri sürdüğü anayasaya aykırı faaliyetler’den kastınız ne?
Mesela Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı üç şehirdeki belediye başkanlarının görevden alınması. Normal bir durumda seçimle iş başına gelmiş başkanları İçişleri Bakanı’nın, fazlasıyla muğlak terörle mücadele yasalarını kullanmasıyla görevlerinden alınmaz.
Bu, insanlara hükümetin istediği herhangi birini bu yasaları ihlal etmekle suçlayabileceğini ve hemen ardından herhangi bir yasal prosedür olmadan onları görevden alabileceğini gösterir. Bu insanlar teröre destek vermekle suçlandılar fakat haklarında herhangi bir iddianame hazırlanmadı. Herhangi bir yerde herhangi bir delil sunulmadı.
Normal şartlarda bu kararların geri çevrilebileceği yasal mahkeme süreçleri olmalı ve görünen o ki Türkiye’nin yeni baskıcı ortamında bu da mümkün değil.
Dolayısıyla, Washington perspektifinden bakıldığında, on yıllardır Ortadoğu ve Afrika’daki komşularından farklı bir yönde ilerlemekte olan Türkiye, şimdi üzücü bir şekilde endişe verici geri adımlar atmakta.
(...)
Mültecilerden bahsetmişken, siz kendiniz de siyasi mülteci bir ailenin torunusunuz. Son birkaç yıldır Türkiye’den, özellikle de eğitimli kesimden, ABD’ye ve özellikle de Avrupa ülkelerine bir mülteci akını görüyoruz. Bu normalde alışık olduğumuz bir durum değil. Yakın zamanın Türk mültecileri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu durum sadece, Türkiye’de herkesin, devlet tarafından bireysel haklarının koruyup kollanacağını bildiği, hükümetlerin kendi amacına ulaşmak için bu hakları keyfine göre kısıtlamayacağından emin olduğu, düzgün işleyen demokratik bir yapının restore edilmesi ihtiyacının aciliyetini ortaya koyuyor.
İnanıyorum ki eğer Türkiye gerçekten daha liberal, reformist, demokratik bir yönde ilerler ve bu insanlar sivil haklar ve açık ve bağımsız bir adalet düzeni ve insan hakları açısından kendilerini güvende hissederse Türkiye’ye geri dönmeyi düşüneceklerdir.
Fakat Türk yetkililer tarafından hukuksuzca hedef alınacaklarına inandıkları sürece kendilerinin ve ailelerinin güvenliklerini öncelemeleri kaçınılmaz. Bu iyi bir gidişat değil. Türkiye’nin bu en iyi ve en parlak beyinlerine ihtiyacı var.
Akademik alanda, siyasi alanda, finansal alanda ya da hukuk sahasında Türkiye’nin buna ihtiyacı var. Dolayısıyla hem tüm Türklerin hem de geleceğin liderleri olabilecek o insanların iyiliği için Türkiye’nin son yıllarda yürüdüğü yoldan geri dönmesi ve daha demokratik, liberal, açık ve özgür bir yönde ilerlemesi gerek.
Bahsettiğiniz gidişat, uluslararası arenada Türkiye’nin imajını ciddi manada zarar verdi. Bu yüzden de Türk hükümeti, son dönemde yabancı ülkelerdeki legal ya da Flynn/Bijan Kian davasında gördüğümüz gibi illegal lobi çalışmalarına ağırlık verdi. Siz Türkiye’nin Washington’daki faaliyetlerini nasıl görüyorsunuz?
Yabancı Temsilciler Kayıt Yasası (FARA) ismini verdiğimiz işleyiş doğrultusunda ABD yönetimine lobi yapmak Türk hükümetinin en doğal hakkı. Lobicilik alanında hesap verebilirlik ve şeffafiyete önem veriyoruz.
Yabancı bir devlet adına lobi yapan kişilerin devlet yetkilileriyle kurdukları tüm temaslar, para transferleri vs. de buna dahil. Bu ödemelerin nasıl, hangi miktarlarda ve ne zaman yapıldıkları çok önemli. Bu yasaları ihlal eden lobicilerin yargılanması ve hakim karşısına çıkması doğal. Bu ihlallerin ısrarla yapılmaya devam edilmesi durumunda ise ilgili ülkeler ABD Dışişleri’nden çok ciddi bir diplomatik mesaj iletilmesi kaçınılmaz.
Son davada gördüğümüz üzere Türkiye’nin ABD’deki yasa dışı lobicilik faaliyetlerinin odağında Fethullah Gülen’in bir şekilde iadesini sağlama çabası var. Gülen meselesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türk hükümeti son birkaç yıldır Fethullah Gülen’in iadesi için hukuki olduğunu düşündüğü delillerle defalarca kez ABD yönetimini iknaya çalıştı, fakat bu başvuruların hiçbirinde sunulan deliller ABD hukuk sisteminin iade şartlarını sağlamaya yetmedi.
Bizim ABD’de bağımsız bir hukuk sistemimiz var ve sağlıklı her demokraside olduğu gibi başkanın, bakanların ya da Kongre’nin arzularıyla hareket etmez. Dolayısıyla iade için gerekli şartlar yerine getirilmediği sürece Türk hükümetinin talebinin yerine getirilmesi için yargı üzerinde herhangi bir siyasi baskı kurulamaz.
Eğer Türk hükümeti gerekli delilleri sunmayı başarabilirse, eminim ki ABD Adalet Bakanlığı, konuyu adil ve açık bir şekilde değerlendirmeye alacaktır, fakat Türk hükümeti bu delilleri sunamadı, dolayısıyla gerekli hukuki şartlar sağlanana kadar Fethullah Gülen Türkiye’ye iade edilmeyecek. Normal herhangi bir batı ülkesinde hukukun üstünlüğü bu şekilde işler.