Abdullah Aymaz - Radyo dinlemekten günümüze

Samanyoluhaber.com yazarlarından Abdullah Aymaz okurları için 'Radyo dinlemekten günümüze' başlıklı yazıyı kaleme aldı.
         Üstad, zulmen talebeleriyle attıkları Eskişehir Mahkemesinden 11  aylık bir hapisten sonra, 1936’da yine zulmen Kastamonu’ya sürüldü. Mecburi ikamet olarak… Üç sene sonra 1939’da İkinci Dünya  Savaşı patladı. Deli Teke Hitler, Avrupa devletlerini ve Balkanları vura vura Rusya’ya doğru ilerlemeye başladı. Türkiye’de herkes tedirgindi.  Onun için Kastamonu’da tam namaz vaktinde radyo haberleri bilhassa Alman Savaşına, Hitler ordusunun nerelere geldiğini, neler yaptığını merakla öğrenmek istiyor, hacılar hocalar bile camiyi ve cemaati bırakıp radyo dinlemeye koşuyordu. Üstad Hazretlerinin ise hiç ilgilendiği yoktu. O zaman bunun sebebi sorulmuş ve cevabını vermişti. 1943-1944 yılları arasında ana karnında bir çocuğun 9 Ay 10 gün kaldığı gibi Denizli Hapsinde de bu müddet kadar kalıp beraat eden Üstad ve Talebeleri… Medrese-i Yusufiye dedikleri hapisaneyi nurlandırmak için orada yazılan Meyve Risalesiyle mahkumlara iman ve Kur’an hizmeti yapıyorlardı. Meyve Risalesinin Dördüncü Meselesinde bu konuyu Üstad tekrar ele almıştı. Şöyle diyordu:

         “Bir  zaman bana hizmet eden kardeşlerim tarafından sual edildi ki: ‘Küre-i Arzı herc ü merce getiren ve İslam mukadderatıyla alâkadar olan bu dehşetli Harb-i Umumîden (İkinci Dünya Savaşından)  50 gündür hiç sormuyorsun ve merak etmiyorsun? Halbuki bir kısım dindar ve âlim insanlar, cemaati ve camiyi bırakıp radyo dinlemeye koşuyorlar. Acaba bundan daha büyük bir hadise mi var? Veya onunla meşgul olmanın zararı mı var?’  dediler. Cevaben dedim ki: ‘Ömür sermayesi pek azdır. Lüzumlu işler pek çoktur. Birbiri içinde mütedâhil daireler gibi, her insanın kalb ve mide dairesinden ve cesed ve hane dairesinden, mahalle ve şehir dairesinden, vatan ve memleket dairesinden, Küre-i arz ve nev-i  beşer dairesinden tut, tâ canlılar âlemi ve dünya dairesine kadar, birbiri içinde daireler var. Her bir dairede, her bir insanın bir nevi vazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dairede, en büyük ve ehemmiyetli ve daimi vazife var. Ve en büyük dairede, en küçük ve muvakkat arasıra vazife bulunabilir. Bu kıyas ile –küçüklük ve büyüklük ters orantılı vazifeler bulunabilir.”

         Evet en küçük daire olan kalb dairesi imanın yeridir. Orada iman varsa ve hüsnü hatime ile yani kalb imanlı olarak âhirete giderse ebedî saadeti kazanacak. Yani dünyanın bin sene zevkli hayatı cennetin bir saatine mukabil gelmeyen öyle bir hayatı… Cennetin de bin senelik zevkli hayatı Allah’ın Cemâlini bir saat seyretmeye mukabil gelmeyen yüce bir hayat mertebesini kazandıracak. Eğer kalbde iman yoksa ebedi cehennem  azabı  var. Ama kalb, takallüb eden değişip duran bir özelliğe sahip… Onun için  müteşabih ifadeli bir hadis-i şerifte, kalbin Allah’ın  iki parmağı arasında olduğu temsili ile anlatılıyor. Yani halden hale değişip durduğu mesela sabah mümin iken akşam kâfir olabileceği… Sabah kâfir iken akşam mümin olabileceği ifade buyuruluyor. Onun için  “Ceddidü imânekûm bi Lâilehe illallah”  yani  “Lâ ilahe illallah”  diyerek imanınızı devamlı yenileyiniz.” Bu dille olabileceği gibi tevhid hakikatını anlatan eserleri okumakla, tefekkürle ve onlar üzerinde toplu halde müzakerelerle bir nevi zikretme ile de olabilir. Tevhidi sadece dilde ve tasdikte bırakmayıp izan’  iltizam ve itikad ile kalbde, vicdanda ve ruhta nakşetmek gerekiyor.

         “Fakat büyük dairenin câzibedarlığı cihetiyle küçük dairedeki lüzumlu ve ehemmiyetli hizmeti bıraktırıp lüzumsuz, mânasız  ve âfaki, boş işlerle meşgul eder. (Âhireti kazanmak için verilen) hayat sermâyesini boş yerde imhâ eder. O  kıymettar ömrünü kıymetsiz şeylerde öldürür. Ve bu harp boğuşmalarını merakla takip eden, bir tarafa kalben taraftar olur. Onun zulümlerini hoş görür, zulmüne ortak olur.”

         İşi gücü bırakıp hatta cemaati Hizmeti ve camiyi terk edip radyo ve diğer medya organlarını takip edenler propagandanın gayet ince taktik ve teknikleriyle her şeyi alt üst eden gücünün cazip tesiriyle zihinlerini kuşattığı bu dönemde pek çok gıybet hatta iftiraları kabullenerek oturdukları yerden büyük günahlara ortak olabilirler. Bu ise insaniyetin sönmesi, ebedî hüsran ve bedbahtlığın vesilesi demektir.

         “Birinci noktaya cevap ise: Evet bu cihan harbinden daha büyük bir hadise ve bu zemin yüzündeki hâkimiyet-i âmme dehasından daha ehemmiyetli bir dâva, herkesin ve bilhassa Müslümanların  başına öyle bir hadise ve öyle bir dâva açılmış ki: Her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvvetli ve serveti olsa ve aklı da varsa, o tek dâvayı kazanmak için hiç tereddüt etmeden sarfedecek. İşte  o dâva ise, yüzbin insanî meşhurun (124 bin, bir rivayette de 224 bin Peygamberin)  ve hadsiz nev-i beşerin yıldızları (Yani Efendimizin ‘Benim ashabım yıldızlar gibidir’ buyurduğu üzere diğer peygamberlerinde  yıldızları hükmündeki çevrelerinin)  ve mürşidlerinin ittifakla bildirip, Kainat Sahibi ve Mutasarrıfı Cenab-ı Hakkın binler vaad ve ahidlerine dayanarak haber verdikleri ve bir kısmı gözleriyle gördükleri şu ki: Herkesin, iman mukabilinde bu zemin yüzü kadar bağlar-bahçeler, kasırlar-saraylar ile tezyin edilmiş, bâkî ve dâimî bir tarla ve bir mülkü (dünya genişliğinde ebedi bir Cenneti)  kazanmak veya kaybetmek davası başına açılmış. Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek… Ve bu asırda maddiyunluk (maddecilik, materyalistlik)  vebâ gibi salgın hastalığı ile çokları o davasını kaybediyor. Hatta bir ehl-i keşif ve tahkik (bu zât Üstadın bizzat kendisidir) bir yerde vefat eden kırk kişiden yalnız birkaç tanesinin kazandığını, sekerat hallerinde müşâhede etmiş, ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettikleri davanın yerini, bütün  dünya saltanatı onlara verilse doldurabilir mi?  -İşte o davayı kazandıracak olan hizmetleri ve yüzde doksanına o davayı kaybettirmeyecek harika bir dava vekilini (Hizmeti, Risale-i Nurları)  o işte  çalıştıran vazifeleri bırakıp, ebedî dünyada kalacak gibi boş, mânasız  işlerle meşgul olmayı tam bir akılsızlık bildiğimizden biz Risale-i Nur talebeleri ‘Her birimizin yüz derece aklımız ziyade olsa da ancak bu vazifeye sarfetmek lâzımdır’  diye kanaatımız var…

Cenab-ı Hak bizleri bu kanaattan ve bu yolda ömrümüzün sonuna kadar gayret etmekten ayırmasın.
28 Ocak 2025 10:58
DİĞER HABERLER