Evet, bu dünyanın ağrısız acısız geçen bin senelik mesut hayatı Cennetin bir saati kadar değildir. Cennetin de bin senelik zevkli hayatı Allah’ın cemâlini seyretmenin bir saati kadar değildir.
ABDULLAH AYMAZ
Milletimiz, memleketimiz acı ile kıvranıyor. Meselenin başında tedbirsizlik, çaresizlik, yokluk, kıtlık olabilir ama itikadımızca ferman yücelerden geldiği için, pek çok hikmetleri de beraberinde taşıdığından bu icraatın karşısında başımız eğik, boynumuz bükük.
Maddî- manevî yükselme rampasına çıkmaya gayret eden insanlarımızın derinliğine ve enginliğine olmasa bile safvet ve safiyetiyle bazı şeylerin farkında olduğu da muhakkak. Bu bakımdan Hak’tan gelen her şeye “Baş üstüne” diyoruz! Tekrar ediyoruz. Vefat olaylarını mânevî şehitlik kabul ediyoruz. Şehitlik ise senelerce dikkatli uğraşmalarla ancak elde edilen evliyalık mertebesini bir anda kazanmak demektir. Şüphesiz şehitler velidirler. Yok olan malları da sadaka sevabı kazandırırlar. Bu güzel ve müheccel anlayış kadar insanı teselli eden bir şey olamaz.
Evet, bu dünyanın ağrısız acısız geçen bin senelik mesut hayatı Cennetin bir saati kadar değildir. Cennetin de bin senelik zevkli hayatı Allah’ın cemâlini seyretmenin bir saati kadar değildir.
Bize düşen onun bunun muhakemesini kurup, başkalarını hesaba çekmek değil; bir savcı gibi kendimizi sorgulamaktır. “Acaba neleri yapmamız gerekiyordu da yapamadık. Telâfisi mümkün olanlar var mı? Onları nasıl yapabiliriz. Allah’a karşı bir kul olarak hata ve kusurlarımız nedir? Hangilerinin farkından değiliz?” Bu hususta derin nedâmet, tevbe ve istiğfar çok önemlidir. Toplu hatalar için toplu dua ve niyazlar gerekir. Çünkü belâ ve musibetler küllî hatalardan meydana gelir.
Böyle zamanlarda çoluk çocuğu da duaya kilitleyip beraber niyaz etmemiz önemlidir. Ellerimizi musibetzedelerin, mazlum ve mağdurların ellerinin altına koyup yani öyle hayal ve tasavvur ederek dualarımıza şuurlu ve fedâkar evlatları geçmişte defalarca, ülkemizin üzerinde kara bulutlar gibi felâketlerin dolaştığı vakitlerde, “İş başa düştü!” deyip üzerlerine düşeni yerine getirmişlerdir. İnşaallah aynı şekilde yapılması gerekenleri gerçekleştireceklerdir.
Şuna da gönülden inanıyoruz ki, bütün bu sıkıntılar ve menfi durumlar, felâket ve musibetler insanımızın bir güneş gibi parlayacak güzel günlerinin önünde hem geçici, hem de hikmetli perdelerdir. İnşaallah bunlar belli bir zaman sonra sıyrılıp gideceklerdir.
İnsanımız lâyık olduğu konuma yükseltilirken bazı imtihanlardan geçirilmesi de Yolun Kaderi olarak İlahî hikmetin iktizasıdır. Bütün bunlar yollarına su serpilen talihli insanlarımızın, hareket seyrinde normal olarak karşılaşması gereken uğrak noktalarıdır. Onun için bizler geleceğimize ümitle bakmalı, ümitle şahlanmalı, mukadderatımıza doğru ümitle ilerlemeliyiz. Bundan dolayı da, cihan çapında bilhassa eğitim vs. de güzel hizmet ve faaliyetlerle kendisini ispat etmiş olan bütün insanlarımız bu acılı günlerimizde de hep mağdur ve muhtaç durumda bulunan insanlarımızın yanında olmalı ve maddî-mânevî yardımları yetiştirme heyecanı içinde bulunmalıdırlar.
Gündemde olması itibariyle, sohbet-i cânanlarda zelzelenin hikmetleri de mevzu bahis olabiliyor. Cevapta meseleye mücerret bakıyoruz. Mesela, “Belâ ve musibetler günahlara kefarettir.” dedik. Bununla, meseleyi şahsileştirip “Falanca musibete uğradı, o günahkârdır” demek istemiyoruz. Çünkü bazı belâ ve musibetler, esasen günahsız olan peygamberlerin de başına gelir. Masum insanların da… Hatta hiç günahı olmayan çocukların da…
“Belâ ve musibetlerin en ağırı peygamberlere, sonra seviyesine göre diğerlerine gelir.” meâlinde hadis-i şerif vardır. Onların sabırlarının denenmesinin yanında mânevî dereceleri yükselir. Bilhassa çocukların ayrılıp musibetten hep üst üste kurtarılması imtihan sırrını bozar. Din bir imtihandır; Ebu Bekirler ile Ebu Cehilleri birbirinden ayırmak için. Yoksa Allah, gök yüzüne kuyruklu yıldızda olduğu gibi yıldızlarla bir “Lâ ilahe illallah” yazar. Ebu Cehil de inanamaya mecbur edilirdi. Onun için âyette “Bir bela ve bir musibetten sakınıp çekininiz ki, geldiği vakit sadece zâlimlere mahsus kalmayıp masumları da yakar” (Enfâl Suresi, 25.) ifade edildiği üzere buna işaret eder.
Ama bizler gibi sıradan insanlar için Şûrâ Suresi’nde şöyle buyurulmaktadır: “Başınıza gelen her hangi bir musibet, kendinizin yaptığı işler, ameller yüzündendir. Allah, (zaten) bir çoğunu da bağışlayıp affeder.” (42/30)
Bu bakımdan kimse için suçlama söz konusu olmamalıdır. Biz hüsn-ü zanna memuruz. Ama kendi şahsımızı, -muhasebemizi yaparken- Allah karşısında âciz, fakir, muhtaç, günahkâr ve vazifelerini tam olarak yapamamış bir zavallı olarak girebiliriz. Araştırınca çok hata ve kusurlarımızı da bulabiliriz. Bu hissiyatta olmak, insanı inşaallah, gurur, kibir ve kendini beğenme ve şahsını kurtulmuş gibi emniyette görme tehlikelerinden de kurtarabilir. En azından Yusuf Suresi’nde ferman buyurulduğu üzere “İnsan nefsi, devamlı kötülükleri emreder.” (12/53) Günahlara da imtihan gereği hep meyleden bir yapımız mevcut…
Hikmetlerinden birisi, zelzelenin hayatta olan insanlar için gafletten uyandırması, dünyanın fâniliğini, geçiciliğini göstermesidir. “Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü” ciddi şekilde hatırlatmasıdır. Bütün bu mülahazalar üzerinde yeniden düşünüp kendimize bir çeki düzen verelim. Çok aldatıcı ve can düşmanımız olan şeytanın telkinlerine kapılıp dünya ve âhiretimizi mahvetmeyelim.