“Ümitvar olunuz. Şu İstikbal inkılabı içinde, en yüksek gür sada İslâmın sadası olacaktır!”
ABDULLAH AYMAZ-SAMANYOLUHABER.COM
İşaratü’l-İ’caz, usulü tefsire yepyeni metotlar getiriyor. Mühefhef mantık irtibatları ile Kur’an’ın her bir suresinin diğerleriyle, her bir âyetinin diğerleriyle ve her bir kelimesinin bütün kelimeleriyle muhkem bağlarla bağlı olduğunu ve bununla pek çok güzelliklerin tahakkuk edeceğini anlıyoruz.
“İşarat’ül İcaz: Çok önemli, tekrar tekrar üzerinde durup, tahlile tabi tutmak lazım; birer okuyup geçmekle olmuyor. Üstadımız, mahruti bütüncül bir bakışla ifade ettiği şeylerle farklı bir zenginlik sergiliyor.” Bu tespitleri yapan M. Fethullah Gülen Hocaefendi‘nin hayatının gayesi olan irşad ve İslamî ilimleri okutup âlim yetiştirmek. Yirmiye yakın tefsirle ve ona yakın hadis ve fıkıh kitaplarıyla talebelerinin ruhunu yükseltmeye çalışan Hocaefendi, bilhassa hadis râvîleri üzerine yapılan kritikleri, râviler hakkındaki takdirleri ve onların özelliklerini, özellikle de kılı kırk yararcasına islamî yaşayışlarını ifade ile büyük dersler vermeye gayret etmektedir:
“Rical-i Hadis: Ne kadar büyüklerse o kadar da tevazu içindeler. Cenab-ı Hak onları bu iş için yaratmış, sıradan insanlar değiller; hususi bir halleri var, ben böyle inanıyorum. Birbirleriyle de o kadar kenetlenmiş bir toplum; birbirlerinin dertleriyle dertleniyorlar.” Üstad Bediüzzaman Hazretleri bilhassa Hutb-i Şâmiye’de ifade ettiği gibi, kâinat kitabından olayların akışından ve sosyolojik gerçeklerden hareketle ayrıca Kur’an’ın feyizleriyle içine gelen ilhamlar, sünuhatlar ile gözleri sürmeli olduğundan Hocaefendimiz onun her sözüne çok önem verir.
İşte şu müjdelerine ehemmiyet verdiği gibi: “Ümitvar olunuz. Şu İstikbal inkılabı içinde, en yüksek gür sada İslâmın sadası olacaktır!” diyor. O, hilaf-ı vaki beyanda bulunacak değildir. Geride bıraktığı talebelerinde de hep aynı şey vardı. Onlar da hep aynı kanaate sahiptiler. Barla Lahikası‘na bakınca, onların Üstad‘ımıza acayip bir teveccühle yöneldiklerini görüyorsunuz. ” Üstad Hazretleri Diyarbakır ve Van’da sonra her tarafta dini ilimler ile fenni bilimlerin mezcedilerek okutulacağı birer üniversite arzu etmiş ve hem 1907’de hem 1910’lar padişahlara teklif etmiştir. Cumhuriyet döneminde de bu teklifini tekrarlamıştır. Fakat maalesef kulak veren olmamıştır.
Artık Barla’da yazdığı Risale-i Nurlarla bir nevi bu üniversitenin programlarına esas teşkil edecek hakikatleri ortaya koymuştur. 1911’de ilk baskısı yapılan Münazarat Risalesi ele alınırsa çok ipuçları bulunabilir. Hocaefendi de eğitimde bu hususu benimseyerek hareket etmektedir: “Onun için hep çırpınıp durmalıyız; dini ilimlerle beraber fizik, kimya, astroloji gibi fennî ilimleri de arkadaşlarımız okusunlar ve ilimleri mezc ederek müşterek bir bakış açısı elde etsinler.”
Dünya ve âhiret dengesi üzerinde dururken Hocaefendi, “Dünyadan da nasibini unutma” (Kasas Suresi, 76-77. Âyet) meâlindeki âyeti ele alıp bu konudaki hadis-i şeriflerde birlikte yani küllî bir nazarla mâna verir. Bütün duyguları ile dünyaya inhimak edecek, sanki ebedî dünyada kalacakmış gibi davrananlara ikazlarda bulunmaktadır. Din, zaten nasihat değil midir? Evet… “Dünya hayatı bir ağacın altında muvakkaten dinlenme gibi bir şeydir. Biz bu dünyadan çekip gidelim, ağaçlar gölgeleriyle kalsınlar burada.” Üstad Hazretleri‘nin ve Hocaefendi‘nin ülkemize aslında bütün insanlığa çok büyük hizmetleri oluştur. Onun için kendi bilmezlerin bilhassa İslam'ın cibilli düşmanlarının çirkin yaftalarının hiçbir kıymeti yok. Onların yüzlerine savrulacak çok söz var. Fakat bizim onlarla uğraşacak vaktimiz yok: “Benim de atıp tuttuğum zamanlar oldu. Burdur’da derdest ettiklerinde, ‘Sizin bininiz kadar bu ülkeye hizmetim yoksa, kendimi şu pencereden aşağıya atarım.’ dedim ama şimdi bugünlere geldik, yaş 80 küsur; ne dünyevi, ne de uhrevi bir beklentimiz var.
Cenab-ı Hak razı olsun yeter. Ben de böyle sizin aranızda haşr olmayı ümit ediyorum. Her şeyin bol bol dağıtıldığı o günde, benim de beklentim bu. ”Risale-i Nurlar ve Pırlantalar inceleyen Batılı düşünürler, ufukta bizim rönesansımızı görüyorlar. Kainatı okuyan Kur’an âyetleri Müslümanlara yepyeni ufuklar açtığı için Hicri beşinci asıra kadar çok mükemmel çalışmalar yapılmış. İnşaallah Kur’an’ı yaşadığımız çağa ve gelecek asırlara bakan tefsirleri olan Risaleler ve Pırlantalar ilim adımlarına yepyeni ufuklar açıyor;
“Yeni bir Rönesans bekliyor, intizar ediyoruz. O dördüncü beşinci asırda uçma denemeleri yapmışlar, yer kürenin çapını ölçmüşler, dini ilimlerde hadiste, tefsirde çok ileri gitmişler; ama bu bir daha olmayacak demek değildir.” Herkesin, “Gün günden beter; gelen kıyamet” diye “yevm-i ebteri” bekleyenlere karşı Üstad hep ümit demiş, umutlar müjdelemiş. 1911’de basılan Hutbe-i Şamiye her kötülüğün başı ve bir kanser gibi olan ümitsizliği târu mâr etmektedir. Aynı düşünce ve gayreti Hocaefendi’de de görmekteyiz: “Her işin bir yarını var, yarınsız yaşamak gayesiz yaşamaktır; bu günün de yarını var. Hapislerdeki hatıralarım karıştırılırsa hep aynı şeyler çıkar; hiç, sıkılma, ümitsizlik yaşamadım ama o günleri şimdiki zulümle mukayese yapacak olursak bunların saldırdıkları kadar hiç üzerimize gelinmemişti.
“Her sıkıntılı sürecin sonunda açılım oldu; inşaallah, bu sıkıntılı süreçten sonra daha büyük ve ciddi açılımlar olacak. Çekilen ızdıraplarla mepsuten mütenasip inkişaflar oluyor. Yani doğru orantılı gelişmeler oluyor. Şimdilik bilemediğimiz sonradan anlaşılacak hikmetler açısından belâ ve musibetler muvakkaten musallat edilir. Bizleri ayıltmak, aklımızı başımıza getirmek, bazılarımıza evliyalık değerinde şehitlik kazandırmak için musallat edilenler vazifelerini yaptıktan hikmetlerle dolu meyveleri verdikten sonra çeker giderler: “İnsanlığın vicdanı sonunda galip gelecek; ama bunun süresi ile ilgili bir şey diyemiyoruz.”