[Abdullah Aymaz] Hizmet’te sekiz engel-2

Üstad Bediüzzaman Hazretleri’ne sorulan, “Tembellik zindanına düşmemizin sebebi nedir?” sorusuna, verdiği cevap: “Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise bineğidir. İşte, himmetiniz şevke binip hayat mücadelesinin meydanına çıktığı vakit, en evvel şiddetli düşman olan ümitsilik rast gelir. Moralini ve mânevî gücünü kırar. “Siz o düşmana karşı Allah’ın rahmetinden ümdinizi kesmeyiniz’ (Zümer Suresi, 39/53) kılıcını kullanınız.”
ABDULLAH AYMAZ 



Geri kalış sebeplerimiz üzerinde duruyorduk. Münazarat Risalesi’nde Üstad Bediüzzaman Hazretleri sıralamaya devam ediyor:

Dördüncüsü: “Sonra da tabiatı ve fıtratı itibarıyla medenî bir yapıya sahip olduğundan insan, toplumdaki diğer insanlar içinde hukukunu korumaya ve onlar içinde hakkını aramaya mükelleftir. Böyle olduğu için de bu sefer emellerini ve düşüncelerini dağıtan hep kendini düşünme ve şahsını ön plana çıkarma belası karşınıza çıkar. Siz de bu tehlikeye karşı, ‘İnsanların en hayırlısı, insanlara en çok faydalı olanıdır. ” Kudsî düsturunu ve bu yüce himmet mücahidini, bu belânın karşısına savaşa çıkarınız.” diyor.


İnsan diğer canlılardan farklı olarak yeme-içme, giyim-kuşam vs. İnsana uygun ve yakışan bir hayat istiyor. Ama bu ihtiyaçlarını tek başına temin edemeyeceği için, bir iş bölümü halinde toplum içinde meslekler ve sanatlar ortaya çıkmış. Her insan kendi işini yapıp ücret alacak ve onunla diğer meslek sahiplerinin ürettiklerini alıp ihtiyacını giderecek. Mecburen bu arada hakkını da koruyacak… Bunun âdilâne olması lâzım. Hatta fedakârlık ve cefâkarlık düşüncesiyle diğer insanların hukuku adına onların lehlerinde kendi bazı haklarından vazgeçmek büyük bir fazilettir. Ama kendi hakkımı koruyorum diyerek bencilliğe girmek, hak ve hukuk konusunda kendi tarafına yontup başkalarının haklarını gasbetmek büyük bir günahtır. İnsanların hakkı iade edilmediği veya o kişiler isteyerek hakkını helal etmediği takdirde altından kalkılamaz bir cürümdür. Allah hakkına karşı, ciddi bir tövbe istiğfarda bulunursunuz. Cenab-ı Hak affedebilir. Ama kul hakkı konusunda sadece tövbe ve istiğfarınız yetmez. Onun için böyle bir belânın pençesine düşmeden önce. (Yani onların haklarını gasbetmek ve günümüzde devlet gücünü mafyavârî kullananların milletin malına çökmek yerine...)


Efendimizin (S.A.S.) kudsi beyanlarına uygun olarak bilakis insanlara faydasına düşünme ve çalışma duygu ve düşüncesiyle eğitilmek, yetiştirmek ve fazilet duygularıyla teçhiz edilip donatılmak gerektir. Okullarda küçük yaşta karakter eğitimini verip erdemli nesiller yetiştirmek gayret göstermek icap eder.

Beşincisi: “Sonra başkasının tembelliğinden görenek fırsat bulup, hücum edip himmetin belini kırar. Siz de ‘Başkasına değil, sadece Allah’a tevekkül etsin, tevekkül edenler” kudsî prensibinin sağlam kalesini himmetinize sığınak yapınız. ” diyor.


Üstad Hazretleri bir Cuma günü Erek Dağı’ndan Cuma Namazı kılmak için Van’a gelirken talebelerine, “Ya siz önden gidin veya ben… Beraber olmayalım” derdi. Molla Hamid, “Üstadım, herkes yolda giderken yanında arkadaş olmasını ister; sohbet eder giderler ve vaktin nasıl geçtiğini anlamazlar bile. Ama sen bunu istemiyorsan, hikmeti nedir? ” dedi. Üstad Hazretleri “Siz beni konuşturarak meşgul edersiniz. Halbuki ben yol boyunca, evratlarımı ve zikirlerimi okuyarak zamanımı değerlendiririm. Bakınız gayret çok mühimdir. Mesela yolda gidiyoruz. Birileri de ekin biçiyorlar. Siz, onlara “Gelin şöyle bir oturup birer sigara içelim deseniz, onları işten alıkoyarsınız. Eğer o rastladıklarınız tembel tembel otururken, siz, tırpanla ekin biçmeye başlayıp onları da iş yapmaya heveslendirseniz, ne güzel olur. Ah yarın mahşerde gayretin ne kadar hayırlı olacağını anlasanız bir an bile yerinizde duramazdınız.” diyor. Evet tevekkül tembel tembel oturup durmak değildir. Bizim önce üzerimize düşen sebepleri yerine getirmemiz gerekir. 


Altıncısı: “Sonra da âcizlikten ve kendine güvensizlik ve itimatsızlıktan ileri gelen, ve işi birbirine bırakmak olan, gaddar düşman engeli geliyor. Himmetin şevkini kırarak, elinden tutup oturtturur. Sizde “Siz hidayet üzere olduktan sonra, dalâlete düşen size zarar vermez. ” yüce hakikatını bu gaddar düşmanın üzerine çıkarınız. Tâ, o düşmanın eli o himmetin eteğine yetişmesin.” diyor.


Bazı şeyler sâridir yani bir salgın hastalığın yayılması gibi başkalarına sirayet eder. Bir hizmeti birisi yapmadığı zaman, bu yapmama yanlışlığı başkalarına da bulaşır. Onların bu yanlışı, dava adamına hiç tesir etmez. Bu yanlış zincirini kırmak için onun hemen harekete geçmesi lâzımdır. Bu hususta merhum Yusuf Pekmezci Ağabeyimiz güzel bir örnek teşkil eder. Talebe evlerinde bazan mutfakta bulaşıklar yığılmış olur. Yusuf Ağabey, oraları ziyaretinde ilk işi mutfağa bakmak olurdu ve hiç kimseye sormadan hemen kollarını sıvardı, orayı tertemiz edinceye kadar durmadan çalışır ve ortalığı pampak ederdi. Ama “Kim yaparsa yapsın, bana ne” demeler başlayınca yıkım ve çöküş başlamış demektir. Hani meşhurdur Kanunî Sultan Süleyman süt kardeşi Yahya Efendi’ye danışmak için, bir devletin yıkılış sebebiyle ilgili yazılı bir soru sorar. O zât da, gönderdiği mektubun arkasına, “Bana ne!” diye yazar. Bu cevap karşısında hayrete düşen Padişah, onun ziyaretine gidip, acaba arada bir küslük mü var endişesini dile getirince, “Sultanım, ben sizin sorunuza cevap verdim. Yani herkes üzerine düşeni yapmaz ve “Bana ne! ” derse problemler çözümsüz kalır ve çoğalır ve ülke artık her gün biraz daha idare edilemez hale gelir ve yıkılır.” der.


14 Haziran 2022 14:57
DİĞER HABERLER