ABDULLAH AYMAZ
Ra’d Suresi’nde buyuruluyor ki: “Bir Kur’an ki onunla dağlar yürütülse veya yer parçalansa veya onunla ölüler konuşturulsa! Fakat emir bütünüyle Allah’ındır. İman edenler, kâfirlerden ümit kesip daha anlamadılar mı ki, Allah dileseydi, elbette insanların hepsine toptan hidayet buyururdu. O küfürde direnenlerin kendi sanatlarıyla başlarına musibet, inip duracak, veya yurtlarının yakınına konacak. Muhakkak ki Allah, miâdını şaşırmaz.” (13/31)
“Yani Kur’an, okunacak, müzakere edilecek bir kitaptır. Onunla dağlar yürütülmüş veya yer parçalanmış olsa veya ölüler konuşturulmuş olsaydı. Evet bunlar bu Kur’an ile olurdu. Çünkü bu Kur’an şimdiye kadar indirilmiş İlâhî Kitapların en mükemmeli ve okunacak kitapların en üstünüdür. Bunda İlâhî Kudretin öyle acâip eserleri, öyle gizli ve celâletinin heybeti öyle açıkça bellidir ki, ‘Biz bu Kur’an’ı bir dağın tepesine indirseydik, muhakkak ki, sen onu Allah haşyet ve korkusundan boyun eğmiş ve çatlayıp param parça olmuş görürdün’ (Haşir Suresi, 59/21) âyetinin gereğince aynen öyle dağı hurda haş olmuş görürdün. İşte bu Kur’an, böylesine büyük bir İlâhî mucizedir. (…) Yani böyle bir şey olsaydı, hiç şüphesiz bu Kur’an ile olurdu. (…) Kur’an’ın feyiz ve mânevî bereketini böyle maddi şeylerden önce kalplerde gözetmek gerekir. O Kitap herşeyden önce kalpleri Allah zikri ile tatmin etmek ve aydınlatmak için okunacak bir kitap ve rahmet âyetidir. Dağlar yürütülse, yer parçalansa, ölüler konuşturulsa, bütün bunların sağlayacağı fayda Kur’an’ın gönüllere yaptığı telkin ve uyarı kadar açık bir rahmet olmazdı. Kur’an’dan alınacak ders ve duyulacak gönül huzuru, bunların hiçbirinden elde edilemezdi.” (Elmalılı Hamdi Yazır)
“Lâtif Nükteler” isimli kitapçıkta Üstad Bediüzzaman Hazretleri, Yâsin Suresi’nin “Cenab-ı Hak bir şeyin olmasını irade ettiğinde, onun için ‘Ol!’ der, hemen oluverir.” (34/82) âyetinin tefsirinde, İlahî Kelâmın nasıl Kudret gibi tecelli ettiğini izah ediyor. Yirmi Dördüncü Söz’de meseleyi de aldığı gibi başka eserlerinde de bu hususu ele aldığı yerlerde üç hususa dikkat çekiyor. Cenab-ı Hakkın isimleri çok. Bu isimlerin 70 bin tecelli derecesi var. Bu isimler girft tecelli eder. Yani mesela Muhyî ismi tecelli edip bir şeye hayat verdiği zaman Rezzak ismi de tecelli edip hayat verilen o canlının rızkını da verir. Sânî ismi ona sanatlı bir vücud; Musavvir ismi bir suret, Mücemmil ismi bir güzellik; Hakîm ismi hikmetli organlar nasip eder. İşte bu misalde olduğu gibi Kelâm sıfatı tecelli edince onunla beraber Kudret sıfatı da tecelli edip var olmasını istediği şeyi var eder. Böylece Kelâm, sıfatı, İlahî Kudret gibi tecelli etmiş olur. aynı zaman da bu İlahî Kelâm içinde Cenab-ı Hakk’ın, Nur ve Şâfî ismi gibi isimleri de tecelli edip ayetler iman ederek okuyanların akıllarını ve kalplerini nurlandırıp aydınlatırlar. Şâfî ismi tecelli edip okuyan ve dinleyenlere şifa olurlar. Bilhassa Fâtiha Suresi’nin bir ismi de Şâfiye olmasın itibariyle açık şekilde şifaya vesile olur. Hurûf-u mukattaa denilen ve surelerin başında bulunup teker teker okunan harflerin (14 harfin) hepsinin Fâtiha’da bulunması bu sûreye ayrı bir özellik kazandırır. Onun için Fatiha’nın yedişer defa okunmasıyla keramete benzer şifa güzellikleri tahakkuk eder.
Mesela başta meâli verilen Haşir Suresinin 21. âyetinin urlara okunması onların büyümesine, durmasına hatta küçülmesine ve bazen yok olmasına da vesile olabilmektedir. Zaten meâlen “Biz bu Kur’an’ı eğer bir dağın tepesine indirseydik, muhakkak ki, sen onu Allah haşyet ve korkusundan boyun eğmiş ve çatlayıp param parça olmuş görürdün.” (59/21) buyuruluyor. İman ve ihlasla okununca ebette ki, urları parçalayabilir.
Efendimize (S.A.S.) vahiy inerken, deve üzerinde ise devenin çöktüğü görülmüştür. Çünkü Âyetler, “çok ağır sözler” ve “söz mucizeleri” oldukları için ağırlıklarını maddî-manevî hissettirirler. “Kur’an ki, (eğer inanmayanlar inansın diye İlahî bir Kitap ile) dağlar yürütülecek veya yeryüzü parça parça edilecek veya ölüler konuşturulacak olsaydı, bunlar ancak onunla olurdu. Gerçek şu ki, (kainat ve insan hayatı ile ilgili) bütün emir ve irade Allah’a aittir; (O, nasıl dilerse öyle emreder, öyle işler ve O’nun her emrinde, her işinde pek çok hikmetler vardır.)” (Ra’d Suresi, 13/31)
Evet, Kur’an ile dağlar yürütülebilir, yeryüzü parça parça edilebilir ve ölüler konuşturulabilir… Daha da mühimi, kalplerin imanla itminana erip tatmin olması bu Kur’an ile olur. Bunda hiç şüphemiz yok… Yani bizim elimizde böyle bir Kur’anımız var!.. Ne mutlu bizlere!..