[Abdullah Aymaz] Sizi mi? Yoksa dâvânızı mı?

Bizim bu kahraman ağabeylerden örnek alacağımız, özümseyip içselleştireceğimiz güzellikler var…

ABDULLAH AYMAZ - SAMANYOLUHABER.COM 

Avukat Bekir Berk, askerliğini Balıkesir’de tümen mutemedi, levâzım yedek asteğmeni olarak yaparken Simav Kitabevinde, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin, Eşref  Edip Fergan tarafından yazılmış Tarihçe-i Hayatını görüyor. O kitabı alıyor. Okuduktan sonra diyor ki: “Karşımda bir yangın var, alevleri  göklere yükseliyor, evladım tutuşmuş yanıyor. Ben o yangını söndürmeye koşuyorum’ meâlindeki ifadeleri görünce, tabiri câizse, Üstad’a vuruldum. Tekrar tekrar okudum ve kitapçıya gidip: ‘İbrahim Simav Bey, bu zâtın başka eserleri de var mı?’ diye sordum. ‘Evet’ dedi, ‘Sözler adlı eseri yeni geldi.’  O zaman kirada oturuyordum. Maaşım cüz’î idi. Bu sebepten taksitle bu eseri aldım ve okumaya başladım. Risale-i Nur’u gerçek mânâda o zaman tanımaya, anlamaya başladım. Günü geldiğinde yedek subaylıktan terhis oldum. İstanbul’da Hasan Fehmi Ustaoğlu’nun davasına katılıyordum. Hasan Fehmi Ustaoğlu’nun, ‘Türk milletinin Atatürk inkılaplarına mecbur olduğu iddiası, doğru değildir.’ şeklindeki beyanı sebebiyle aleyhine büyük bir yayın kampanyası başlatılmıştı. Başlatılan bu menfi yayın kampanyası üzerine, gerçekten muktedir bir avukat olan İsmet Tümtürk Beyefendi ile beraber fahri avukatlığı kabul etmiştim. Bu dava münasebetiyle İstanbul’a gittiğim esnada, mahkeme çok heyecanlı safhalardan geçmişti. Necip Fazıl merhum, ( o zaman itibariyle) benim Akşehir’de avukat olarak kalmama razı olmayarak, İstanbul’a dönmem hususunda ısrar etti. Hatta onun tabiriyle söylüyorum. ‘Balina, Marmara’da yaşamaz. Sen iman ve küfür davalarına giren bir avukatsın. Senin yerin Akşehir değil, İstanbul’dur.’ dedi.”

Bunun üzerine Bekir Berk Ağabeyimiz İstanbul’a gelip yerleşiyor. Bir gün Bekir Ağabeye Ankara’dan “Tahsin Tola’dan bir telefon geliyor. Telefonda Tahsin Bey kendine mahsus bir konuşma tarzıyla, “Bekir Bey kardaşım, Ankara’da bulunan bazı kardeşlerimizi tevkif ettiler. Acaba onların davasına girer misin?” diye soruyor. Bekir Ağabey de ona davanın mâhiyetini soruyor. O da “Üstad Bediüzzaman aleyhine yapılan neşriyata mukabele eden bir beyanname yayınlamışlar, bundan dolayı da tevkif edilmişler.” diyor. O zaman “Tahsin Ağabey, siz bana “Bekir Bey bu davaya girer misiniz?” diye sormak mevkiinde değilsiniz. Böyle söylemek yerine bana, “Bekir Berk, kardeşlerimiz tevkif edildiler. Acele Ankara’ya gel!’ demeniz lâzım” diyor. O da “Evet Bekir kardeşim, acele Ankara’ya gelmeniz lâzım” diyor. 

Bunun üzerine hemen hazırlanıp Ankara’ya gidiyor. Oradan cezaevine gidiyor. Mustafa Cahit Türkmenoğlu, Mehmet Emin Birinci, Bayram Yüksel, Mustafa Sungur, Kalpay Ural, Ceylan Çalışkan, Zübeyir Gündüzalp, Tahirî Mutlu, Rüştü Çakın, Cemalettin Günel olarak hapisteki on mazlumu görüyor. Davanın mâhiyetini anladıktan sonra onlara bir soru soruyor: “Müdafaamı iki şekilde yaparım. Ya bütün gayretimi, himmetimi sizin bir an evvel TAHLİYE edilmenize ve BERAATINIZA  sarf ederim ki, o zaman dava çabuk bitebilir. Ve yahut bütün gayretimi, himmetimi sizinle beraber temsil ettiğimiz davayı, müdafaa ettiğiniz hakikatleri müdafaaya hasrederim. O zaman mevkufiyetiniz uzayabilir, dava uzun sürebilir. Hangisini istiyorsunuz?” Onlar hiç tereddüt göstermeden, bir an bile durmadan “Bizi değil, davamızı ve Üstad’ımızı müdafaa et” diyorlar.

Bekir Bey, gördüğü bu manzara karşısında bu Yiğit Ağabeylerimiz hakkında  şöyle bir değerlendirmede bulunuyor: “Tahirî Ağabeyin gözleri bir far gibiydi. Zübeyir Ağabey kınından çıkmış bir kılıç gibiydi. Ceylan, zulme karşı, küfre karşı tebessün eder gibiydi. Sungur Ağabey, sonsuzluğun ötelerinden bakan bir ruh gibiydi… Her biri başka hâlette mazlumlar olarak ayakta idiler. DİMDİKTİLER. Onların bu hali beni mest etti. Böylece Risale-i Nur davalarının en mühimine girmiş bulundum.”

Bizim bu kahraman ağabeylerden örnek alacağımız, özümseyip içselleştireceğimiz güzellikler var… 

11 Ekim 2021 12:53
DİĞER HABERLER