Ey ehl-i Kitap! Bizimle sizin aranızda birleşeceğimiz, müşterek ve âdil, şu sözde karar kılalım. ‘Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım, kiminiz kiminizi Allah’ın yanında Rab edinmesin.” (Âl-i İmran, 3/64)
ABDULLAH AYMAZ
Hicretin yedinci yılına girilirken Peygamber Efendimiz (S.A.S.) Hudeybiye Anlaşması sonrası ashabının karşısına çıkıp, Allah’a hamdü senadan sonra: “Ey insanlar! Şüphe yok ki, Allah beni, rahmet olarak herkese gönderdi. Bana karşı vazifenizi yerine getirmelisiniz ki, Allah da size rahmetiyle muâmele etsin! Çünkü Ben, sizlerden bazılarınızı krallara elçi olarak göndereceğim; sakın ola ki, sizler İsrailoğullarının İsa İbn-i Meryem’e yaptıkları gibi Bana davranıp da muhalefet etmeyin!” buyurdu.
Sahabeler de hayret edip, “Yâ Resulullah! Havarîler nasıl muhalefette bulundular?” dediler. Efendimiz (S.A.S.) cevaben “Benim sizden, yerine getirip gereğini yapmanızı istediğim vazifeye O da havari davet etmiş, ‘Yeryüzü krallarına adamlarını gönder’ diyerek kendisine Allah tarafından vahiy geldiği zaman da onları belli başlı yerlere yönlendirmişti. Ancak havarilerden yakın yere gönderilmek istenilenler buna rıza göstermekle birlikte uzak yerlere gitmesi istenilenler bu işe karşı çıkmışlardı. Bunun üzerine İsa, ellerini açmış ve ‘Allah’ım, Ben, Senin Bana vahyettiklerini havarilere bildirdim, ancak onlar bu konuda ihtilafa düştüler!
Bunun üzerine Allah (c.c.) “Onların hakkından ben gelirim” diye O’na vahyetti. Daha sonra ise, onlardan her biri gönderilecekleri beldenin dilini konuşur halde sabahladılar. Bunun üzerine İsa, onlara: “İşte bu, Allah’ın sizin için takdir edip de kesinleştirdiği bir iştir; haydi hiç vakit kaybetmeden yürüyünüz”, diye emretti.
Peygamber Efendimizin (S.A.S.) bu sözlerinden sonra Sahabeler: “Yâ Resulullah, Allah’a yemin olsun ki, bizler, hiçbir konuda Sana muhalefet etmeyiz. Sen nereye istersen bizi oraya gönder; şüphesiz bizler, Senin emrini tereddütsüz yerine getiririz.” dediler. Sonra dediler ki: “Yâ Resulullah! O mektuplar üzerinde mühür olmadıkça kendilerine gelen mektubu okumazlar!” dediler. Bunun üzerine Efendimiz (S.A.S.) kendisine gümüşten bir yüzük yaptırdı. ‘Allah… Muhammed… Resul’ Yani Allah’ın Resulü Muhammed yazıyordu. Bundan artık gönderdiği bütün mektuplara altında imza olarak bu mühür basılacaktı. Aynı günde altı ashabını çağırmış ve altısını da farklı yerlere göndermişti.
İlk çağrılan sahabe Amr İbn-i Ümeyye idi. O, Habeşistan Kralı Necaşi’ye gönderildi. Mektupta şöyle deniliyordu: “Bismillahirrahmanirrahim. Bu, Allah’ın Resulü Muhammed’den Habeşistan’ın ulusu Necaşi’ye yazılmış bir mektuptur. Emniyet ve esenlik, İslam’a tâbî olanların, Allah’a ve Resulüne iman edenlerin üzerine; Allah’tan başka ilah olmadığına, O’nun tek ve yektâ olup ortağının bulunmadığına, ne bir yardımcı ne de çocuk edinmediğine şehadet edenlerin, Muhammed’in de O’nun kulu ve Resulü olduğunu ikrar edenlerin üzerine olsun! “Şüphesiz ki Ben, seni İslam’ın enginlik ve esenliğine davet ediyorum. Çünkü Ben Allah’ın Peygamberiyim! Sen de Müslüman ol ve onun güven veren dünyasına dâhil ol.”
“Ey ehl-i Kitap! Bizimle sizin aranızda birleşeceğimiz, müşterek ve âdil, şu sözde karar kılalım. ‘Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım, kiminiz kiminizi Allah’ın yanında Rab edinmesin.” (Âl-i İmran, 3/64) âyeti çizgisinde ittifak edip bu sözde karar kılalım.”
Allah Resulü’nün mektubunu alıp da okuyan Necaşi, önce onu alıp öptü ve yüzüne gözüne sürdü, sonra da Resulullah’a olan saygısını göstermek için tahtından inerek Müslüman olduğunu ilan etti. Şehâdet getirdikten sonra şöyle dedi: “Eğer yanına kadar gitmeye imkan bulabilseydim mutlaka giderdim. Zira Allah’ı şahit tutarak söylerim ki, O, kitap ehli olan Yahudilerle, Hıristiyanların, geleceğini bekleyip durdukları Ümmî Peygamberdir! Musa ‘Merkebe biner’ diyerek İsa’nın geleceğini müjdelediği gibi, şüphesiz İsa da ‘Deveye biner’ diyerek Muhammed’in geleceğini müjdelemiştir. Elbette bu müjdeli haberden ziyade O’nu gözle görmek çok daha önemli ve tatmin edicidir. Fakat ne yapayım ki, Habeşistanlılardan pek az yardımcılarım var; ben de onların sayısının artmasını ve kalplerinin de İslam’a ısınmasını bekliyorum.”
Bunları söyleyen Necaşi, Allah Resulü’nün mektubunu fil kemiğinden yapılmış bir kutunun içine yerleştirdi ve saygısındaki derinliği herkese gösterircesine: “Bu mektuplar burada kaldığı müddetçe Hebeşlerde hayır ve bereket devam edecektir.” dedi. Aynı zamanda Necaşi, o gün Habeşistan muhacirleri arasında bulunan ve kocası Ubeydullah İbn-i Cahş’ın ölümünden sonra yalnız kalan Ebu Süfyan’ın kızı Ümmü Habibe (Ramle) Validemiz ile Efendimiz (S.A.S.) için bir nikah merasimi düzenledi. İkinci mektubu Bizans’a, Kral Hirakliyus’a Hz. Dinyetü’l-Kelbî ile göndermişti. Üçüncü mektubu, Mısır ve İskenderiye Kralı Mukavkıs’a Hâtib İbn-i Beltea ile… Dördüncü mektubu Hz. Huzâfetü’s-Sehmi ile Fars Kralı Kisra’ya… Kisra’dan başka devlet başkanlarına da mektuplar gönderdi.
Bizans Kralı, Efendimizin (S.A.S.) peygamber olduğunu anladı ama başına gelenlerden korktuğu için imanını halkına izhar edemedi. Mukavkıs da verdiği karşılıktan anlaşılacağı üzere bir şeyler sezdi fakat açıkça ifade edemedi. Ama değerli hediyeler gönderdi. Câriye Mâriye bunlardan. Çünkü Efendimiz (S.A.S.) onunla evlendi. Oğlu İbrahim ondan doğdu.
Fars Kralı, kibirli Kisra, Efendimizin (S.A.S.) mektubunu yırtıp parçaladığı için, oğlu tarafından hançerlendi ve ülkesi de bedduaya uğrayıp paramparça oldu. Peygamber Efendimiz (S.A.S.) müşriklerin ayağına giderek İslamiyeti anlattığı gibi, mektuplarla da dünya devletlerinin liderlerine böyle tebliğlerde de bulunmuştur.
Müslümanlar tarafından İslamiyet güneşin doğup battığı her yere götürülecek ve Muhammed (S.A.S.) ismi, cihanda her eve girecektir; hatta o mübarek ismin girmediği kıldan yapılmış bir çadır bile kalmayacaktır. İşte bunun aşk ve şevkle çalışan, muhabbet fedâileri ve bütün dünyada sulh-u umuminin temsilcileri gerekmektedir. Şu anda gördüğümüz kadar bütün dünya kıpır kıpır, hem fıkır fıkır kaynamakta hem de fikir fikir temayüz etmektedir. Haydin çok işimiz var… Boş durmayıp işimize bakalım.