Af talebi, zamanlama ve denge

Samanyoluhaber.com yazarlarından Prof. Dr. Osman Şahin, Hz. Yusuf'un hayatını konu alan yazı dizisine 'Af talebi, zamanlama ve denge' bölümüyle devam etti.
“Kafile daha Mısır’dan ayrılır ayrılmaz, babaları etrafındakilere: ‘Şayet ‘Bunadı!’ demezseniz, doğrusu, ben Yusuf’un kokusunu alıyorum!’ dedi.” (12/94) ayetinde haber verilen, Hazreti Yusuf’un kokusunun ülkeler aşırı alınmasındaki mucizelik üzerinde durulmuştu.

Bu ayetteki Hazreti Yakup’un (aleyhisselâm) kokuyu aldığını cemaate haber verme üslubundan ve sonraki ayette geçen etrafındakilerin sözlerinden, bu insanların peygamberlik hakikatini ya tam anlayamadıkları veya daha önce mucizelere pek de muhatap olmamış oldukları anlaşılıyor.

Belki de bunların çoğunluğu Hazreti Yakup’un peygamberliğinin pek de farkında olmayan insanlardır:

“Bunun üzerine çevresindekiler şöyle dediler: ‘Vallahi, sen hâlâ eski yanılgında devam ediyorsun!’ Müjdeci gelip de gömleği Yakub’un yüzüne sürünce gözleri tekrar görmeye başladı ve: ‘Ben Allah katından sizin bilmediklerinizi bilirim dememiş miydim?’ dedi.” (12/95-96)

Bu bilmemezlik ve cehaletlerine rağmen Hazreti Yakup üslubunu onlara karşı bozmuyor, kullandığı kelimeler ve onlara yaklaşımıyla onları kazanmaya çalışıyor:

“Hazreti Yakup’un Hazreti Yusuf’un kokusunu yüzlerce kilometre uzaktan alması bir mucizeydi. Ağlamaktan ve yaşlılıktan katarakt olmuş gözlerinin o gömlek vesilesiyle açılması ise ikinci bir mucize oldu.

Gözleri açılır açılmaz o, zihinleri tevhide yönlendirerek, daha önceden bazı şeyleri bildiğini fakat bu bilgisinin Allah’tan geldiğini hatırlattı. “Ben biliyorum, ben anlıyorum, ben kavrıyorum.” demedi. Hiç kimseyi suçlamadı, ayıplamadı, kınamadı. Hiç kimsenin onurunu kırmadı. Allah’ı hatırlatarak konuyu noktaladı.

Bu, bir peygamber terbiyesidir. Peygamberler en kritik, en sevinçli, en heyecanlı, en hüzünlü ya da en korkulu anlarda dahi muvazenesini bozmaz, etrafı kırıp dökmezler. Muhataplarının akıbetini nazara alırlar. Bu yüzden hep dengeli düşünür ve dengeli davranırlar. Evet, peygamberler kâmil manada denge insanıdırlar.

Âyetten, bazen “Ben size dememiş miydim!” şeklinde konuşmanın mahzurlu olmadığını da öğrenmiş oluyoruz. Eğer bir yerde gerçek bir üstünlük, bir haklılık varsa, orada muhataba bu kadarcık bir hatırlatma yapılabilir. Bu kendisine hitap edilen kişiye de faydalı olacak, onun hak ve hakikati daha net görmesini sağlayacaktır.” (Kur'ân'ın Sihirli Ufku - Yusuf Sûresi)

Peygamberler her şeyde birer denge insanıdırlar, hep muhataplarını düşünmüşler ve vahyin gölgesinde her fırsat ve vesileyi insanları tevhide ulaştırmak için kullanmışlardır.

Nitekim, oğulları pişmanlıklarını iletip af talebinde bulunduklarında babalık damarıyla hemen onların taleplerine evet dememiş, “Sizin için ileride Rabbimden af dileyeceğim…” diyerek, bir peygamber olarak yapılması gerekeni yapmış ve onlarda meydana gelen pişmanlık duygusu üzerinden önemli kazanımların peşine düşmüştür:

“Evlatları ise şöyle dediler: ‘Ey bizim şefkatli babamız! Bizim günahlarımız için Allah’tan mağfiret dile. Zira biz yanlış içindeydik.’ O şöyle cevap verdi: ‘Sizin için ileride Rabbimden af dileyeceğim. Şüphesiz Gafûr da O’dur, Rahîm de!’” (12/97-98)

“Oğullarının af talebine babaları hemen “Ben affettim, Allah da sizi affetsin.” şeklinde karşılık vermiyor. O gün her şey vahyin emirleri istikametinde cereyan ettiğinden, meseleyi Allah’ın emir ve takdirine havale ediyor. O’ndan gelecek bir vahiy ya da ilham bekliyor. Zamanı O’nun belirlemesini istiyor.

Yoksa cibillî yakınlıktan dolayı çocuklarını ya da anasını babasını düşünüp hemen istiğfara sarılsaydı, Allah’tan itap görebilirdi. Nitekim geçmiş peygamberlerden bu konuda Cenab-ı Allah tarafından ikaz edilenler vardı. Mesela Hazreti İbrahim (aleyhisselâm), babası için istiğfar etmekten menedilmişti. Hazreti Nuh, tufan hâdisesinde oğlu için çırpındığından dolayı itap görmüştü.

Bunları bilen Hazreti Yakup’un Allah’tan bir vahiy ya da ilham gelmeden çocuklarını affetmesi mümkün değildir. Nitekim bir rivayete göre Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Amine Vâlidemizin kabrini ziyaret etmeden önce Cenab-ı Allah’tan izin istemiş, Allah Teâlâ, “Ziyaret et fakat istiğfar etme!” buyurmuştu…” (Kur'ân'ın Sihirli Ufku - Yusuf Sûresi)

Ayrıca, onlar için bağışlanma talebinde bulunmadan önce hak sahiplerinin duygularını da hesaba katmak gerekirdi. Peygamberler vahiyle hareket edip, tavır ve davranışlarını hep vahye göre ayarladıklarından onların yaptıklarını sıradan şeyler gibi görmemek ve onların arkasındaki hikmetleri bu bakış açısıyla aramak gerekir:

“Şu hususlar da düşünülebilir: Yakup (aleyhisselâm), çocuklarını kendi etrafında toplamak ve dine hizmette istihdam etmek maksadıyla onlar için hemen istiğfar edebilirdi. Fakat bunu yapmadı. Belki Yusuf (aleyhisselâm) ile buluşup onu gözüyle gördükten sonra içinde bir inşirah hasıl olacak, Allah’a şükran duygularıyla dolup taşacaktı. Ardından Yusuf ile Bünyamin’in hissiyatlarını da dinleyecekti. Ve işte tam bu esnada, yakalayıp yaşadığı bu yüksek ufku değerlendirerek çocukları için istiğfar edecekti.

Yani istiğfar için kendine zaman tanıyıp kalbinin istediği kıvama gelmesini bekleyecekti. Bu arada babalarının istiğfarını bekleyen çocuklar o süreyi endişeyle geçireceklerdi. Bu da onlara ibadet sevabı kazandıracaktı.

Zira insan, yaptığı hatalar karşısında endişe ve korku duyduğu sürece ibadet ediyor gibi sevap kazanır. İşte bütün bunlar bir peygamber firasetidir. O firaset, meseleye çok değişik açılardan yaklaşarak istiğfarı ileri bir zamana ertelemiştir. Bunları yapan insan bir peygamber olduğundan, yapılanları basite almamak, kendi düşüncelerimizin darlığına hapsederek yorumlamamak ve peygamberin icraatlarında daha derin hikmetler aramak gerekir.

Bir peygamber, hareket ve tavırlarını vahye göre planlar. Peygamberin Allah nezdindeki büyüklüğü buradadır. Evet, bir peygamber her adımı Hakk’ın muradını gözeterek atar. İnsanları toplayayım, organize edeyim, onlarla bir devrim yapayım diye düşünmez, herkese cennet biletleri dağıtır gibi hareket etmez. Temkinli hareket eder. Allah’ın emirlerini harfiyen yerine getirir.” (Kur'ân'ın Sihirli Ufku - Yusuf Sûresi)

Hazreti Muhammed Mustafa’da (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu denge en yüksek derecede temsil edilmiştir.

“Hep aklıma gelir: Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), bir taraftan cahiliye toplumunun kökleşmiş yapısı içinde inkılaplar meydana getirirken diğer taraftan da abdestin en ince kurallarına kadar dikkat ediyordu. Abdest alan birinin ayağının arkasında biraz kuru yer kaldığını görünce onu ciddi şekilde uyarıyordu.

İşte büyük işler ile en ince meseleleri dengeli bir şekilde beraber götürmek, peygamberliğin önemli özelliklerinden biridir. Ayrıca, Cenab-ı Allah büyük işlerdeki muvaffakiyeti bu kabil ince hususlardaki dikkat ve hassasiyetimize bağlamışsa, biz kullarına da ona karşı çok saygılı olmak düşer.

Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) mübarek hayatlarında buna dair yüzlerce örnek vardır. Bu dünyada büyüklerden büyük değişimler, dönüşümler meydana getiren ve Allah’a karşı mükellefiyetlerinde çok hassas olan biri olarak O, ahirete ait meselelerde de bir o kadar temkinli hareket etmiştir.

Mesela “Mahşerde eşini tanır mısın ey Allah’ın Resulü?” diye soran Âişe Validemize hemen “Tanırım.” dememiş, üç yerde hatırlayamayacağını ifade etmiştir. Çünkü O, vahye, Allah’ın muradına bağlı olarak düşüncesini ortaya koyuyor, öyle hareket ediyor ve ona göre disiplinler oluşturuyordu. O hep “Her şey Allah’tan!” diyerek yaşıyordu. Yani her şey Allah’tan başlıyor, Allah’tan geliyordu.

Allah Resulü de hep Allah’tan gelen emirlerle hareket ediyor, kendinden konuşmuyor, kendinden hareket etmiyordu. Allah Resulü’nün hayatında bu konuda o kadar çok örnek vardır ki, insafla bunlara bakan birinin “Muhammedün Resûlullah” dememesi mümkün değildir.” (Kur'ân'ın Sihirli Ufku - Yusuf Sûresi)
30 Mayıs 2025 11:24
DİĞER HABERLER