'Afrin Operasyonu ile Türkiye tuzağa çekilecek'

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Bir gece ansızın gelebiliriz” diyerek aylardır sinyalini verdiği Afrin operasyonu hafta başından beri Türkiye’nin neredeyse tek gündemi.

Ahvalnews.com'dan Ezgi Karataş, CHP milletvekili ve Musul Eski Başkonsolosu Öztürk Yılmaz'la Afrin operasyonunu konuştu.

Öztürk Yılmaz Afrin operasyonunun Suriye’nin bölünmesine sebep olacağını iddia ediyor. Suriye’nin ‘parçalı çözümler’ yerine ‘bütünlüklü strateji’ ile yeniden düzenlemesi gerektiğini savunan Yılmaz, “Bölünme herkese yarayabilir ama Türkiye’ye hiç yaramayacak. Bölünmeyi önlemesi gereken, en aktif çalışması gereken Türkiye’nin elinde hiçbir plan yok.” diye konuşuyor.

Afrin’in Türkiye için bir tuzak olduğunu söyleyen Yılmaz, “Türkiye, Suriye’de bir tuzağa itildi. Ve o tezgâhı kuranlar Esad’la Erdoğan’ın arasını açmayı başardılar. Bugün eğer Esad’la bir diyalog olmuş olsaydı, bu mesele Afrin’e hiç müdahaleye gerek kalmadan çözülmüş olabilirdi.” diyor.

-AKP-MHP ittifakının fiilen ilan edildiği günlerde Afrin operasyonunun açıklanmasını neye bağlıyorsunuz? Bir AKP-MHP ortak kararından söz edilebilir mi?

AKP ve MHP arasındaki ortak ittifak, 16 Nisan’da Anayasa Referandumu’nda açıkça sergilendi. Şu anda ise MHP Genel Başkanı’yla AKP Genel Başkanı bu ittifakı sağlamlaştıracağını açıkladılar. İlk seçime de ittifakla gireceklerini belirttiler.
AKP, terminolojisiyle daha milliyetçi bir tabana oynamaya çalışıyor.  Ancak kendisinin milli ve yerli olmadığını biliyoruz. Çünkü milli ve yerli olsalar en basitinden Adalar konusunda hamle yaparlardı.

Ama bu konuda onlardan hiç ses seda duymuyoruz. Kıbrıs konusundaki müzakereler ise tavize dönüştü.  Bu konuda da sürece fren koyamadılar. AKP’nin milliği ve yerliliği sadece meydanlarda, mitinglerde kalıyor. Ama arazide onu görmüyoruz.
Afrin’e gelince, bu operasyon çok uzun bir zamandır konuşuluyor. Önce PKK’yı Fırat’ın batısına geçirmeyeceğiz demişlerdi. Ama gördük ki Türkiye’nin hemen güney sınırında Irak’tan başlayıp Fırat Nehri’ne kadar 650 km’lik bir alana PKK hâkim oldu.

Sonra Batı’ya geçirmeyeceğiz dediler. Menbiç’e geçtiler. Tekrar Afrin’de kanton oluşturdular. Sonra Rojava, federal bölge adı altında ilan edildi. AKP hükümetlerinin bunlara tehdit savurma dışında bir şey yaptığını görmedik.
Şu anda da konjonktür olarak ‘bu konuları kullanıp, bir şey yaratabilir miyiz’ havasındalar. Ama Afrin’de çok az bir PKK varlığı olmasına rağmen, çok az bir nüfus olmasına rağmen Afrin’le ilgili hiçbir şey yapamadılar. Ama üst perdeden konuşmaya devam ediyorlar. O da düşündürücü.

-Peki, Cumhurbaşkanı Erdoğan neden Afrin konusunda bu kadar ısrarcı?

AKP Suriye konusunda dengeleri okuyamadı ve Suriye dosyasını içinden çıkılamaz bir hale soktu. Suriye fiilen, de facto olarak şu anda bölünüyor. Suriye’nin siyasi çözümü konusunda ise elde somut bir şey yok.
Bölünme herkes yarayabilir ama Türkiye’ye hiç yaramayacak. Bölünmeyi önlemesi gereken, en aktif çalışması gereken Türkiye’nin elinde hiçbir plan yok. Türkiye’ye İdlip’te cihatçı grupların koruyuculuğunu üstlendirdiler ve Türkiye’yi onlarla aynı çuvala soktular.

Yani Türkiye’nin manevra alanını El Bab’a kadar, 30 km aşağıya İdlip’te cihatçı grupları korumakla sınırladılar. Bu siyasetten bir şey çıkmaz.
Bugün eğer Esad’la bir diyalog olmuş olsaydı, bu mesele Afrin’e hiç müdahaleye gerek kalmadan çözülmüş olabilirdi. Nasıl ki Esad, Menbiç’in bir bölümüne ülke bayrağını çekti ve bir operasyona gerek kalmadan çözüldü. Bu da yapılabilirdi. Ama Türkiye şu anda kazanabileceği bir strateji üzerine çalışmıyor.
ABD orada Fırat’ın doğusunda bir yapılanmaya gidiyor. Ordu teşkil ediyor. Onu Fırat’ın batısındaki Esad’a karşı ve Irak’a karşı açık açık kullanacak. Ancak AKP, onunla da ilgili bir şey yapamıyor. Çünkü o işin o noktaya gelmesinin sebebi de bu hükümet.
Diğer taraftan İdlip ne olacak? Bu muhaliflerin elinde tuttukları yerlerde ayrı devletler mi olacak? Olması gereken bu bölgelerin bir an önce rejime devredilmesi, rejimin güçlenmesi ve tekrar ülkeye hâkim olması.

Ülkede yeni bir siyasi dönemin başlaması gerekiyor. Yeni dönem başladıktan sonra Esad kalacak mı kalmayacak mı zaten ortaya çıkar. Ben şahsen demokratik bir sürece geçilirse Esad’ın görevde kalabileceğini düşünmüyorum. Çünkü sonuçta demokratik bir oylama olacak.
Ama bir tarafta Suriye’yi bölen gelişmeler yaşanıyor. İşte Fırat’ın doğusunda İŞID bölgesi tam temizlenmiş değil. Diğer taraftan çatışmazlık bölgesi denen dört bölgede ayrı yapılanmalar var. O alanlara ayrı koruma sağlanıyor.

Bir taraftan bölünme devam ediyor. Diğer taraftan birleşme için, toprak bütünlüğünü sağlayıp Güney sınırımızda daha güvenli bir sınır oluşturabilmek için bir çalışma da yok.

Bu hükümet Afrin’le ilgili operasyon yaparsa kamuoyuna çok büyük bir zafer olarak takdim edecek. Ama bu Suriye’nin bölünmesini engellemiyor ki… Örneğin, yarın PKK, Afrin’i terk etse, Fırat’ın doğusu kalıyor. Fırat’ın doğusunda bir devlet yapılanması devam ediyor.

Yani hükümet artık bütünlükçü çözümü bıraktı. Parça başı çözüm üzerine çalışıyor ve oradan elde ettiği ufak kazanımlarla sanki büyük bir şey yapmış gibi, kendini takdim edip bunu oya devşirmek istiyor.

-Daha önce de hükümetin Afrin açıklamalarının milliyetçi kesimin oyunu alabilmek için olduğunu söylemiştiniz. Ancak AKP salt seçimler için bu çıkmazı göze alır mı?

Salih Müslim’i Türkiye’ye getirip, görüşme yapan kimdi? Bu yönetimdi. Oslo’da görüşmeyi kim yaptı? Bu hükümet. Dolmabahçe’de görüşen bunlardı. Barzani’yle boy gösteren bunlardı.

Dikkat ederseniz işlerine geldiği zaman öyle yapıyorlar, işlerine gelmediği zaman da farklı yapabiliyorlar. Bu hükümetin bir çizgisi, duruşu, milli bakışı yok. Hükümet akıntıya kürek çekiyor.

Bunlar için önemli olan Suriye’de bir şey yapıyor görünmektir. Yoksa Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamak gibi bir dertleri yok. Sınırın güvenliğe kavuşması Türkiye için elbette son derece önemli.  Türkiye güvenliğini ilgilendiren her konuda, her türlü tedbiri alabilmeli.

Bu Türkiye’nin doğal hakkıdır. Hiç kimsenin Türkiye’ye niye sen güvenliğini tehdit eden unsurlara karşı davranıyorsun deme hakkı yoktur. Böyle bir şey olamaz. Ama bu hükümetin yapısını da biliyoruz.

Bu hükümet her şeyi iç politikaya devşirip, buradan oy almak isteyen bir hükümet. Her seçim öncesi Barzani’nin davet edildiğini, Türkiye’ye getirildiğini ve Kürt seçmenin oyunun kazanıldığını biliyoruz.

Daha sonra da Barzani ile yollarını ayırdıklarını biliyoruz.  Şimdi tekrar barışmak istiyorlar. Dolayısıyla bu hükümetin bir çizgisi yok. Suriye’de de yok.

-Erdoğan, Afrin operasyonu için keskin açıklamalar yapmaya devam ediyor. Bununla birlikte sınıra çok sayıda tank sevkiyatı yapıldı. Yine top atışları yapılıyor. Sizin buna ilişkin "Türkiye eğer orada terör örgütleriyle bir çatışmaya sürüklenirse Türkiye’nin içerisinin karıştırılması ikinci aşamadır" değerlendirmeniz var. Peki, Türkiye'yi neler bekliyor bu süreçte?

İki tane tehdit var. Bir, Afrin’de Rusya ile karşı karşıya gelebiliriz. İki, Fırat’ın doğusunda da PKK bizi ABD ile karşı karşıya getirebilir.
İki konuda da dikkatli olunması gerekiyor.

Eğer böyle bir senaryo olursa bunu tetiklemek için Türkiye’nin içini de karıştırabilirler.

-Hafta başında yaptığınız açıklamada bu iddianızı “Türkiye bir tuzağın içerisine çekiliyor” şeklinde belirttiniz.

Evet. Türkiye, PKK tarafından Afrin’de Rusya ile çatışabileceği bir tuzağa çekilebilir. Yine PKK tarafından, Fırat’ın doğusundaki alanda ABD ile çatıştırılmak için bir tuzağa çekilebilir.

Böyle bir ortamda da Türkiye içinde olaylar patlatılabilir. Bu her zaman risktir ve önemli bir risktir. Bunu göz ardı ederek iş yapamayız. O tuzağa da düşmemek lazım.
Türkiye bir harekât icra edecekse, bir operasyon yapacaksa başkalarına güvenerek, başkalarının aklıyla değil kendi öz stratejisi ile bunu yapmalıdır.

-İdlip'teki son gelişmelere ilişkin de önemli uyarılarda bulundunuz. İdlip'teki son gelişmelerin Türkiye açısından anlamı nedir?

Türkiye, İdlip’i bir an önce Esad’a devretmeli. Eğer etmezse risk var, tehlike var.

Nedir o tehlike?

AKP’nin desteklediği Esad’ın muhalifleri Halep’te yenildiği zaman ne yaptı? Kaçıp, İdlip’e doluştular değil mi? Şimdi İdlip’te de operasyon devam ediyor ve bunlar yenilecek. Peki, yenildikleri zaman nereye gidecekler? Türkiye’ye gelecekler.  

25 bin cihatçının Türkiye’ye gelmesi bizim güvenliğimiz için ciddi risktir. Kaldı ki bu bölgeler en nihayetinde Suriye’dedir. Yani İdlip bölgesini Esad’a vermek, Esad’la bu muhalifleri barıştırmak ve ülkenin güvenliğini sağlamak için ortak çalışmak önemli.

ABD, terör örgütlerini kullanarak iş yapıyor da biz Suriye’deki rejimle neden iş yapamıyoruz?

-AKP'nin Suriye politikasını yakından takip eden ve eleştiren isimlerden birisiniz. Peki, en başından itibaren nasıl bir Suriye politikası izlenmeliydi?

Türkiye, Arap Baharı safsatasından kendine bir ekmek çıkacağını düşündü. Yani Şam’da kendisine yakın Müslüman Kardeşler tipi bir hükümet kurabileceğini düşündü. O dönemde Hamas’a olan destek hızla arttı.

Ama şunu unutmayalım Türkiye, Suriye’de bir tuzağa itildi. Ve o tezgâhı kuranlar Esad’la Erdoğan’ın arasını açmayı başardılar. Peki, ne oldu?

O dönemde Türkiye, Esad’ın ipinin çekilmesi stratejisine alet olmasaydı bugün içimizde 3,5 milyon Suriyeli olmayacaktı. 30 milyar dolar para harcamamış olacaktık.  

İçimizde radikal, cihatçı grupların bombaları patlamayacaktı. Suriye bugünkü gibi parçalanmayacaktı. İŞID belası Irak’ı sarmayacaktı. Hiçbiri olmayacaktı ve hatta Süleyman Şah Türbesi taşınmak zorunda kalmayacaktı.

Musul Başkonsolosluğu da basılmayacaktı. Hepsi, Suriye politikasının yanlışlığıyla başladı ve AKP buna bilerek veya bilmeyerek alet oldu.

-Suriye konusunda Türkiye’nin bundan sonraki pozisyonu ne olmalı?

Suriye’deki bütün uluslararası aktörler ilk olarak parça başı çözüm için değil bütünlükçü bir çözüm için çalışmalı. Yani Arap ülkelerini, Arap olmayan ülkeleri, Avrupa Birliği’ni Suriye’nin siyasi çözümü konusunda harekete geçirmeli.

Biz şu anda enerjimizi İdlip’te cihatçılar, Afrin’de PKK için harcıyoruz. Bunların da hepsini çözecek bir strateji lazım. Bu strateji de Suriye’nin bütünlüğü.

Suriye’de siyasi süreci başlatıp, Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamadıktan sonra bu yapılar kalıcı hale gelecek. Bu yapıları söküp atmak mümkün değil ve bu yapılar da güçlü ülkelerin taşeronu olarak var olacak.

Bunlar da Türkiye’ye karşı kullanılacak. Onun için aklımızı başımıza toplayıp, bir an önce Suriye’de siyasi çözümü hızlandırmak için çaba sarf etmeliyiz. Bu bölgenin ayrışmasını isteyenlerin stratejisini değil, birleşmesini isteyenlerin stratejisini gerçekleştirecek bir mecraya süreci sürüklemeliyiz.

-ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyonun Suriye’nin kuzeyinde 30 bin kişilik sınır güvenlik gücü kurma hamlesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tamamen yanlış buluyoruz. ABD bu bölgeyi teşeronlaştırmak istiyor. Bu da en fazla zararı oradaki Kürt kardeşlerimize verecek. Çünkü ABD resmen kendine taşeron arıyor ve PKK’yı taşeron olarak kullanıyor. Türkiye’ye karşı tehdit, Suriye’ye karşı tehdit, Irak’a karşı tehdit olarak kullanmak istiyor.

Orada bir yapılanma yaparak Suudi Arabistan’ın da istediği şekilde İran’ın o bölgeye tekrar yani Suriye’ye yayılmasını engellemek istiyor. Bölge tekrar bölünüyor, tekrar ufalanıyor ve parçalanıyor. Bu da maalesef Suriye’yi toparlaması gereken ve o sorumluluğu taşıyan ülkeler tarafından yapılıyor.

-Türkiye’nin Atlantik sisteminden koptuğu ve Avrasya’ya yaklaştığı iddiası için ne söylemek istersiniz?

Rusya, Türkiye’nin NATO’dan kopmasını ister. Ben, Suriye’deki politikalara dair uyarı yaparken biraz da ona değiniyorum. Bir kere Amerika’ya kızıp, NATO’dan kopmak olmamalı. Eğer kopulacaksa o ayrı bir kontekste değerlendirilmeli. Ama ben bunun bir yarar sağlayacağını da düşünmüyorum.

Türkiye’nin NATO’dan kopması, Avrupa Birliği’ne kapıları tamamen kapatması, Avrupa Konseyi’nden, AGİT’ten bütün uygar dünyadan uzaklaşması bir fayda sağlamaz. NATO hiçbir şeye yaramazsa şuna yarar; en azından NATO üyesi ülkeler Türkiye içerde olduğu için Türkiye’ye karşı bir operasyon yapamazlar. Oy birliği ile alınıyor o kararlar.

Benim gördüğüm şu; Türkiye hem otokratik bir eğilimle içeriye gömüldüğü için dünyadan izole oluyor hem de çok zikzak yapıyor. Yani konuşulanla yapılanlar uymuyor.

Yani, efendim biz bugün öyle deriz, yarın böyle deriz. Ama bu komşu kavgası değil ki. Bu ülke yönetimi.  Kötü bir söz söylediğiniz zaman onun hazmedilmesi uzun zaman alıyor. İşte Rusya ile hala uçak düşürme hadisesinden sonra ilişkiler tam normalleşemedi.

Tek taraflı işliyor. Yani biz sürekli tavizler veriyoruz. Türk Akımı’nda büyük tavizler veriyoruz, nükleer santral yapımında büyük imkânlar sunuyoruz. Rusya’ya, doğalgaz alımında büyük imkânlar sunuyoruz. S-400 alımı keza öyle. İlişkiler ancak böyle ilerliyor.

Yani şu anda Türkiye adeta ilişkileri tekrar düzeltebilmek için büyük imkânlar veriyor. Bu olmamalı. Türkiye ilişkilerinde bu kadar zikzak yaratmamalı. Yarattığında da zor oluyor. Bunun için Türkiye kendi hesabını kendi yapmalı. Bir başkasının gözüyle politika bize zarar veriyor. Şu anda Sisi’yle ilişki geliştirmemek Türkiye’ye zarar veriyor. Efendim, Mısır’da demokrasi yokmuş. Eee sen kendin demokrasiyi katlediyorsun burada. Efendim Sisi diktatörmüş, eee size de diktatör diyorlar.

-Musul’daki görevinizden bugüne Türkiye’nin dış politikasındaki değişiklikleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dış politika bugüne kadar kötü bir yöne evrildi, içinden çıkılamaz bir hal aldı. Bu hükümetin dış politikayı düzeltmesinin de imkânsız olduğunu düşünüyorum. Bunu yapabilecek olan bu bölgeleri tanıyan, bu bölgeleri bilen, bu bölgelere ideolojik bakmayan, devletleri esas alan, alt aktörleri, grupları esas almayan bir anlayışın bu işin içinden çıkabileceğini düşünüyorum. Bunun adresi de belli, o biziz.

-Son olarak geçtiğimiz hafta Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile yaşadığınız gerginliği sormak istiyorum. O tartışmada hükümeti  “Sizi IŞİD’e satmakla” suçladınız. Bunu isnadınızı biraz açar mısınız?

Onunla ilgili şunu söyleyeyim, biz o dönemde çok yalnız kaldık. Bu süreç bizim için, ailemiz için, benim devletle ilgili algı açısından şok edici ve yıpratıcıydı.
Kimse kusura bakmasın, şurada kahramanlık yapıp bir ‘one minute’ demeyi kahramanlık sayıyorlar. Ben orada 101 gün esarete, işgale direnmiş bir insanım. Bu katil, terörist sürüsünün hiçbir dediğini de yapmamış bir insanım. Böyle bir insanla konuşurken on defa dikkat edecekler.

Bana saygı duymayan adama ben zerre kadar saygı duymam. Çünkü vatan duygusuyla, ülke duygusuyla böyle terbiyesizce uğraşmak hiç kimsenin haddi olmamalı. Ben ülkemin her şeye rağmen orada onurunu ve gururunu korumuşum, kılına zarar getirmemişim. Normalde AKP’li olsaydım benim anıtım dikilirdi. Böyle konuşurlarsa benim söyleyeceğim şeyler de çok olur.

-Ancak, Çavuşoğlu sizin kimliğinizi sakladığınız imasında bulundu.

Benim başkonsolos olduğumu herkes biliyor. Bu kadar gülünç bir iddia nedir? Ne demek yani? Ben IŞİD’i mi tanısaydım?
Ya bunlar neye üzülmüşler? Bunları üzen ne? Ben IŞİD’i tanıyorum mu deseydim? Gerçekten anlamakta zorlanıyorum. Bunlar neyin peşinde? Bu nasıl bir kompleks? Biz orada esir olmuşuz, işkence görmüşüz ve dimdik direnmişiz. Orada 550 devletle görüşme yapmışım. Ülkemin onuruyla oynatmamışım. Bana bırak laf etmeyi, AKP’nin teşekkür etmesi lazım.

18 Ocak 2018 14:29
DİĞER HABERLER