''Şuheda el Şarkiyye'nin cezalandırılması hem Afrin'deki başına buyruk gruplara hem de İdlib'de tampon planına ayak direyenlere bir mesaj olarak okunabilir. Fakat sahanın büyüklüğü, güç dağılımı, örgütlerin çokluğu ve tutarsız yapıları bir müdahaleyle herkesin hizaya geleceğine dair iyimser beklentilere izin vermiyor.''
Fehim Taştekin / BBC Türkçe
Afrin'de operasyon: Ankara'yı adım atmaya zorlayan nedenler neler?
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve desteklediği milis güçleri, 18 Kasım'da Suriye'nin kuzeybatısındaki Afrin vilayetinde bir tasfiye operasyonuna girişti. Hedefin önce Ahrar el Şarkiyye, ardından Şuheda el Şarkiyye adlı grup olduğuna dair haberler geldi.
Operasyonda Şuheda el Şarkiyye'ye odaklanıldığı, Ahrar el Şarkiyye'nin de Cinderes'e çekildiği ve Zeytin Dalı Harekâtı'na sadık kalındığı anlaşılıyor. Bu müdahalede TSK'ye Hamza Tümeni, Sultan Murad Tümeni, Feylak el Şam ve Üçüncü Kolordu eşlik etti.
Ve müdahale, Afrin'deki yağma ve hırsızlık olaylarına karşı "huzur operasyonu" diye takdim edildi.
Şuheda el Şarkiyye Komutanı Ebu Havle (Abdurrahman el Hüseyin) 27 Ekim'de sağlık durumu ve kontrol edemediği olaylar yüzünden örgütünü dağıtıp silahları Türk ordusuna teslim edeceğini duyurmuştu. Muhalif kaynaklara göre Ebu Havle, Ankara'nın talimatlarını dinlemediği için baskı altındaydı. Şuheda el Şarkiyye birkaç ay önce Ahrar el Şarkiyye'den ayrılanlar tarafından kurulmuştu. Savaşçı sayısı 250 ile 800 arasında veriliyordu.
"Şarkiyye" (Doğu) grupları Deyr el Zor'da rejime karşı örgütlenip 2014'te Irak-Şam İslam Devleti örgütünün (IŞİD) baskın çıkmasıyla kendi bölgelerinden kaçmış, bir dönem El Kaide bağlantılı Nusra Cephesi ile birlikte hareket etmiş savaşçılardan oluşuyor. 2014'te bu grupların bir kısmı Kalamun, bir kısmı da İdlib-Halep cephesine geçmişti. Türkiye ile yakın mesaisi olan Ahrar el Şam'ın uzantısı olan bu savaşçılar, 2016'da Ahrar el Şarkiyye ismiyle örgütlenip Fırat Kalkanı Harekâtı'na katılmıştı.
Ana gövde olarak öne çıkan Ahrar el Şarkiyye Cerablus, El Rai, Marea, El Bab ve son olarak Afrin'de TSK ile birlikte hareket etti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Nisan ayında Beştepe'de kabul ettiği komutanlar arasında Ahrar el Şarkiyye lideri Ebu Hatim Şakra da vardı. 7 Kasım'da Tel Ebyad'a müdahale talebiyle Şanlıurfa'da düzenlenen gösteride bu örgütün bayrakları da dalgalanıyordu.
Kalamun'a giden "Şarkiyye" kolu ise Nisan ayında TSK'nin kontrol ettiği bölgelere getirildi. Ahrar el Şarkiyye dışında Ceyş el Şarkiyye ve Usud el Şarkiyye gibi doğu kökenli örgütler bugün Afrin'e yerleştirilmiş durumda. IŞİD'in yüzlerce mensubunu katlettiği Şaitat aşiretinin savaşçıları da bunlar içinde.
Afrin'deki sorun "başıbozuk" bir gruba indirgeniyor ama diğer örgütler de yağma, talan, hırsızlık, fidye için adam kaçırma, gelişigüzel hapsetme, işkence gibi suçlardan beri değiller. Hatta asıl sorun Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı'nda TSK ile en fazla işbirliği sergilemiş örgütler arasında yaşanıyor. Bunların başında Ahrar el Şarkiyye ve Hamza Tümeni geliyor. Çatışmaları tetikleyen genelde ganimet paylaşımındaki anlaşmazlıklar.
Martta Afrin'den gelen görüntülerle dünyanın gündemine oturan yağmaya farklı örgütler ortak olmuştu. Malların paylaşımı yüzünden Ahrar el Şarkiyye ile Hamza Tümeni arasında çatışma çıkmış, Şarkiyye'nin komutanlarından Ebu Sakr el Kadisiyye öldürülmüştü. Yine başka bir hadisede Ahrar el Şarkiyye, Sultan Murat Tümeni'ne ait elektrikli aletlerle dolu bir araca el koyduğu için çatışma yaşanmıştı.
20 Haziran'da Cinderes'te Ahrar el Şarkiyye ile Faruk Tugayı, Kuran köyünden yağmalanan malların paylaşımı yüzünden birbirine girmişti. Son olarak 6 Kasım'da Ahrar el Şarkiyye, Şam kırsalından Afrin'e yerleştirilmiş Ceyş el İslam'la küçük çaplı bir çatışmaya girdi. Bu olaylar Afrin'le sınırlı değil. Ahrar el Şarkiyye, Fırat Kalkanı'na katıldıktan sonra da Rakka ve Deyr el Zor'dan kaçmış sivillerin mallarını IŞİD ile işbirliği yaptıkları bahanesiyle yağmalamıştı.
'Milli ordu' efsanesi
Türkiye, 2016'den beri kontrol ettiği bölgelerdeki grupları zapturapt altına almaya çalışıyor. Suriye'de oyundan düşmemek için önemli ölçüde yekpare bir ordunun teşekkülüne bel bağlamış durumda.
Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ve TSK'nin koordinasyonunda Aralık 2017'de bir çatı örgütü olarak "Suriye Ulusal Ordusu" ilan edilse de buna dahil olan gruplar gerçek bir orduya dönüşmedi. Kâğıt üzerinde bir komutan olsa da ne komuta merkezi ne emir-komuta zinciri ne de iç disiplin var. Fırat Kalkanı'na katılan 33 grup, Ekim 2017'de üç birlik şeklinde "milli" olacaklarına dair imza verdikleri halde başıbozukluk, iç çatışma ve savaş ağalarına özgü suç eylemleri kesilmedi.
Kuşkusuz arada TSK'nin olması bu grupları nispeten dizginliyor ama bu durum kavgaları bitirmeye yetmiyor. Çünkü her örgüt kendi tuttuğu bölgedeki olağanüstü koşullardan kazanç sağlıyor. Kimse savaşın getirdiği ranttan vazgeçip yetkiyi bir merkeze bırakmaya yanaşmıyor. Ama bir yandan da Türkiye'nin yardımlarını garantilemek için birlik görüntüsüne önem veriliyor.
Son zamanlarda mevcut paylaşım kavgası, Doğu Halep, Doğu Guta, Kalamun ve Dera gibi yerlerden kuzeye tahliye edilenlerin kendilerine alan açma çabasıyla daha da büyüdü. Sadece gruplar arasındaki çatışmalar değil sınır tanımaz tutumlara karşı yerelden de bir direnişin geleceği görüldü. 6 Mayıs'ta Ahrar el Şarkiyye ile Vaki ailesi arasında yaşanan ve 7 kişinin ölümüne, 50 kişinin yaralanmasına yol açan çatışmalar bunun sinyalini verdi.
Neden şimdi?
Türkiye işlerin kontrolden çıkmasından çekindiği için bu gruplara doğrudan müdahale etme ya da yardımları kesip cezalandırma yoluna gitmiyordu. Afrin'deki sert müdahale yeni bir döneme girildiğine işaret ediyor.
Müdahale sadece suçları önleme hedefiyle izah edilemez. Suç sicili Afrin'in ele geçirildiği günden beri işliyor. Belli önlemler alsa da örgütlerin suçları sonunda Türkiye'nin hesabına yazılıyor. Son zamanlarda uluslararası örgütler Afrin'deki suçları raporlamaya başladı. BM İnsan Hakları Konseyi'nin 10-28 Eylül'deki BM Genel Kurulu'na sunduğu raporda sayısız yağma, gelişigüzel tutuklama, kaçırma gibi ihlallerin yaşandığı vurgulandı. Hatta raporda "Tanıklar Türk askerlerinin yağma yaşanırken civarda bulunduklarını ama onları engellemediklerini belirtti… Farklı gruplar defalarca yağmalayarak savaş suçu işledi" denildi. Bunlar ileride Türkiye'nin başını ağrıtacak raporlar. Haliyle TSK'nin suça göz yummadığını göstermeye şiddetle ihtiyacı var.
Burada Ankara'yı adım atmaya zorlayan başka nedenler de olmalı:
- Sahada yekpare bir orduyu elinin altında tuttuğu takdirde Türkiye'nin, Suriye'deki tüm süreçleri etkileyebileceği hesabı yapılıyor. Kontrolden çıkmış ve suç makinesine dönüşmüş savaş ağalarıyla her hangi bir stratejinin yürütülemeyeceği aşikâr.
- İkincisi İdlib'deki "gerilimi düşürme planı"ndaki gedikler konusunda Rusya'dan gelen baskıları savuşturmak için sahanın disipline edilmesi gerekiyor. Özellikle tasfiye operasyonunun muhatabı Şuheda el Şarkiyye'nin ateşkes rejimini bozduğu, bu yüzden TSK'nin harekete geçtiği de söyleniyor. Bu örgütün arkasında Türkiye'yi zor durumda bırakmak isteyen Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan'ın olduğuna dair iddiaların nedeni de bu. Bu örgüt 5 Temmuz'da Halep kırsalında Suriye ordusuna saldırıp birkaç saatliğine Tadif'i ele geçirmişti. Afrin ya da İdlib'den Lazkiye, Hama ve Halep kırsalında Suriye ordusuna yönelik saldırılar çatışmasızlık rejimini sürdürmeyi imkânsız hale getirebilir. Hükümetin bütün oyun planı ise öngörülen hedeflere ulaşıncaya kadar Afrin ve İdlib'deki statükonun korunmasını elzem görüyor.
- Üçüncüsü Türkiye, Menbic ve Fırat'ın doğusundaki bölgelerde YPG'nin (Halk Koruma Birlikleri) kontrolüne son vereceğini söylerken Afrin modelini buralara taşımaktan bahsediyor. Eldeki örgütlerle oluşan mevcut tablo ise modele dair herhangi bir argümanı desteklemiyor.
Şuheda el Şarkiyye'nin cezalandırılması hem Afrin'deki başına buyruk gruplara hem de İdlib'de tampon planına ayak direyenlere bir mesaj olarak okunabilir. Fakat sahanın büyüklüğü, güç dağılımı, örgütlerin çokluğu ve tutarsız yapıları bir müdahaleyle herkesin hizaya geleceğine dair iyimser beklentilere izin vermiyor.