Ahmet Altan’ın son kitabı hakkında The Guardian’da yazı yayınlandı

Ahmet Altan’ın parmaklıklar ardında kaleme aldığı son eseri “Dünyayı Bir Daha Göremeyeceğim” kitabıyla ilgili dün The Guardian’da Simon Callow imzalı bir inceleme yayınladı.
Çeviri: Medyabold.com

Tutuklu Türk Romancı, Ahmet Altan, tutuklanması, tutsaklığı ve bu olayların onda oluşturduğu yaratma güdüsü ile ilgili harika bir biyografi kaleme aldı.

Bazı kitapları incelemeyi o kitaplara yapılacak en büyük saygısızlık olarak addederim. Bu kitap da onlardan biri. Kendine özgü netliği, kesinliği ve bilgeliği ile adete kendi kendini anlatan bir kitap ve söylenebilecek tek bir şey varsa o da okunması olur. Ve tekrar tekrar okunması. Her biri, yazarın hapishane tecrübesinden kaynaklanan bazı olayları anlatan, iki bölümden uzun olmayan kısa bölümlere ayrılmış kısa bir kitap.


 
Harika bir şekilde irdelenmiş ancak kısa bir özet gibi değil; ölümle burun buruna iken bile Altan, diğer yazılarının karakteristik özelliği olan rüyaların canlılığı ile canlı olan berraklığı ve yarı saydamlığı asla kaybetmiyor – İngilizce çevirileri mevcut olan diğer kitapları; Kılıç Yarası Gibi mükemmel, Osmanlı dörtlüsünün ilk ciddi ve fantastik bir suç hikayesi Son Oyun’da da bu benzerlikler kolaylıkla görülebilir. Altan’a özgü, şiddetin merkezinde, rüya gibi geniş bir bakış açısına sahip bir eser. Ahmet Altan’ı bu kitabından yola çıkarak anlamaya çalışmak onun bu zamana kadar ve bundan sonra ki kurtuluş mücadelesini anlamak demektir.

Tutuklanması Ahmet Altan’a hiç de sürpriz olmadı. Atakürd yazarının kitabı olarak, Milliyet gazetesinde, Kürt halkının eşit statüde olduğunu savunduğu çok okunan bir yazı kaleme aldı. Bu yazının akabinde 1995’in başlarında 20 ay hapis cezasına çarptırıldı ve 12 bin dolar para cezası aldı.


 
2007’de Genel Yayın Yönetmenliğini de yaptığı Taraf gazetesini kurdu. Takip eden yıl ‘Ah Kardeşim’ adında bir yazı kaleme aldı ve bu yazısı Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi uyarınca “Türk kimliğini reddetme” suçundan o dönem bunu sözlü olarak ifade etmediği halde suçlandı. Açık bir hedef olduğu düşüncesi ile kendi can güvenliğini için o dönem üzerinde silah bulundurdu.

Altan ailesi her zaman muhalif kimliği ile tanındı. Ahmet Altan’ın, gazeteci, romancı, editör ve bir dönem milletvekilliği de yapmış olan babası Çetin Altan da oğulları gibi kendi döneminin baskıcı rejimi tarafından tutuklandı. Polis Çetin Altan’ı tutuklamak için evine geldiğinde Ahmet Altan onlara çay ikram etti, bu teklifi polisler geri çevirdi. Ahmet Altan ise kibar bir şekilde bunun bir rüşvet olmadığını birazcık da olsa içebileceklerini ifade etti. Ancak bu ince teklif polisler tarafından pek hoş karşılanmadı. Dört buçuk yıl sonra polisler bu sefer Ahmet Altan’ın kendisi için geldiğinde Ahmet bu hareketini tekrarladı ve bu teklif de bir önceki gibi reddedildi. Bu şartlar altında böyle bir tavır takınmak büyük soğukkanlılık gerektirirdi. Ahmet Altan adil bir yargılanmanın mümkün olmadığını ve kararın çok önceden verildiğinin farkındaydı oysa.


 
“Bir daha asla sevdiğim kadını öpemeyeceğim, çocuklarımı kucaklayamayacağım, arkadaşlarımla buluşamayacağım, sokaklarda yürüyemeyeceğim… Sucuklu yumurta yiyemeyeceğim, bir kadeh şarap içemeyeceğim ya da bir restorana gidip balık sipariş edemeyeceğim. Güneşin doğuşunu izleyemeyeceğim.”

Onu hapse götüren arabada, gardiyan, ona bir sigara teklif etti. Altan, “Sadece gergin olduğumda sigara içerim” dedi. Kelimelerin nereden geldiğine dair hiçbir fikri olmadığını söyledi. Ama devlet onun hayatını değiştirdi. “Olaylar, tehlikeler ve sizi çevreleyen gerçekler tarafından talep edilen bazı eylemler ve kelimeler var. Bu atanmış rolü oynamayı reddettiğinizde, beklenmeyenleri yapmak ve söylemek yerine, gerçekliğin kendisi şaşırır; zihninizin asi jett’lerine isabet ediyor ve parçalara ayrılıyor. ”


 
“Gerçeklik beni fethedemedi. Ben gerçeği fethettim”

– Bu içgörü onu bekleyen sonla yüzleşmesi için Ahmet’e güç verdi. Dünyayı Bir Daha Göremeyeceğim hapishaneyle ilgili olduğu kadar yazmakla da ilgili, ama her şeyden önce hayal gücü ile özdeşleştirilen bir özgürlük.

Ahmet’in özgürlüğü ve düşünce özgürlüğü korunamadı; içsel metanetiniz ne olursa olsun, cezaevi, doğası gereği, alt üst oluyor.

“Sorgu zindanlarına ulaşmak için gereken 5 saatlik zaman dilimini, beş yüzyıl boyunca seyahat ettim”

Duygusal çöküntü kafa karıştırıcı bir durum. Oscar Wilde gibi, zamanın bir şey ifade etmemeye başladığını keşfetti. “Hücremizdeki hava ve ışık hiç değişmedi. Her dakika bir önceki ile aynıydı. Sanki zamanın bir kolu bir barajı vurmuş ve bir gol oluşturmuş gibiydi. O hareketsiz havuzun altına oturduk.”

Mahkemeye çıkarıldığında algısal bozukluğu devam etmekteydi. Yargıçlar Kafka’nın romanına ait değildi, ama Kafka’nın romanında olduğu gibi vahşi ya da acımasız değil, bilakis düzensiz, şaşırtıcı ve gerçek dışıydı. Mahkemede, daha önce de belirtildiği üzere, darbeye teşebbüs etmek amacıyla “subliminal mesajlar” vermek için değil, bilakis darbede yer almak için tutuklandığını fark etti. Suçlamanın değişmesi için itirazda bulundu ve yanıt olarak savcının vermiş olduğu alaycı cevap şu şekilde oldu:

“Savcılarımız, anlamlarını bilmedikleri kelimeleri kullanmayı severler.”


 
Serbest bırakıldı ve eve döndü; o akşam, yeni bir arama karar çıkarıldı ve tekrar Kadınlar Cezaevi olarak adlandırılan bir hücreye kondu. Yargıtay’ın mahkumiyetini reddetmesine dayanarak temyiz başvurusunda bulundu. Kararı beklerken, “aklımın gölgeli kıvrımlarının utangaç şekilde karıştığını” “umutla beslenen soluk titreyen rüyalar”ı reddetmeye çalışıyor. Yıllar önce daha önce yazdığı gibi, bir karakterin karar vermesini beklediği bir Kılıç Yarası Gibi romanında yaşadığını beklerken fark etmeye başladı.

“Yıllar önce, edebiyatın hayatla buluştuğu işaretsiz, esrarengiz ve puslu topraklarda dolaşırken. Kendi kaderimle tanıştım ama tanıyamadım; Bir başkasına ait olduğunu düşünerek yazdım. Romanın ve hayatın dolaştığı, gerçek olan ve yazılı olan her birinin birbirini taklit ettiği ve her birini diğeriyle kılık değiştiren yerleri değiştirdiği düşey, kırıcı bir girdaba sürüklendiğimi hissediyorum.”

Mahkeme kararını verdi: Ömür boyu hapis.

“Dünyayı bir daha asla görmeyeceğim; Asla bir avlunun duvarlarından çerçevesiz bir gökyüzü görmeyeceğim. Hades’e iniyorum. Karanlığın içine kendi kaderini yazan bir tanrı gibi yürüdüm. Kahramanım ve ben karanlıkta birlikte kayboluyoruz.”

Ancak hayal gücü onu ayakta tutan şey oluyor;

“Odysseus gibi, dürüstlük ve ustalık ile kahramanlık ve korkaklık ile hareket edeceğim. Yenilgiyi ve zaferi bileceğim, maceram yalnızca ölümle bitecek… Hücrenin ortasında bir gemi duruyor; kereste gıcırdıyor. Güvertede çelişkili bir Odysseus var.”

Yürek dayanmaz dediğimiz anlarda, kendi kendine konuşuyor;

 
“Tarif etmek için ne güzel bir manzara. Ben solgun ışıkta beyaz olan elimle bir kaleme ulaşırım. Karanlıkta bile yazabiliyorum. Avuçlarımdaki fırtınada çatlayan gemiyi alıyorum ve yazmaya başladım. Hapishane kapısı arkamdan kapandı.”

Ahmet Altan’ın notları arasında bulduğu kağıtlar ile kaleme aldığı ve avukatları aracılığı ile bize ulaşan bu olağanüstü kitap, arkadaşı, Yasemin Çongar tarafından İngilizce’ye çevrildi.

Dünyayı bir daha göremeyeceğim, dokunaklı bir eser. Bu kitap Midnight Express; Ölülerin Evinden veya De Profundis değil. Bir anlamda bunlarla bir ortak noktaya sahip de. İnsanda, hayal gücünün harekete geçirdiği o parlak var olma iç güdüsünün verdiği coşku. Sürekli olarak ortaya çıkan bu fenomenin en mükemmel ifade edilmiş analizleri arasında, yaratıcı sürecin verdiği yücelik. Ve ruhun zaferi. “Beni hapse atabilirsiniz ama beni burada tutamazsınız. Çünkü bütün yazarlar gibi benim de sihrim var”

“Duvarlarınızdan kolaylıkla geçebilirim” diyor Altan son cümlelerinde…

Evet son sözleri buydu; ama bu kabul edilemez kararlar karşısında insan isyan etmeden “yeter artık” demeden kendini alamıyor. Ahmet Altan hala hapiste. 80 Nobel ödüllü yazarın protestoları başarısız oldu. Bana sorarsanız ne pahasını olursa olsun onu desteklemeliyiz. Gerekirse, Cenneti ve dünyayı hareket ettirmeliyiz.

14 Mart 2019 22:51
DİĞER HABERLER