Ahmet Altan'ın P24'te yayınlanan -“Şık ve Şener” Algı Operasyonu- başlıklı yazısı:
Ne diyor Ahmet Hakan Hürriyet Gazetesi’nde?
“İftira attığın Ahmet Şık ve Nedim Şener…”
Nasıl iftira atmışım?
Onu da bir önceki yazısında söylüyor:
“Gazetecilikten tutuklanmadılar diye haklarında manşet attığın…”
Ne anlıyoruz?
İki gazeteci tutuklanmış, ben “gazetecilikten tutuklanmadılar” diye manşet atıp onların hapiste kalmasını sağlamışım.
Yaratılan algı bu.
Bu algı, bizim medyanın Taraf’la ilgili çok sevdiği ve yaymaktan pek hoşlandığı bir algı aslında.
Algılar, algı operasyonları var ama bir de gerçekler ve belgeler var.
Ahmet Hakan gibi bir “algı operatörü” algı operasyonuna kendini fazla kaptırıp benim ilgimi çektiğinde o “gerçekler” de ortaya çıkıyor.
Şimdi şu “benim iftira attığım” Ahmet Şık, Nedim Şener olayının gerçeklerine bir bakalım… Bu iki gazetecinin tutuklanması sürecinde Taraf ne manşetler atmış, ben ne yazılar yazmışım.
3 Mart 2011 tarihinde dokuz muhabirle birlikte Ahmet Şık ve Nedim Şener gözaltına alınıyor.
Ertesi gün Taraf, “ERGENEKON BU MU” başlığını atıyor.
Alt başlık şöyle diyor:
“Ergenekon ve Hrant Dink suikastına yönelik kitaplarıyla tanınan Ahmet Şık ile Nedim Şener’in göz altına alınması şaşkınlık yarattı.”
Peki, aynı gün ben “iftira attığım” Nedim Şener’le Ahmet Şık’ın gözaltına alınmasıyla ilgili Taraf’ın yöneticisi ve başyazarı olarak ne yazıyorum?
“Bu nasıl iş” başlıklı yazı burada:
Dün sabahtan beri ortalık çalkalanıyor.
‘Ergenekon’da yeni dalga’ diye.
On kişi gözaltına alınmış.
Aralarında dişe dokunan tek isim bence MİT’çi Kaşif Kozinoğlu, Susurluk olaylarında da adı geçen, tuhaf ilişkileri saptanan Kozinoğlu’nu derinliğine araştırmak, önemli ipuçları ortaya çıkarabilir.
Ama diğer isimlere bakıldığında, insan kaçınılmaz olarak ‘ne oluyor’ diye soruyor.
Niye bu insanlar gözaltına alındı?
Kimle konuştuysam kafası karışık, net bir cevap verebilen kimse yok.
‘Ergenekon’un medya bacağını yakalıyoruz’ diye gidip Oda TV’nin elemanlarıyla, polisle ilgili kitaplar yazmış muhabirleri yakalarsanız, kuşkulu sorular yaratırsınız.
Gözaltına alınan muhabirlerden bir kısmı polisin kendi iç çekişmelerinde taraf olmuş olabilirler, bir tarafın sözcülüğüne soyunup kitap da yazmış olabilirler ama bunun Ergenekon’la ne ilgisi var?
Ergenekon, darbenin yolunu açabilmek için kaos yaratmak amacıyla kurulmuş ve çeşitli suçlara bulaşmış bir örgüt.
Bana sorarsanız Türkiye’nin en tehlikeli örgütü.
Bu örgüttün üyeliğinden gözaltına alınabilmek için, bu örgütle ilişki kurmuş ve bu örgütün talimatları doğrultusunda darbeye altyapı hazırlayan yayınlar yapmış olmanız gerek.
Böyle bir iş de, öyle muhabirlerin yapabileceği bir iş değil.
Üstelik gözaltına alınanlar arasında öyle bir isim var ki duyan herkesi şaşırtıyor.
Ahmet Şık.
Şık, Ertuğrul Mavioğlu ile birlikte Ergenekon konusunda en dürüst, en kapsamlı, en açıklayıcı kitaplardan birini yazmış bir gazeteci.
Nokta dergisinde, ‘Darbe Günlüklerini’ ortaya çıkartan ekibin önemli bir parçası.
Şimdi siz sabaha karşı evini basıp böyle bir adamı gözaltına alıyorsanız, elinizde onun Ergenekon üyeliğiyle ilgili ‘Oda TV’nin bilgisayarlarında onun yeni kitabının kopyalarını bulduk’tan öte, çok ciddi ve inandırıcı kanıtlar olması gerekir.
Ahmet Şık, ‘Ben kitabımı Soner Yalçın’a göndermedim’ diyor.
De ki gönderdi.
Eee, ne olacak?
Birine kitabını gönderdiyse bu suç mu?
Ergenekon üyeliği, ‘kitap gönderme’ düzeyine mi düşürülecek?
Danıştay cinayetinden, toprağa gömülü silahlardan ‘kitap göndermeye’ mi geldik?
Şık’ın yazdığı yeni kitabın, ‘polis içindeki cemaatçi yapılanmayla’ ilgili olduğu söyleniyor.
Eğer bu gazeteci, ortada ciddi bir belge, bir bilgi, bir kanıt yokken sadece böyle bir kitap yazdığı için gözaltına alındıysa; bunun altından ne hükümet, ne Adalet Bakanı, ne İçişleri Bakanı, ne savcı, ne polis, ne de ‘cemaat’ kalkabilir.
Bu ülkede Ergenekon’un yakalanmasını isteyenler, özgürlüğün, demokrasinin, hukukun, halk iradesinin önünde hiçbir karanlık güç kalmasın diye istiyorlar.
Hükümeti ya da polisi ya da cemaati kızdıranlar bir punduna getirilip susturulsunlar diye değil.
Polisle ilgili bir başka kitap yazmış olan Nedim Şener’in de bir ‘intikama’ kurban gittiği ileri sürülüyor.
Demokrasinin ve hukukun hüküm sürdüğü hiçbir ülkede bir gazeteci, bir yazar, bir muhabir, yazdıklarından, fikirlerinden dolayı ‘örgüt üyesi’ diye gözaltına alınamaz.
Oda Tv’nin yayıncılığının bana sorarsanız gazetecilikle hiçbir ilgisi yoktur ama ‘kötü yayıncılık’ örgüt üyeliğine girmez, isterseniz ‘iftira’ attıkları için, yalan söyledikleri için dava açabilirsiniz ama elinizde sağlam bir kanıt yoksa ‘Ergenekon üyesi’ diyemezsiniz.
Dün gözaltına alınan gazetecilerin ‘örgüt üyesi’ olduğuna dair sağlam kanıtlar bulunduğuna inanan pek kimse yok.
Toplum, bu puslu kuşkunun gölgesinde bırakılamaz.
Hukuki mevzuat nedir bilmiyorum ama birilerinin çıkıp bir açıklama yapması, bu insanların niye gözaltına alındığını, elde hangi belgelerin olduğunu insanlara anlatması lazım.
Niye gözaltına aldınız bu insanları?
Ergenekon üyesi olduklarına dair elinizde inandırıcı belgeler ve kanıtlar var mı?
Eğer bu kanıtlar ortaya konmazsa, ‘hükümetin, cemaatin ve polisin’ kendilerine muhalif olarak gördükleri insanları ‘Ergenekon üyeliğini’ bahane ederek susturduğu iddiası fevkalade inandırıcı bir hale gelecektir.
Eğer ‘siyasi iktidar, cemaat, polis’ koalisyonu böyle hukuk dışı bir eyleme bulaşıyorsa, bu, Ergenekon’un varlığını bazılarının söylediği gibi ‘kuşkulu’ duruma düşürmez, karşımızda dövüşmemiz gereken iki ayrı ‘Ergenekon’ olduğunu gösterir.
Doğrusu şu anda gerçeğin ne olduğunu tam bilmiyoruz.
Ama gözaltına alınanlar kadar, belki daha da fazla, gözaltına alanların aklanması gereken bir durum var gibi gözüküyor.
Eğer inandırıcı bir açıklama yapılamazsa, AKP iktidarı siyasi hayatının en ağır ve karanlık günlerini yaşar, bunun öyle ‘yuvarlak laflarla’ geçiştirilemeyecek kadar ciddi bir durum olduğunu anlasalar iyi olur.
Ahmet Hakan’ın “iftira attığımı” söylediği iki gazeteciyle ilgili ilk yazım bu.
Şık ve Şener gözaltında tutulurken doğru dürüst bir açıklama yapılmıyor. Bir muhabir arkadaşımızı adliyeye gönderiyoruz, Savcı Zekeriya Öz’e ulaşıyor… Çok yoğunlaşan eleştirilere cevap vermek zorunda kaldığını anlayan Öz, “gazetecilikten tutuklanmadılar” diyor ve “belgeleri daha sonra açıklayacağını” söylüyor. Öz’ün o belgeleri daha sonra hiç açıklayamadığını da söylemeliyiz.
Biz, 7 Mart’ta Öz’ün sözlerini “Ergenekon Savcısı Öz’den açıklama” diye başına parantez koyarak “GAZETECİLİKTEN TUTUKLANMADILAR” manşetiyle veriyoruz.
Ertesi gün, ben Öz’ün açıklamalarıyla ilgili “Ergenekon ve Başbakan” başlıklı bir yazı yazıyorum:
Bütün bu fırtınanın içinde aklımızı açık tutabilmek için sanırım gerçekleri birbirine karıştırmadan kavramaya çalışmalıyız.
Birinci gerçek, bu ülkede Ergenekon diye bir örgüt var.
İkincisi ise, bu örgüt yakalanıp yargıya sevk edilirken bir hukuksuzluğa, iç hesaplaşmaya, gizli bir intikamın alınmasına izin vermemek için dikkatli olmamız gerekiyor.
Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tutuklanmasını, ‘Zaten Ergenekon yoktu, bunu muhalefeti susturmak için yapıyorlar’ diyerek Ergenekon’u aklamak için kullanmaya uğraşanlara pabuç bırakmamalıyız ama...
Bir yandan da bu tutuklamalarda mantığımızı ve vicdanımızı zorlayan noktaları sorgulamalıyız.
Şener’in ve Şık’ın ‘elli soruluk’ bir savcılık ifadesi var ortalıkta.
Ben hukukçu değilim ama bu ‘sorular’ ve ‘cevaplar’ eldeki tek unsursa, bunlarla ‘örgüt üyeliği’ kanıtlanamaz.
Savcı Öz, yaptığı açıklamada ‘gizli deliller’ olduğunu söyledi.
Onların ne olduğunu bilmiyoruz.
Bir an önce ‘iddianame’ yazılıp, o ‘deliller’ her ne ise açıklanmalı.
Aksi takdirde bu ‘kuşkular’ dinmez.
Bu iki gazetecinin Ergenekon ile ilişkilerini çok somut olarak ortaya koyamayan bir iddianame, bugüne dek Ergenekon soruşturmasında çok başarılı işler yapan hükümeti, savcıyı ve polisleri ‘hesap sorulması gereken’ merciler haline getirir.
Ergenekon çetesinin bütün unsurlarıyla birlikte yakalanmasını istiyoruz ama Ergenekon soruşturmasının bir keyfiliğe dönüşmesini, devlet gücünün ‘hukuk dışı’ amaçlarla kullanılmasını da istemiyoruz.
Bu noktada, ‘fırsat bu fırsat’ diyerek Ergenekon’u tümden aklamaya çalışanların tuzağına düşmemeliyiz ama bu tuzaktan kurtulacağız derken ‘hukuksuzluklara ve usulsüzlüklere’ gözlerimizi kapayan bir körlüğe de savrulmamalıyız.
Cumhurbaşkanı’nın bile ‘kaygılı’ olduğunu açıkladığı bir süreçte hukukun ölçülerinden sapmamamız gerekiyor.
Hukuk, afakî, muğlâk iddiaları ‘kanıt’ olarak kabul etmez.
‘Ergenekon’un medya bacağı’ olması kimseyi şaşırtmaz, bu medya, 28 Şubat’ta darbe olması için generallerden bile daha çok çaba göstermiş insanları da içinde barındırıyor ama ‘Ergenekon’un medya bacağı tutuklanan bu iki gazeteci mi’ sorusuna vicdan rahatlığıyla ‘evet’ diyebilecek çok fazla insan olabileceğini de sanmıyorum.
Ergenekon’un ortaya çıkarılması, soruşturmanın mümkün olduğunca derine gidebilmesi için, Ergenekon soruşturmasının da denetim altında tutulması gerekir.
Şu anda çıkan ses, bu soruşturmanın selameti açısından sağlıklı bir gelişme bence.
Denetlendiğini bilmek kurumları sağlıklı ve diri tutar.
Bu söylediklerim hukukla ilgili ama bu olayın bir de toplum ve siyaset boyutu var.
Kamplaşmanın gittikçe daha keskinleştiği bir dönemden geçiyoruz.
Başbakan Erdoğan’ın ve AKP’nin iyice anlaması gereken bir durum var bence; bazıları sırf temsil ettiği değerlerden ve kitlelerden hoşlanmadığı, askerî vesayeti gerilettiği için bu partinin ‘yeminli düşmanı’ olarak davranıyor ama bir de seçime yaklaştıkça şahit olduğumuz ‘garipliklerden’ ürken samimi insanlar var.
‘Heykel, dizi, içki’ gibi gereksiz tartışmalar, polislerin sokaklarda ‘içki avına çıkması’, Başbakan Erdoğan’ın gittikçe daha milliyetçi bir söylemi benimsemesi, Avrupa’dan uzaklaşması, ‘başkanlık’ meselesine aklını fazla takması, bu toplumun önemli bir kısmının kendini tehdit altında hissetmesine yol açıyor.
Başbakan Erdoğan ve AKP, bu seçimlerde yüzde elli oy alabilir ama eğer karşısındaki yüzde elli kendini ‘ortak bir güvensizlik’ içinde hissederse, bu güvensizlik insanların içinde kök salarsa, Erdoğan, alacağı yüzde elli oya rağmen ülkeyi yönetmekte zorlanır.
Eğer toplum iki parçaya ayrılır ve birbirlerine kuşkuyla ve nefretle bakarsa, o toplum belaya yol alır ve yönetilmesi imkânsız hale gelir.
AKP, insanları hayat tarzları üzerinden yargılayan, hayat tarzlarına yasaklar getirmeye çalışan CHP’ye benzerse, öyle bir parti olduğu izlenimi yaratırsa, Kemalist bir CHP ile dindar bir CHP bu ülkeyi infilak ettirir.
Diyarbakır’dan yeni dönen Markar Esayan, Güneydoğu’da sokakların çok gergin olduğunu söylüyor.
Doğu’da Kürtlerin, Batı’da ‘modernlerin’ kendilerini tehdit altında hissedeceği bir toplumu nasıl yönetebilecek Erdoğan?
Kimsenin benim fikrime önem vereceğini sanmam ama söylememek de elde değil; Erdoğan bu gerginliği yatıştırmak zorunda, gerginliğin kendisine oy getireceğini düşünebilir ama seçime kadarki süreçte iyice derinleşecek düşmanlıkları sonra nasıl barışa çevirebilecek?
Gazetecilerin tutuklanmasının yarattığı büyük kuşku dalgası, insanların kuşkulanmaya hazır olduğunu gösteriyor, bu kuşkuyu yatıştırmak bu ülkeyi yönetenlere düşüyor.
Erdoğan, bir seçim zaferi için bu gerginliği sürdürürse, korkarım kazanacağı zafer ‘Pirüs zaferine’ dönüşür, galip de mağlup da birlikte kaybeder.
Ergenekon soruşturmasının bu gazetecilerin tutuklanmasıyla yolundan saptığı endişesi yayılırken Avrupa Parlamentosu da aynı kaygıyı dile getiren bir rapor yayınlıyor.
24 Mart’ta raporu, raporun içindeki bir cümleyi vurgulayarak “ERGENEKON DAVASI ZAYIFLATILMASIN” başlığıyla manşete taşıyoruz. Başlığın yanında parantez içinde “AP’den Şık ve Şener için uyarı” sözleri yer alıyor.
Alt başlıkta ise “Avrupa Parlamentosu’nda kabul edilen Türkiye raporunda ‘Ergenekon ve Balyoz davalarının demokrasiyi güçlendirmesi gerekir. İki gazetecinin tutuklanması güven kaybına yol açar’ dendi” yazıyor.
Şık’la Şener’in tutuklanmasına tepkiler büyüyor ama “cemaatçi” olduğu söylenen polislerin, çatıştıkları “polis grubunun” adamı olarak gördükleri gazetecilere karşı öfkesi ve intikam isteği bitmiyor.
İyice gözlerini karartıyorlar ve Ahmet Şık’ın kitabının peşine düşmek için Radikal Gazetesi’ni basıp bilgisayarlarına el koyuyorlar.
Bu olay üzerine 24 Mart’ta Taraf “ERGENEKON’DA RADİKAL YANLIŞ” başlığıyla çıkıyor.
Alt başlık ise şöyle:
“Ahmet Şık soruşturmasının ekseni kayıyor. Şık’ın yazdığı kitabın peşine düşen polis dün Radikal’i bastı. Mahkeme kitaba yayın yasağı koydu ve toplatma kararı aldı.”
Ben de “Ahmet Şık ve sivil itaatsizlik” başlıklı bir yazı yazıyorum:
Aslında ben sivil itaatsizlik üzerine yazacaktım, yazının girişini bile bulmuştum.
‘Adı bile güzel’ diye başlayacaktım, ‘hem sivil, hem itaatsiz.’
Ama Türkiye öyle bir ülke ki bir yazıyı bir saat öncesinden bile tasarlayamazsınız.
Ben sivil itaatsizliği yazmayı düşünürken polis Radikal Gazetesi’ni basıp, Ertuğrul Mavioğlu’nun bilgisayarında Ahmet Şık’ın kitabının kopyasını aradı.
Ardında mahkeme, Şık’ın kitabına yayın yasağı getirdi.
Ne oluyoruz?
Neden Şık’ın kitabı engellenmeye çalışılıyor?
Emre Uslu, polisin ‘kitabın kayıp yüz sayfasını aradığını’ söylüyor ama ‘kayıp sayfaları’ aramakla, kitabın yayınının yasaklanmasının ne ilişkisi var?
O ‘kayıp sayfalarda’ ne bulacaklarını umuyorlar ki Radikal Gazetesi’ni basıp Mavioğlu’nun bilgisayarına el koyuyorlar?
Ergenekon davasına, başladığından bu yana en büyük zararı veren ‘Ahmet Şık operasyonunu’ yapan polislerle savcı için o kitapta bu kadar ‘önemli’ ne bulunabilir?
Bütün davayı toplumun gözünde ‘değersiz’ kılmayı göze aldıracak ne yazılmış olabilir Şık’ın kitabında?
Ne yazılmış olursa olsun bir kitap yasaklanamaz.
Hiçbir neden bir kitabın yasaklanmasını açıklayamaz.
Kitabın yasaklanmasının ne hukuki, ne de mantıki bir zemini var.
Polis, kayıp yüz sayfayı arıyorsa, zaten o yüz sayfayı kitap yayınlandığında görecek.
Yok, aradıkları sayfalarının yayınlanmayacağını, saklanacağını düşünüyorlarsa, o zaman da kitabın yasaklanmasının dayanağı ne?
‘Ergenekon sanığı olduğu için yasaklıyoruz’ derlerse, herhangi bir davanın sanığının kitabını yasaklatacak bir madde yok.
Kaldı ki Ergenekon sanıklarının epeycesinin kitabı yayınlandı.
Hatta, ‘Ahmet Şık’a emir verdirip kitap yazdırdığı’ iddia edilenlerin bile kitapları piyasada ve öyle de olmalı.
Niye Ahmet Şık ve kitabı diğerlerinden farklı?
Bu baskın ve bu yasaklama hiçbir yanından tutmuyor.
Benim görebildiğim iki ihtimal kalıyor geriye.
Ya Ahmet Şık’ı ‘kuvvetli deliller’ olmadan tutukladılar ve şimdi o delili bulabilmek için uğraşıyorlar…
Ya da o kitapta, bu soruşturmayı sürdürenleri korkutan bir şey var.
Bu iki ihtimalin hangisi doğru olursa olsun, Ergenekon soruşturmasına zarar verir.
Ergenekon’u izleyen, bu yolda büyük fedakarlıkları göze alan, çok cesurca davranan savcıyla polis, bütün emeklerinin heba olmasına yol açabilecek bir iş yapıyorlar.
Biz Ergenekon’un yakalanmasını, bu ülkeyi darbe hayaliyle kana bulayanların engellenmesini istiyoruz ama bunun yolunun ‘kitap yasaklamak’ olmadığını da biliyoruz.
Yanlış bir yol bu.
Ne Ergenekon davasının sulandırılmasından ve yapılan hatalar nedeniyle bütün davanın ‘değersiz’ gösterilmesi kurnazlığından yana çıkarız, ne de Ergenekon’u yakalayacağız diyenlerin kitap yasaklatmasından yana çıkarız.
Hukuksuzluğun, keyfiliğin, baskının her türüne karşıyız.
Keşke bütün gazeteler ve yayınevleri birleşip bu kitabı birlikte bassalar.
Bu tür ‘sivil itaatsizliklerin’ bu ülkede her türlü baskıya karşı yaygınlaşması ülkenin özgürlüğünü artırır bence.
Yazının geri kalanı konuyla ilgili olmadığı için bu kadarını alıyorum buraya.
Bu olaylardan bir yıl kadar sonra, Wikileaks, Stratfor isimli bir “özel istihbarat örgütünün” belgelerini ele geçiriyor… Her ülkede bir gazeteyle bunları yayınlamak için anlaşırken Türkiye’de de Taraf’la çalışmak isteyip belgeleri bize yolluyor.
Belgelerin içinde bir rapor buluyoruz.
Ve 7 Mart 2012’de o raporu gazetenin tam tepesine yerleştiriyoruz:
“ŞIK VE ŞENER, AKP-CEMAAT KAVGASININ KURBANI”
Alt başlıkta da şöyle yazıyor:
“TÜSİAD temsilcisi Doğru, Stratfor’daki analizinde Şık ve Şener’in tutuklanmsı hakkında ‘Gülenciler 150 vekillik istedikleri AKP üzerinde baskı kurmaya çalıştılar’ diye yazmış.”
Bu manşetten beş gün sonra Ahmet Şık ve Nedim Şener tahliye ediliyor.
Neredeyse her gün Taraf’a küfreden Odatv’nin yöneticisi Soner Yalçın da, tahliye talebinde bulunurken mahkemeye Taraf Gazetesi’nin haberini kanıt olarak veriyor.
Ahmet Hakan’ın benim “iftira attığımı” söylediği Ahmet Şık ve Nedim Şener’le ilgili manşetlerin ve yazıların hikâyesi bu.
Diyelim ki Ahmet Hakan, Hürriyet Gazetesi’nde ve CNNTürk’te bir “algı operatörü” olarak görevini yaptığı için gerçekler onu ilgilendirmiyor…
Diyelim ki Taraf o dönemlerin astığı astık kestiği kestik generalleriyle dövüşürken işlerini kaybetmeyi, mahkemelerde sürünmeyi, hapislere girmeyi göze alamayıp bir yanlara saklananlar, korkunun ruhlarında açtığı gizli yaraları “Taraf da kötü işler yaptı” melhemiyle iyileştirmeye çalışıyor… Diyelim ki Taraf’a sövmek için büyük bir istek duydukları için, bu isteğin ateşiyle hafızalarını kaybettiler ve her şeyi unuttular.
Peki, böyle diyelim.
Diyelim de, Hürriyet’in okurlarına ve CNNTürk izleyicilerine de bir kere daha hatırlatalım…
Aslında bu algı operasyonlarıyla size kötülük ettiklerini fark etmiyor musunuz?
Bu algı operasyonlarının asıl hedefinin siz olduğunu göremiyor musunuz?
Bu algı operasyonları, gerçekleri asla merak etmeyecek kadar körleştirdi mi herkesi?