İlahiyatçı yazar Ahmet Kurucan 324 gündür esir tutulan Hidayet Karaca'nın “Bir Dizi Film” adlı kitabını okuduktan sonra bir mektup kaleme aldı. .İşte o mektup...
Hidayet Bey
“Bir Dizi Film” adlı kitabınızı elime aldığımda nelerle karşılaşacağımı bilmiyordum.
Bir çırpıda bitti kitap.
Sizinle birlikteydim kitabı okurken.
Siz hissetmediniz benim orada hemen yanı başınızda olduğumu ama inan bana ben oradaydım.
Sizinle birlikte ağladım.
Derin düşünceler içine daldım.
Kur’an sayfalarının arasında gezindim.
İslam tarihinin dehlizlerinde yüzmeye durdum.
Emeviler’e gittim, Abbasiler’e uzandım. Harun Reşid dedim, Mansur dedim.
Yakın çağ Avrupa’sındaki demokrasi mücadelelerine küllî bir atf-ı nazarda bulundum.
Oradan Amerika’ya atladım. Özgürlük beyannamesini ortaya çıkartan mücadeleler gözümün önünden geçti.
Nihayet Türkiye’ye intikal ettim. Atatürk, İnönü, Menderes, Bayar gibilerini okuduğum kitaplardan, Demirel, Ecevit, Türkeş, Erbakan, Özal, Çiller, Yılmaz, Erdoğan dönemlerini de zihnimde iz bırakan hatıralardan takip ettim.
Sözün özü; tam anlamıyla med-cezir yaşadım zihin dünyamda.
Hidayet Bey
Adını iyi koymuşsunuz kitabın. Gerçekten bir dizi film yaşıyoruz.
Cinas yapmışsınız anladığım kadarıyla.
Bir taraftan sizi şu an hapiste tutan sözde davaya atıfta bulunuyorsunuz; bir taraftan da Türkiye’nin yaşadığı atmosfere.
Siyaset. Siyasi parti. Cumhuriyet. Demokrasi. Seçim. Seçmen. Oy.
Bu kavramların ifade ettiği şey şu, takdir halkın.
Halkın takdirine bağlı olarak da Hakkın.
Allah akıbet u encamımızı hayr eylesin.
Yaşadıklarımızı aratacak günleri yaşatmasın.
Gün günden beter olmasın.
Bugünümüz dünümüzden, yarınımız bugünümüzden daha iyi olsun.
Dileğimiz bu.
Temennimiz bu.
Duamız bu.
Kitabınızda çok iyi resmedilmiş bir devrin panoraması var.
Merkezde devlet var.
Yakın çağ geçmişimizden bildiğimiz devlet.
Her şey herkesin gözü önünde cereyan ediyor.
Söylenecek tek söz, ‘Ama ne devlet!’
Bir insanın dramı var orada.
Sizsiniz bu.
Sadece siz mi?
Hayır!
Sizin gibi niceleri var.
Öyleyse sadece sizin değil, sizin gibi insanların dramı var.
Yanlış söyledim; insanların değil insanlığın dramı var orada.
Ölmüş bir insanlığın resmi sizin çizdiğiniz.
Ön planda gözükmeyen mazlumların, kaale alınmayan mağdurların hikayesi de var kitabınızda.
Aileniz. Şule Hanım. Sıtkı. Emin.
“Oğlum ölünceye kadar arkandayım!” diyen babanız.
Akıttığı göz yaşları miktarınca göz yaşını içine akıtan anneniz.
Küçük küçük anekdotlar.
Okuyunca üzülmemek, düşününce ağlamamak, empati yapınca kendinden geçmemek mümkün mü Allah aşkına!
Vicdanı ölmemiş her insanı yasa boğan bir manzara.
Hele Emin’in “Senin yerine ben hapse gireyim!” demesi yok mu?
Öldürdü beni.
Bir de sizin defalarca yazdığınız gibi gıyabınızda dua edenler var kitabınızda.
Var, ben de biliyorum.
Bilmem doğru olur mu söylemem; ben de onlardan biri olmaya çalışıyorum.
Binlerce insan dua ediyor size ve sizin gibi mağdurlara.::::
O duaların, arş-ı âlâya çoktan ulaştığına inanıyorum.
Ama duaların bizim isteklerimiz doğrultusunda kabul edilmesi veya edilmemesi Allah’ın takdirine kalmış.
Kabul ederse, edecekse, is’af zamanını tayin eden yine O (cc)
Belki de dualarımızda istediğimizden daha iyisini, daha güzelini bizlere nasip edecek.
Kim bilir?
Nasıl olacak, nereye varacak bu işin sonu?
Her şeyden önce imanımız bize “Allah bilir” dedirtiyor.
Evet, Allah bilir ve biz bilmeyiz.
İkincisi; bir yerde size denildiği gibi “Adaletle değil merhametle.”
Dünyevilerin adaleti değil, Allah’ın merhameti…
İşte o merhametin galeyana gelmesini bekliyoruz.
Daha doğrusu, sürekli galeyan halinde bulunan o merhametin tecellilerinden daha fazla istifade etmeyi...
Nasip eyle Ya Rab!
Keşke böyle olmasaydı…
Ama heyhat!
İlaç içmeniz için bile bir yudum suyu size çok görenler anlamaz bunları. Anlasalardı yapmazlardı zaten.
Önceleri kızıyordum, üzülüyordum.
Artık ne kızıyorum ne de üzülüyorum; sadece acıyorum.
Bir insan olarak acıyorum içten içe.
Ara sıra “yazık” kelimesi çıkıyor ağzımdan.
Yazık diyorum?
Ardından “Değer miydi? diye soruyorum ve hemen cevabını veriyorum; değmezdi.
Vallahi değmez. Billahi değmez. Tallahi değmezdi.
Şu kısacık dünya hayatı için değmezdi.
Geçen gün bir mezar taşı resmi gördüm, sosyal medyada dolaşıyordu.
Şöyle yazdırmış kabirde yatan kişi mezar taşına:
“Ey insanoğlu; yatcan kalkcan, yatcan kalkcan bir de bakmışsın buradasın!”
Ne güzel der Yunus: “Bir avuç toprağa bunca kıyl u kâl,”
Hidayet Bey
Çok şeyler yazmak geliyor içimden.
Bir başka zaman yazayım.
Kitabınızı şimdi bitirdim.
Hissiyatım daha fazlasını yazmama müsaade etmiyor.
Bugünkü yazımda dediğim gibi NOKTA demek istiyorum.
Çünkü söz biteli çok oldu.
Söz bitmese de hükmünü yitireli çok oldu.
Sizi Yunus ile baş başa bırakmak istiyorum.
“Hak bir gönül verdi.” bana diyor Yunus ve ilave ediyor:
Hak bir gönül verdi bana, ha demeden hayran olur,
Bir dem gelir şâdân olur, bir dem gelir giryan olur,
Bir dem sanırsın kış gibi, şol zemheri olmuş gibi,
Bir dem bişâretten doğar, hoş bağ ile bostan olur,
Bir dem gelir söyleyemez, bir sözü şerh eyleyemez,
Bir dem dilinden dürr döker, dertlilere derman olur,
Bir dem çıkar arş üzere, bir dem iner taht-es serâ,
Bir dem sanırsın katredir, bir dem taşar ummân olur,
Bir dem cehâlette kalır, nesne bilmez na-dan olur,
Bir dem dalar hikmetlere, Kâlînos û Lokmân olur,
Bir dem dev olur ya peri, viraneler olur yeri,
Bir dem uçar Belkıs ile, sultân-ı ins û can olur,
Bir dem varır mescitlere, yüz sürer anda yerlere,
Bir dem varır deyre girer, incil okur ruhban olur,
Bir dem gelir İsa gibi, ölmüşleri diri kılar,
Bir dem girer kibr evine, Fir’avn ile (Firavunla) Hâmân olur,
Bir dem döner Cebrail’e, rahmet saçar her mahfile,
Bir dem gelir gümrah olur, miskin Yunus hayran olur.”
Yunus’un dediği gibi birilerinin harman meydanında Firavunla sarmaş dolaş Hâmân olduğu yerde, birileri de cennet misal otağlarda Mü’min-i Âli Firavun olarak Hz. Musa ile sarmaş dolaş olacaktır. Bundan hiç kuşkum yok….
Dualarınıza muhtaç kardeşiniz
Ahmet...