''Türkiye’yi karşısına almamak için yapılan hak ihlallerini görmezden gelmeye devam eden AİHM, bir an önce bu tavrından vazgeçmelidir. KHK ile ihraç edilip işlerini, tutuklanarak özgürlüklerini, uydurma delillerle alınan hâkim kararlarıyla alın teriyle kazandıkları mallarını kaybeden on binlerce mağdurun sesini bir an önce duyup önüne gelen başvuruları incelemelidir.''
Ekrem Dumanlı / Tr724
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin çıldırtan sessizliği
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Türkiye’de yaşanan hak ihlallerine kulak tıkayarak kendi değerleriyle ters düşüyor. Bu durumu AİHM’in son dönemde verdiği iki karar üzerinden ele almak istiyorum.
İlki Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait savaş uçaklarının bombardımanı sonucu 19’u çocuk 34 kişinin hayatını kaybettiği Uludere (Roboski) katliamı üzerine.
Geçtiğimiz Mayıs ayında AİHM, Uludere katliamına ilişkin yapılan başvuruyu reddetti. Uludere’de hayatını kaybedenlerin yakınlarının avukatlarının, Anayasa Mahkemesi (AYM)’nin talep ettiği belgeleri iki gün geç göndermesi nedeniyle başvuruyu reddetmesi, AİHM’in de red gerekçesi oldu.
27 Şubat 2016 tarihli AYM kararından öğrendiğimize göre, Uludere mağdurlarının avukatı Nuşirevan Elçi, süresinde bireysel başvurusunu yapmış. Ancak AYM, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi sonucunda, bazı eksiklikler tespit ederek bunu Av. Elçi’ye bildirmiş. Bu eksiklikler arasında, bir kısım başvurucuların kimlik bilgilerinin ve adreslerinin ayrı ayrı ve tam olarak başvuru formunda belirtilmemesi ile başvuruculardan bir kısmının noter onaylı ve baro pulu yapıştırılmış vekaletnamelerinin olmaması da var. AYM, Av. Nuşirevan ELÇİ’ye bu eksiklikleri gidermesi için 15 günlük süre vermiş. Av. Elçi bu eksiklikleri tamamlamış ancak kendisine verilen kesin süreyi iki gün geçirerek, istenilen belgeleri teslim etmiş. İşte bu iki günlük gecikme yüzünden AYM başvuruyu reddetmiş.
Bu karara muhalif kalan AYM üyesi Osman Paksüt, karşı oy gerekçesi olarak şunları kayda geçirmiş:
“Otuz dört Türk vatandaşının kamu gu¨cu¨ tarafından yanarak ve parçalanarak ölümüne sebebiyet verildiği başvuru konusu olayda 34 kez yaşam hakkı ihlali ve buna bağlı insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele iddialarının son ulusal inceleme yeri Anayasa Mahkemesi olacaktır. Bu nedenle bu konuda işin esasının önemine binaen şekil şartlarının azami derecede esnek yorumlanmasının hakkaniyete daha uygun düşeceği, başvurucular avukatının nesnel koşullardan da kaynaklanmış olabilecek süre aşımının, getirdiği rapor olumlu değerlendirilerek geçerli mazeretten kaynaklandığının kabulü ile işin kabul edilebilirlik ve esas incelemesine geçilmesi gerekirdi.
İçeriği zaten bilinen ve çok kolay temin edilebilecek belgelerin tatil koşullarında, onaylı örnekleri getirtilmesinde çok katı usul kuralları uygulanması ve bu iş için verilen sürenin iki gün aşılması üzerine avukat tarafından sunulan raporun da kabul edilmemesinde, yaşam hakkının usuli boyutu, mahkemeye erişim hakkı yönünden ihlal edilmiş olabilecektir. Bu nedenle muhterem çoğunluğun düşüncesine ve kararına katılmıyorum.”
Elbette sonuç değişmemiş. Zaten gelen başvuruyu reddetmek için bahane arayan AYM, avukatın küçük bir ihmaline sarılarak mevcut rejimi üzecek bir karar vermeyip kendini kurtarmış oldu.
İşin acı tarafı, AYM’nin sudan bir bahaneyle verdiği ret kararının aynı gerekçeyle AİHM tarafından da verilmiş olması. Bu şekilde çoğu çocuk, 34 kişinin katledildiği Uludere katliamının hesabı sorulamamış oldu.
İkinci olay Zaman Gazetesi’nin Denizli muhabiriyken, gazete yönetimine atanan kayyımlar tarafından işine son verilen gazeteci Resul Cengiz’le ilgili. 5 Ağustos 2016 tarihinde gözaltına alınan gazeteci Cengiz, 477 gün tutuklu kaldıktan sonra tahliye edilmiş.
Gazeteci Cengiz’i cezaevinde kaldığı süre içinde maruz kaldığı hak ihlalleriyle ilgili çıkan “Adalet Bakanlığı talimatıyla cezaevindeki gazeteciye saat başı uyutmama işkencesi!” haberinden hatırlarsınız. Tutuklu kaldığı tek kişilik koğuşunda uyurken gardiyanlar tarafından kapı açılıp ışıklar yakılarak saat başı uyandırılıp kontrol edilen Cengiz, bu işlemin sabaha kadar en az on defa yapıldığını anlatıyor. Buna karşı yaptığı şikâyet ve başvurulardan sonuç alamayınca, son olarak konuyu Anayasa Mahkemesi’nin gündemine taşımış.
Cengiz’in cezaevinde kaldığı süre içinde parasını ödeyerek satın aldığı Yeni Asya Gazetesi’nin bir süre sonra cezaevi yönetimi tarafından akıllara zarar bir gerekçeyle engellenmesi de böyle bir şikâyete konu olmuş.
Hakkında herhangi bir yasaklama kararı olmayan Yeni Asya Gazetesi’nin alımının durdurulması nedeniyle önce Denizli İnfaz Hakimliğine başvuran Cengiz’in başvurusu reddedilmiş. Daha sonra Denizli 2. Ağır Ceza Mahkemesi bu kararı onaylamış ve karar kesinleşmiş. Bu tarihten itibaren 30 gün içinde Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunabilmek için Denizli D Tipi Kapalı Cezaevi’nden yazılı olarak başvuru formu talep etmiş. Ancak cezaevi idaresi tarafından bu talep uzun süre yerine getirilmemiş. Nihayet Denizli Cumhuriyet Başsavcılığı’na resmi şikâyet bulunan Cengiz’e başvuru formu verilmiş ama bu defa da 30 günlük başvuru süresi geçirilmiş. Buna rağmen başvuru dilekçesini yazıp AYM’ye gönderen Cengiz’in başvurusu “süresinde başvuru yapmadığı” gerekçesiyle reddedilmiş.
Buraya kadar her şey beklendiği gibi gelişmiş. Tutukluların maruz kaldığı hak ihlallerini yukarıya taşınmasından rahatsız olan cezaevi idaresi, infaz hakimliği, savcılık ve ağır ceza mahkemesi bu konunun da Anayasa Mahkemesi’ne taşınmaması için elinden gelen yapmış. Bu engellemelere rağmen bıkmayıp konuyu Anayasa Mahkemesi’ne taşıyan Resul Cengiz, bu defa aynı tavrı Anayasa Mahkemesi’nden görmüş. 30 gün içinde başvuru yapılmadığı gerekçesiyle başvuruyu reddetmiş.
Bu ret kararı üzerine konuyu AİHM’e taşıyan Cengiz, aynı şoku bu defa AİHM kararı üzerine yaşamış. Aynı Uludere kararında olduğu gibi, süresinde AYM başvurusu yapılmadığı için iç hukuk yolunun tüketilmediği gerekçesiyle Cengiz’in başvurusu reddedilmiş. Halbuki Uludere başvurusu, avukatların bazı belgeleri iki gün geç ulaştırması nedeniyle reddedilmişti. Bu olayda ise geç başvurunun nedeni, cezaevi idaresinin başvuruyu fiilen engellemesi.
TÜRKİYE AİHM’E GİDİŞİN YOLUNU KAPATMAYA ÇALIŞIYOR
Kayyım terörüyle gasp edilen Koza Holding’in AİHM başvurusu evrakına havaalanında el koyarak, gazetesine koli koli ihanet manşeti attıran Saray’ın AYM ve AİHM başvurularını da takibe almaması düşünülemez. (Bu olaydan bir gün sonra gözaltına alınan Akın İpek’in kardeşi Cafer Tekin İpek tutuklamıştı.)
Cezaevlerinde tutuklu binlerce kişinin AYM ve AİHM’e başvuru yapmak istediklerinde aynı muameleyle karşılaştıklarını söylemek yanlış olmaz sanırım. Hatta bu başvuruları yapanların şartları daha kötü başka cezaevlerine nakledildikleri bilgileri de bizlere ulaşmıştı.
Buradaki sorun, Anayasa Mahkemesi’nin bir tutuklunun hak arama teşebbüslerinin cezaevi yönetimi tarafından engellenmiş olmasını görmezden gelerek bu gibi hak ihlallerinin önünü açmış olmasıdır.
Bundan daha büyük bir sorun, bu tür kararları artık çokça veren Anayasa Mahkemesi’nin AİHM tarafından hala etkili bir başvuru yolu olarak görülüyor olmasıdır. Bu nedenle sonucu belli bir OHAL komisyonu bahane edilerek AHM önünde bekleyen on binlerce başvuru tek kalemde reddedildi. Bu nedenle yıllardır AYM önünde bekleyen başvurularından bir sonuç alınmadığı için AİHM’e başvuranlar henüz bir sonuç alabilmiş değil.
Türkiye’yi karşısına almamak için yapılan hak ihlallerini görmezden gelmeye devam eden AİHM, bir an önce bu tavrından vazgeçmelidir. KHK ile ihraç edilip işlerini, tutuklanarak özgürlüklerini, uydurma delillerle alınan hâkim kararlarıyla alın teriyle kazandıkları mallarını kaybeden on binlerce mağdurun sesini bir an önce duyup önüne gelen başvuruları incelemelidir.
AİHM’İN SESSİZLİĞİ 20 MİLYON EURO İÇİN Mİ?
Avrupa Konseyi’ne üye ülkeler konseyin faaliyetlerini sürdürebilmesi için parasal katkıda bulunuyor. Türkiye de bu bütçeye yaklaşık 13 milyon € ile katkıda bulunuyordu. 2015 yılında alınan bir kararla bu katkı 33 milyon €’ya çıkarıldı. Bu rakamla Türkiye, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve Rusya ile beraber Avrupa Konseyi’nin bütçesine en fazla katkı yapan altı ülke arasına girdi.
Türkiye’nin Avrupa değerlerine verdiği önemi vurgulayarak 2016 yılında, Avrupa Konseyi’nin bütçesine her yıl 20 milyon € daha fazla katkı verme kararı sadece 2 yıl sürdü. Avrupa Konseyi’nin her yıl verdiği İnsan Hakları ödülünü, halen tutuklu bulunan eski Yarsav Başkanı Murat Arslan’a vermesine tepki olarak bu katkıyı kesti.
Nisan ayındaki görüşmelerde Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjorn Jagland, Konsey’in Rusya ve Türkiye’nin katkı payları olmadan ancak 2019 sonuna kadar dayanabileceğini söyledi. AİHM önünde bekleyen dosyaların dağılımına baktığımızda 3473 dosya ile açık ara şampiyon Türkiye, 2427 dosya ile ikinci Rusya.
AB üyesi hiçbir ülkenin “verdim” diyerek 20 milyon € veremeyeceği gibi “kestim” diyerek de bu parayı kesemez. Türkiye gibi tek adam rejiminin kurumsallaştığı bir ülkelerde bu durum kanıksanmış vaziyette.
Soru şu: AB ve AİHM, Erdoğan rejiminin hak ihlallerine 20 milyon € hatırına mı göz yumdu? Madem artık ortada bir para kalmadı, Avrupa Konseyi ve AİHM bari hukuka dönsün de kendi değerlerine daha fazla ihanet etmesin.