AKP’nin ilk dönem milletvekilleri arasında yer alan, TBMM Dışişleri Komisyonu eski Başkanı Mehmet Dülger siyesi gündemi ve dış politikada gelinen noktayı değerlendirdi.
“Demokratik hayatın vazgeçilmez unsurları olan sendikaların sesi çıkmıyor' diyen Dülger, 'Meslek odaları, barolar, birlikler, kooperatifler hepsinin ağzı kapanmış' diye konuştu.
Bugün'den Seda Şimşek'İn haberine
göre, AKP’nin ilk dönem milletvekilleri arasında yer alan, TBMM Dışişleri Komisyonu eski Başkanı Mehmet Dülger siyesi gündemi ve dış politikada gelinen noktayı değerlendirdi: Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Sistem değişti" sözleri için Dülger, "Türkiye’yi bütün kurumları ve hukuki mevzuatı ile tasfiyeye soktuğunu gösterir" dedi.
Türkiye’de bugün siyasi tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bir süreden beri Türkiye, “kurallı devlet”ten “işlem yapan devlet”e dönüşmeye başladı. Şu anda “işlem yapan devlet” var, “Kurallı devlet” yok. 2007 ve 2011 seçimleri, tedrici olarak, “kurallı devlet”ten “işlemci devlet”e geçiş sonucunu getirdi.
ÖNCELİKLER DEĞİŞİYOR
Seçimlerin bir sonucu mu işlem yapan devlet?
Seçmen bugün, demokrasinin ve hukukun askıya alınmasına göz yumuyor. Operatif, yani, “işlemci bir devlet” istiyor, “Devlet, benim işimi yapsın” diyor. Nasıl yapacak? Masanın üstüne yumruğunu vuracak, yapacak. Kitleleri gelirleri itibariyle analiz ettiğimizde, AKP’ ye oy veren kitlenin, alt gelir grubu ve orta alt gelir grubu ağırlıklı bir kitle olduğunu görüyoruz. Gündelik işlem onun için önemli. Geçinmeye önem veriyor. Yeterli ve devamlı geliri, istikrarlı bir işi yok, tahsili yok, “Nasıl geçineceğim” derdinde. Bu büyük kitle, Türkiye’nin idaresinde son derece etkili. “Kurallı devleti” de “işlemci devlet”e çeviren bu büyük kitlenin talepleri.
PARTİLER HADIM EDİLMİŞ
Diğer kesimlerin böyle bir talebi yok mu?
Orta ve orta üst gelir grubu ise, büyük resmi görmek isteyen, ileriye dönük ülke yararlarını düşünen gruptur. Demokratik hayatın vazgeçilmez unsurları olan organize kuruluşların etkilerini kaybettiklerini görüyoruz. Sendikaların sesi çıkmıyor, meslek odaları, barolar, birlikler, kooperatifler hepsinin ağzı kapanmış. Siyasi partiler hadım edilmiş, sesleri ince çıkıyor. Üniversite özerkliği fiilen sınırlandırılmış. İdare edenler, üniversitelerden ne analiz ne bilgi ne de öneri alıyor. Basın, kısmen yabancı finansçıların elinde. Objektif gerçeği aramak kimsenin derdi değil. Ben günde 10 gazete alıyorum bir gerçeği ancak öyle öğrenebiliyorum, yine de tam emin değilim.
Üst gelir grubunun mu sesi yüksek çıkıyor?
Üst gelir grubu için, menfaatler önde geliyor.
Bu durumda Türkiye’de kimsenin aslında demokrasi diye bir derdi yok mu?
Pek önceliği olduğunu söyleyemeyeceğim. Ben mimarım. 40 katlı bir binayı kum üzerine yapamazsınız. Onun gibi, demokrasi de sağlam bir temel ister. Birilerine muhtaç insan demokratik olamaz. Elinde zaten minicik bir şey var, ondan mahrum kalmamak ister, cesurane konuşamaz. Orta gelir grubunun ise sendikası, meslek odası, barosu gibi fikirlerine tercüman olan zeminleri vardır. Fikrini söyleyebilir, tartışabilir, diyaloglar kurar, demokrasi de böylece gelişir. Ülkemizin sıkıntısı, işte bu orta sınıfın az olması ve yeterli ölçüde etkisinin bulunmaması.
İNCİRLİK KARARINI MECLİS ALMALIYDI
Türkiye ile ABD'nin İncirlik konusunda nelerde mutabık kaldığını bilmiyoruz. Hükümetin İncirlik konusunu önce Meclis’e, sonra da NATO’ya götürmesi gerekirdi.
Dış politikayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ortadoğu bahsinde NATO’nun tutumu, Türkiye’nin menfaatlerini gözetmeden yürütme esasını benimsemiş görünüyor. NATO sanki Türkiye gibi bir müttefiki yokmuş gibi davranıyor. Bazı ittifak üyeleri, özellikle ABD ve Almanya, “PKK ile mücadele etmeyin” diyor. Almanya PKK’ya silah yardımı yapıyor, para veriyor, eğitim veriyor.
Almanya, Türkiye ile istihbarat paylaşımını kesti ve Irak’a yerleşti. Irak’tan istihbarat topluyor. Başka bir deyişle, NATO içinde müttefik olduğumuz bir üye, Türkiye’ye karşı tavır aldı ve saf değiştirdi. ABD ve Almanya, Patriot füzelerini Türkiye’den çekerken, Rusya ise İran ve Suriye’ye füze yerleştiriyor. Sanki, Türkiye yalnızlaştırılıyor ve kendisine şantaj yapılması için ortam hazırlanıyor.
Türkiye İncirlik Üssü’nü açtı ABD’ye…
NATO ile ittifak anlaşmamız 1952’de yapıldı. Üsler konusu da bu anlaşmanın içerisinde yer alıyor. İncirlik Üssü, bu anlaşma kapsamında ABD’ye tahsis edilmiştir. Anlaşma hükümlerine göre, hükümetin İncirlik konusunu önce Meclis’e, sonra da NATO’ya götürmesi gerekirdi. İncirlik Üssü’nü ABD’nin cebine koyduk. Teyit edemediğim haberlere göre, ABD başka yerlerde de üs istiyor. Biz, ABD’ye İncirlik’i verdikten sonra gidip NATO’ya anlatıyoruz. NATO bu bilgiyi ne yapsın? İçinde bulunduğumuz bu nazik dönemde, bence, Türkiye’nin en şeffaf olmayan konusu, İncirlik Üssü ve onun kullanım şartları konusudur. TBMM tatilde, hükümet geçici, kamuoyu koalisyon kurulması ile oyalanıyor, manşetlerde şiddet... Böyle bir ortamda, Sayın Cumhurbaşkanı, İncirlik Üssü’nü ABD’ye açma kararını re’sen alıyor, belirli devlet memurlarına da imzalatıp, tasarrufta bulunuyor. Bu tasarruf eğer kötü netice verirse, imza atan devlet memurlarının da sorumlu olacakları açık. ABD ve Almanya'nın tutumlarının dozu artarsa, İncilik Üssü kapatılmalı. TBMM ve hükümetin tam anlamıyla söz sahibi olduğu demokratik yapıya dönmeli.
"ALMANYA DOLAYLI OLARAK PKK'YI DESTEKLİYOR"
Terör olayları yeniden başladı.
Terörün artacağını ve yönetilmesinde güçlük çekileceğini düşünüyorum. Bu meselede, NATO’nun, ABD’nin ve Almanya’nın Türk hükümetinin yanında yer alacağını düşünmek hayli risklidir. NATO, ABD ve Almanya ”güvenlikli bölge”yi istemiyor, dolaylı olarak PKK’yı, doğrudan da PYD’yi destekliyor, Türkiye’nin kaynaklarını ve silahlı kuvvetlerini IŞİD ile mücadelede kullanmasını istiyorlar.
TAVİZ?PEŞİNDELER
Türkiye’nin sınır güvenliği ve mülteciler konusunda hiçbir sorumluluk almıyorlar. Türkiye’yi kendi kaderine terk ediyorlar. Seçim gibi nazik bir ortamda, Türkiye’den daha fazla, daha ileri tavizler koparabilme gayesini güttükleri açık. Bunun için de, kendi kurguladıkları oyunu oynayacaklar. Bu noktada, Genelkurmay Başkanı’nın sıkı durmasından başka güvencemiz yok gibi geliyor. Türkiye için çok müşkül ve çelişkili bir durum söz konusu. Çünkü, Türkiye PKK, PYD ve IŞİD ile aynı planda mücadele etmek zorundayken, müttefiki ABD, IŞİD ile mücadele iddiası ile, Türkiye’nin mücadele ettiği PYD ve PKK ile dost. Türkiye, ABD’nin dostunu nasıl alaşağı edecek? Nasıl mücadele edecek?
"4 KOALİSYON İHTİMALİ VARDI"
7 Haziran seçimleri sonrası hükümet kurulamadı ve Türkiye yeniden seçime gidiyor.
Seçim sonuçlarının ortaya koyduğu tabloya göre, asgari, 4 koalisyon ihtimali vardı. Zaman kaybedildi, bunun gereği yapılmadı. Sayın Cumhurbaşkanı, tek başına iktidarı muhafaza etmek istedi. Rize’deki “Sistem değişti” beyanatı, Türkiye’yi bütün kurumları ve hukuki mevzuatı ile tasfiyeye soktuğunu gösterir.
Unutmamak lazım ki, Kaddafi, Saddam, Bin Ali’nin başlarına getirilenler, onların güçsüz liderler olmasından değil, devlet ve hukuku tasfiye etmelerindendir. Bunun için, TBMM’nin ve yargının işlemesi gerekiyor. Sistemi başka türlü değiştirmek mümkün değil. Başkanlık sistemi için de, referandum yapalım, “halkımız istiyor mu” diye soralım. Sonucuna göre amel edelim.
OTORİTER?İDAREYE?HAYIR
Terör olaylarının tırmanmasının seçimlere nasıl bir etkisi olur?
Sayın Cumhurbaşkanı Rize’de, “sistem değişmiştir” derken, PKK-Kandil kaynaklı, kamuoyuna yapılan diğer önemli bir beyan da ilçelerden başlayarak demokratik özerklik girişimlerinin başlatıldığı beyanıdır. Bu, seçmeni, “Otoriter rejim mi?”, “Bölünme mi?” karşıtlığına oturtuyor. Otoriter rejimi istemiyorsan, bölünmeyi istediğin anlamına gelir.
Bölünmeyi istemiyorsan, otoriter rejimi sırtında taşıyacaksın. Seçmenin, “otoriter idareye ‘hayır’ diyeceksen, bölünmeyi seçmiş olacaksın”, “bölünmeyi istemezsen, otoriter idareye razı ol” ikilemine sokulması, fevkalade sorunlu ve halkımızı “kırk katır mı kırk satır mı” çaresizliğine duçar edecek çok kötü bir durum olur. Umarım, böyle bir şey söz konusu olmaz.
ELİ SOPALI DEVLET
Siyaset, Erdoğan karşıtlığı veya desteklenmesi üzerine mi pozisyonlanıyor?
Birbirlerini muhatap almayan siyasi liderler demokrasimizin felaketi. Kimse diyalog, mutabakat aramıyor. Türkiye, kendi içerisinde “Türk usulü şiddet” üretiyor. Devlet eli sopalı olmayı tercih ettiği için sorun çözemiyor. Dış politikada ise, Anadolu ahalisi savruluyor, bir türlü mutabakat tesis edemiyoruz. Sosyal sermayemizde ve ahlaki değerlerimizde ciddi erozyon var.
Kural sevmiyoruz. Müştereken paylaştığımız değerler çok azalmış. Rüşvet ve yolsuzluğu insanlar “ganimet” telakki ediyor. İşadamları için faiz, tefecilik, vergi kaçırmak bir “zaruret”, çalışan için yalan söylemek, kaytarmak “ilm-i siyaset”, şoför için kırmızı ışıkta geçmek “uyanıklık”, öğrenci için kopya çekmek “yardımlaşma” olmuş. Tutum ve davranışları, değerler üzerinden değil, kişiler üzerinden meşrulaştırıyoruz. Bizden birisi kötü bir şey yaparsa, onda bir hikmet arıyoruz, kötülüğü yapan bizden biri değilse, “zaten ondan başka ne beklenir ki…” diyoruz.