AK Parti de buraya evriliyor. Hüsnü Mübarek’in de Milli Demokrasi Partisi vardı. Partinin hiçbir siyaset üretme gücü yoktu ama ihale alıyordu, oradan çıkıp vali oluyordunuz. AK Parti de buna dönüşmüş durumda. AK Parti kurulduğu zaman, Türkiye’nin o dönemki demokratikleşme ihtiyaçlarıyla ilgili birikimin üzerine oturdu. Programına baktığınızda bunu görürsünüz. Ama bugün Mübarek’in, rant dağıtımına ortak olan ama hiçbir siyasi iradesi olmayan tipik partisine dönüştü.
Gazeteduvar'dan İrfan Aktaş Şubat ayındaki KHK'yla ihraç olan Prof. Dr. Yüksel Taşkın'la yeniden Erdoğan'lı AKP'yi konuştu. İşte o söyleşi:
Yüksel Taşkın: 'AKP Mübarek'in partisine dönüştü'
Prof. Dr. Yüksel Taşkın, Erdoğan’ın tekrar genel başkanı olacağı AKP kongresinin, parti açısından sonun başlangıcı olduğu görüşünde. Yasama, yürütme ve yargının tek elde toplandığı rejimlerin yolsuzluk ve hataya meyilli olduğunu söyleyen Taşkın’a göre bu sistem muhaliflerini tasfiye ederken yeni muhalifler yaratmaktan kurtulamayacak.
16 Nisan’daki referandumdan “Evet”in çıkarılmasından sonra Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın AKP’ye üye olmasının yolu açıldı. Erdoğan kısa süre sonra partiye üye oldu ve nihayet bugünkü kongreyle partinin başına geçiyor. Partili cumhurbaşkanı modelinin Türkiye siyasetindeki etkisine dair bir öngörüde bulunmak pek mümkün değil. Zira bunun Türkiye tarihinde benzeri yok. Fakat AKP’nin mevcut yapısı ve Türkiye’deki siyasi dinamikler göz önüne alındığında, yakın geleceğe dair çıkarsamalar yapmak mümkün.
Erdoğan’ın yasama ve yürütme üzerindeki mutlak belirleyiciliğinin başlayacağı bugünkü kongre, Erdoğan, AKP ve Türkiye açısından ne tür sonuçlar çıkaracak? Parti devleti modeli, Erdoğan’ın gücüne güç katarken, AKP açısından ne tür sonuçlar doğuracak? Parti içindeki İslamcıların pozisyonu, yeni bir muhalefetin oluşması potansiyeli oluşturuyor mu? İktidardan pay almayı arzulayan MHP, Erdoğan’ın AKP’nin başına geçmesinden nasıl etkilenecek?
Şubat ayındaki KHK’yla üniversiteden ihraç edilen siyaset bilimci Prof. Dr. Yüksel Taşkın’a kulak veriyoruz…
Bugün itibariyle Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, AKP’nin genel başkanlığını devralıyor. Bu olay Türkiye siyasi tarihi açısından ne anlama geliyor?
Bu olayın Türkiye siyasi tarihinde herhangi bir karşılığı yok. Padişahın bile partisi yoktu. Çünkü o bile bir tür başbakanlık makamına siyasal işleri devretmişti. Parlamenter sistem mantığı içinde de şu an yaşananın bir karşılığı yok. Dünya tarihinde de demokratikleşme süreçleri yaşamış olan ülkelerde böyle bir örneğe rastlamıyoruz. Erdoğan veya yanındakilerin siyasi teşhisi, üç kuvvetin birleştirilmesi gerektiği yönünde. Aynı zamanda bütün muhalefet odaklarını ve muhtemel muhalefet odaklarını denetlemek gerektiğine inanmışlar. Zaten HSYK’nın denetimi Erdoğan’ın atamalarıyla gerçekleşti. Keza partinin başına geçmesi, yasama denetimini tam anlamıyla ele geçirmesi demek. Yürütmenin de başı zaten Erdoğan. Dolayısıyla üç kuvveti Erdoğan’da toplayarak sorunları çözebileceklerine inanıyorlar. Fakat bu sorunları çözmekten çok yeni sorunlar yaratacak.
Ama bu sorunlar AKP açısından geçerli olmayacak herhalde…
AKP dahil herkes açısından sorun yaratır. Türkiye’yi böyle yönetmeniz mümkün değil. Evet, bir süre muhalif ses çıkmayabilir. Ama bu tür sistemler yolsuzluğa ve hataya meyillidir. Yavaş yavaş mağdurlarını biriktirir ve bir şekilde kendi tasfiyesinin önünü açar.
Yani AKP bugünkü kongresiyle kendi tasfiyesinin yolunu mu açıyor?
Bence bu topluma verecek bir şeyi yok bu adımın. Bakın, kongre için üç slogan belirlemişler: “Demokrasi”, “değişim”, “reform.” Değişim ve reform aynı anlama geliyor; ama anlaşılan bu hazırlığı bile aceleye getirmişler. Bu ülkenin rahatlaması için yapılması gereken çok belli. OHAL’in kaldırılması, ekonomi aktörlerinin rahatlaması, belli bir özgürlük havası estirilmesi… Ama bu iktidar, bu tür adımlar atma iradesine sahip değil. Dolayısıyla toplumun aşması gereken bir engele dönüşüyor AKP. Zaten 16 Nisan’la birlikte, toplumla iktidar arasında böylesi bir dansın başlamış olduğunu gördük. İktidar yola böyle devam ettikçe bütün ülke tahrip oluyor ama onların da bu şekilde yönetemeyecekleri açık. Yani bu süreçten mucizevi bir şekilde çıkmaları mümkün değil. Ama buna rağmen eski hatalarda devam edecekler.
Devletin tüm organlarını elinde tutan bir iktidar neden ülkeyi yönetemesin?
Zaten “bütün güçleri elimde tutarsam, sorunları çözerim” gibi bir teşhisle hareket ediyorlar. Ama dünya siyasi tarihine bakıldığında bunun bizimki gibi toplumlarda asla çözüm yaratmayan ama sorun üreten bir iktidar yapılanması olduğu görülüyor. Bizdeki sorun güç ve yetkinin bir elde toplanmasıyla çözülmez. Tam tersine, güç ve yetki paylaşmayı sağlayacak yeni bir toplum sözleşmesi hazırlayarak sorunlarımızı çözebiliriz. Bunu yeni bir anayasayla veya yeni bir yönetim anlayışıyla yapabilirsiniz. AKP’nin şu an gittiği yol daha önce denenmiş bir yol zaten.
Ne zaman denenmiş bir yol bu?
Genellikle Türkiye sağının da Kemalizmin de yöneldiği yol bu. Menderes de iktidarı konsolide etmeye çalışmıştı. Onu yaptığı için de kendi muhalefetinin önünü açmıştı. Özal da aynı şeyi yapmaya çalıştı. Özal da aslında Köşk’e gittiğinde siyasete etki etmeye çalıştı. Demirel de “Türkiye’yi demokratikleştireceğim” diye başlayıp siyaset dışı aktörlerle ittifak kurdu. AK Parti de demokrasi vaatleriyle başlayıp bugüne geldi. Toplumu başka bir sözleşme için sıçratmak ile devletin merkezde olduğu eski tarz siyaset arasında, sağ siyasetin hep ikinci seçeneğe, yani merkeziyetçi devlet anlayışına yöneldiği görülüyor. Türkiye sağ siyaseti tarihine baktığımızda hep bunu görüyoruz. AK Parti de bu anlamda eski Türkiye’dir.
AKP 2002’den bu yana belli bir yükselişle yoluna devam ederken muhaliflerini ya kendi içine alarak emdi ya da bir şekilde bertaraf etti. Şu anda da milliyetçiler dahil merkez sağ siyasete egemen hale gelmiş durumda. Bu egemenliğin parti açısından da sürdürülemez olduğunu neye dayanarak söylüyorsunuz?
Şu anda Erdoğan’ın önceliği AK Parti ve Saadet Partisi. Erdoğan ne yaparsa yapsın, AK Parti’de kendisine karşı bir muhalefet biriktiğini düşünüyor. Fakat bu muhalefeti kırptıkça, o kırpılanlardan da yeni bir muhalefet birikimi oluşturuyor. Bu muhalefet kendisine bir kanal bulamıyor ama birikiyor. Hep muhtemel muhalefeti ortadan kaldırmaya odaklandığı için Erdoğan, bu kongrede de büyük ihtimalle çok genç bir kadroyu Merkez Karar Yürütme Kurulu’na yerleştirecek. Kendisine sadık, siyaset geçmişi ve özerkliği çok olmayan insanları getirecek MKYK’ya. Sürekli “arkamdan iş çevirebilirler, muhalefet edebilirler” gibi bir kaygıyla hareket ediyor Erdoğan. Ama şu da açık ki AK Parti içinde çok sayıda insan belli itirazlara sahip.
Az önce bu tür iktidarların mağdurlarını biriktirdiğini ve bu şekilde tasfiyesinin önünü açtığını söylediniz. Son zamanlarda AKP içindeki İslamcıların alanının daraltılmak istendiğine dair değerlendirmeler yapılıyor. İslamcıların AKP içindeki geleceğine dair öngörünüz nedir?
Devlete yerleşmek için milliyetçiliğin çok elverişli olduğunu kavradı AK Partililer. İslamcılar “Erdoğan iyi, çevresi kötü” iddiasıyla muhalefetlerini temellendirmeye çalışıyorlar. Erdoğan’ın kuşatıldığına inanıyorlar. Fakat “bizim bir davamız var ve o dava aşınıyor” bile diyemiyorlar. “Reisin etrafında biz olursak sorun kalmaz” diye düşünüyorlar.
Haksızlar mı?
Erdoğan’ın belli bir politik doktrini, siyasi kimliği olmayan, renksiz-kokusuz insanlar üzerinden ilerlemeye karar vermiş olduğunu görmüyorlar. Çok sayıda insan tasfiye edilmiş durumda ama bunların belli bir muhalefeti örüp öremeyeceğini öngöremiyoruz. Çünkü 15 Temmuz darbe girişiminden sonra içeriden muhalefet etmek kolay değil. Fakat yine de AK Parti içinde çok sayıda insanın canı yanıyor şu an. Onları kazanmak yönünde basit bir politika değişikliği bile AK Parti açısından çok sorunu çözebilir. Ama dediğim gibi Erdoğan’ın kafasında esas sorun AK Parti’nin kontrolü ve Saadet Partisi’nde olup bitenler. Böyle olunca da daha yumuşak stratejilerle bir arada tutabileceği bir partiyi sert bir biçimde taraf olmaya, kendisinin yanında veya karşısında olma tercihine zorluyor. Bu bir muhalefete yol açabilir. “Parti değil Erdoğan önemli” veya “Erdoğan’a sadakat yeterli” gibi bir kibir var. Bu AK Parti içinde bir sorun yaratabilir.
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı sıfatıyla başına geçeceği bugünkü AKP ile dünkü AKP arasında nasıl bir yapısal fark olacak?
Açıp AK Parti’nin programına bakın! Orada ön seçim vaadinde bulunuluyor, demokrasi deniyor, din istismarına karşı olmak lazım deniyor. Fakat partinin şu anda durduğu yer tipik bir otoriter rejimin lider partisi. Fakat “Hayır”ın bileşenlerine bakın, çok daha heterojendir çok daha Türkiye’dir. Nitekim Hayır’a doğru giderek ciddi bir kümelenme başladı. Kentli insanlar, gençler, eğitimli muhafazakârlar o tarafa yöneliyor. Bunun da önünü açan, bizzat Erdoğan’ın stratejileridir. Dolayısıyla şu haliyle AK Parti bir kurum değildir. Mısır devlet başkanı Cemal Abdül Nasır’ın da böyle bir kurumu vardı; ama ona asla bir parti diyemezdiniz.
Nasır’ın partisinin yapısı nasıldı?
Devlette bir yere gelebilmek için oraya üye olmanız gerekiyordu. Ama asla o partiye siyasi bir güz veya politika belirleme hakkı tanınmadı. AK Parti de buraya evriliyor. Hüsnü Mübarek’in de Milli Demokrasi Partisi vardı. Partinin hiçbir siyaset üretme gücü yoktu ama ihale alıyordu, oradan çıkıp vali oluyordunuz. AK Parti de buna dönüşmüş durumda. AK Parti kurulduğu zaman, Türkiye’nin o dönemki demokratikleşme ihtiyaçlarıyla ilgili birikimin üzerine oturdu. Programına baktığınızda bunu görürsünüz. Ama bugün Mübarek’in, rant dağıtımına ortak olan ama hiçbir siyasi iradesi olmayan tipik partisine dönüştü.
AKP her ne kadar devlet partisine dönüşse de ortada devletten pay isteyen bir de MHP var. MHP, AKP’nin yolunu ve yeniden yapılandırma sürecini nasıl etkiler sizce?
MHP’nin lideri ve meclis grubu seçmeninden farklı olarak devletçi-bürokratik bir kadro. Bu kadronun iştahını devlete ortak olma fikri kabartıyor. Fakat şöyle düşünün: Yukarıda bir masa var ve o masanın gücünü aşağıdaki seçmen veya oy oranı belirliyor. Şimdi siz bir kumar oynadınız ve HSYK’dan bir-iki koltuk aldınız, kayyumlardan bir kısmı size yakın ama sizin siyasette göz önüne alınır bir aktör olmanız için sandıkta etkin olmanız lazım. Oysa referandumda MHP seçmeninin yüzde 65-70’i “Hayır” dedi. İkincisi, yapılan anketlerde HDP’nin dahi barajı geçmesi MHP’den daha yüksek görünüyor. Dolayısıyla bu parti organizasyon olarak kendisini bu şekilde sürdüremeyecekse, iktidarın onu sırtında taşımasının da bir anlamı kalmıyor aslında. Çünkü referandumda bir artı bir eşittir iki etmedi. Halbuki murat edilen şey, AK Parti ile MHP’nin oylarının yüzde 64-65 oranını yakalamasıydı. Bunun olmaması, başta konulan toplum mühendisliği projesinin iflası anlamına geliyor. Kendi örgütünü ikna edemeyen, kendi seçtiği delegelerden kaçan bir genel başkan, kendi seçmenini yabancılaştıran bir parti kilit pozisyonunu sürdüremez.
İktidardan pay almak, iktidarın Kürt politikasında belirleyici olmak bir süre sonra MHP seçmenini tatmin edici etki yaratmaz mı?
Bu mümkündür ama MHP ilk sınavda kendisini kanıtlayamadı. Bundan sonra Meral Akşener’in ne yapacağı da çok önemli. Bugün 41 ilde MHP’nin kongresi var. Akşener bunun sonuçlarını da değerlendirecektir. Delege yapısına bakarak bir kurultay hamlesi daha yapmaya çalışabilirler. MHP’lilerin bu hamleye nasıl yanıt vereceği de çok önemli. Ama referandum restleşmesinde “Hayır” kampanyası yürüten MHP’liler kazandı. Bir sonraki hamlelerinde de benzer bir başarı elde ederlerse, Bahçeli’nin pozisyonu sürdürülemez olur. Tabii bu, Meral Akşener’in de bir güç haline gediğinde AK Parti’yle ortak hareket etmeyeceği anlamına gelmez.
Dolayısıyla Erdoğan’ın AKP’nin başına geçmesiyle oluşacak yeni iktidar yapılanmasında en sallantılı pozisyon MHP’nin mi?
Tabii tabii. Nitekim anketlere baktığınızda MHP’nin epey baraj altında olduğu gözüküyor.
16 Nisan’da milliyetçilerden arzuladığı oyu alamayan Erdoğan’ın 2019 seçimleri öncesinde nasıl bir politik hat değişikliği izlemesini bekliyorsunuz?
Doğrusu bu diğer politik aktörlere çok bağlı. Diyelim ki HDP iyi-kötü toparlandı, bu zincirleme bir reaksiyon yaratır. CHP, geçen seçimde ve referandumda hayat tarzı tartışmalarına bulaşmamayı bayağı öğrendi. Yani muhalefet de doğru hamleler yaparsa her şey değişebilir. Tabii Erdoğan’ın stratejisi yine milliyetçi-muhafazakâr asli kitle ve diğerleri diye bölmeye çalışmak olacak. Ama muhalefet de yeni şeyler öğreniyor. Son seçimde hayat tarzı istismarını bir tek AK Parti yaptı ama o strateji çok eskimeye başladı. Dolayısıyla muhalefet 2019 için doğru hamle yapar, çok adayla ilk tura gidip ikinci turda tek aday üzerinden ivme yaratırsa Erdoğan’ın işi zorlaşır. Tabii bir de cumhurbaşkanlığı seçiminden önce yerel seçim sınavı var ki, bu çok önemli. Yerel seçim tam bir hodri meydan olacak ve eğer muhalefet İstanbul, Ankara gibi illerde ortaklaşmayı başarırsa, o rüzgârla 2019’un sonucunu da belirleyebilir. O yüzden AK Parti yerel seçimleri cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasına almak için anayasa değişikliğine bile gidebilir.
Erken seçim ihtimali var mı sizce?
Paraları çok ve sürekli anket yapıyorlar ama bence o Rus ruleti gibi olur.
Erdoğan’ın mevcut milliyetçi söylemiyle yola devam edeceğini söylemiştiniz…
Evet, çünkü kendisinin devre dışı bırakılmak istendiğine dair ciddi bir psikolojisi var. Bu psikolojideki birinin milliyetçi diskurdan çıkması çok kolay değil. Tabii yeni bir çözüm sürecinin kabul görüp görmediğini de yokluyor. Ama artık öyle bir esneklik gösterebileceğini sanmıyorum.
Bugünkü kongreden sonra AKP’nin toplumsal muhalefete yaklaşımına dair nasıl bir öngörüde bulunuyorsunuz?
Bu toplumun iyi-kötü bir demokrasi deneyimi var ve iktidar denetim dürtüsünü kontrol edemiyor. Biraz daha toplumun üzerine gidecek gibi görünüyor. Burada muhalefetin yetenekleri, yan yana gelebilmesi, dayanışma becerisi gösterebilmesi, sivil toplumun var olabilmesi, şiddetten uzak durabilmesi çok önemli. Dünyadaki trendler ve muhalefetin becerileri önümüzdeki dönemi belirleyecek. Gördüğüm kadarıyla eğitimli muhafazakârlar içinde güçlü bir kesimin de kafası bu cumhurbaşkanlığı sistemine yatmadı. Onların tavırları da belirleyici olabilir.
AKP’nin bir parti olmaktan çıktığını söyleyebilir miyiz?
AK Parti çok uzun süredir bir parti olmaktan çıktı. Şu anda MKYK ve MYK’dan yeni bir politikanın çıktığını, bunun üzerinden siyasi bir tartışma yapıldığını en son ne zaman gördük ki! Örneğin parti kongresinde delegelere “OHAL kaldırılsın mı” diye bir oylama yaptırıldığını düşünebiliyor musunuz? Esas siyaset budur. AK Parti’den siyaset çıkması için çok ciddi bir karşı koyuş olması lazım. Bu olamıyorsa, o zaman ona parti diyemezsiniz. AK Partililerden sürekli lidere sadakati kanıtlamaları isteniyor.
Erdoğan bugün itibariyle AKP’yi tekrar “elde ederek” gücüne güç katacak. Bu gücünü sürdürülebilir kılmasının şartları neler?
Yerel yönetimlerdeki hizmet siyaseti çok belirleyici. İkincisi de Türkiye’nin iktisadi olarak ayakta kalması lazım ki, çok ciddi bir rant mekanizmasını işletebilsinler. Çünkü bu konuda çok ciddi beklenti yarattılar. Dolayısıyla bu ülkenin ekonomik olarak iyi-kötü ayakta kalması lazım. Ama demin dediğim gibi, siyaset, ekonominin takozu olmuş durumda. Özel mülkiyet garantisi yok, dışarıdan girdi yok. Türkiye’nin sermayesi dışarı çıkıyor. Ekonomiyi çeviremezlerse çok ciddi tökezlerler. İktidarın tökezlediği anda, içindeki muhalefet partileşebilir. Ayrıca muhalefet, örneğin solcular da eskiye göre çok daha kolay bir araya gelebiliyor. Türkiye’de hakikat sonrası toplumuna göre düşünenler veya algıları yönetilenler var. Bir de hakikat toplumuna göre düşünmeye çalışanlar var. İkisi arasında bir mücadele var.
Ne demek bu?
Hakikat sonrası toplumdan kastım, bildiğin yalan yani! Demokrasi, değişim, reform diyor adam. Bu tam Orwell tarzı hakikat sonrasıdır. Buna karşı, klasik hakikati savunmaya çalışanlar var. Ahlaki üstünlüğün hakikati savunanlarda olduğunu düşünüyorum.
Hayır cephesini mi kastediyorsunuz?
Evet, hayır bileşenleri çok ahlaki bir yerde, bu çok açık. İslamcıların söylemi, kendi mağduriyetlerinden biriktirdikleri ahlaki bir iddiaya dayanıyordu ama iktidar bunu tamamen kaybetti.
Peki AKP içinde İslamcılarla diğer kesim arasındaki gerilimin kaynağı ne?
İsrail’e yaklaşım mesela. İsrail karşıtı diskurun en yüksek olduğu dönemde, İsrail devletiyle ilişkiler devam ediyor. AK Parti, 2009’daki “One Minute”dan sonra bir istisna gibi gözüktü ama sonrasında batı karşıtlığı ne kadar yükselse de İsrail karşıtlığı ortaya çıkmadı. Onun dışında Ortadoğu’daki yalpalamalar, ahlaki erozyon… Keza Kürt meselesine yaklaşım. Mesela Mazlum-Der’e el konma biçimi, bir kısım İslamcının hoşuna gitti. Çünkü onlarda dile getirmedikleri Kürt düşmanlığı vardı zaten. Ama bir kısım da buna tepki gösterdi. Yine Fethullah Gülen cemaati her ne kadar sevilmese de, on binlerce insanın hapiste ve zulüm görmesi de rahatsızlık yaratıyor. Mesela Yeni Asya grubu da Nurcudur ve Gülen cemaatini sevmez ama direkt hükümete karşı bir pozisyona geçtiler. Bu tür huzursuzluklar AK Parti içinde veya tabanında belli bir kümelenme yaratıyor. Ayrıca Saray’da, köken olarak daha seküler geçmişten gelen ve ahlaken çok parlak sicilleri olmayan kişilerin ağırlık kazanmaları da rahatsızlığın bir kaynağı. Yine Gül ve Davutoğlu’na yönelik tavırların etkisi de azımsanmayacak düzeyde. Sonuç olarak “bir şahıs mı bir dava mı” sorusuna “şahıs” yanıtı ağırlık kazanmış görünüyor. Bunun orta ve uzun vadede nasıl bir entelektüel iflasa ve çoraklaşmaya yol açtığını daha iyi kavrayacaklar.
Prof. Dr. YÜKSEL TAŞKIN KİMDİR?
.
.
Marmara Üniversitesi Siyaset Tarihi Anabilim Dalı Başkanı iken 686 sayılı KHK ile Şubat 2017 tarihinde üniversiteden ihraç edilen Prof. Dr. Yüksel Taşkın, New York Üniversitesi Yakın Doğu Çalışmaları Merkezi, Hollanda’daki Modern Dünya’da İslam Çalışmaları Uluslararası Enstitüsü’nde, ABD’deki Northwestern Üniversitesi ve Buffett Uluslararası ve Karşılaştırmalı Araştırmalar Merkezi’nde dersler verdi. Türkiye sağının farklı bileşenleri üzerinde yürüttüğü akademik çalışmalarının bir kısmı İletişim Yayınları tarafından hazırlanan “Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce” kitap dizisinde yayınlanan Taşkın, “siyaset sosyolojisi”, “entelektüeller ve toplumsal hareketler” ve “Ortadoğu’da toplum ve siyaset” üzerine çalışıyor. Taşkın’ın yayımlanmış kitapları şunlar: Anti-Komünizmden Küreselleşme Karşıtlığına: Milliyetçi Muhafazakâr Entelijansiya (İletişim Yayınları, 2007), AKP Devri: Türkiye Siyaseti, İslâmcılık ve Arap Baharı (Birikim Yayınları, 2013),1960’tan Günümüze Türkiye Tarihi (Suavi Aydın ile birlikte, İletişim Yayınları, 2014).