Hükümet tarafından oluşturulan medya, ‘Yeni Türkiye'nin dizaynı için önemli bir araç oldu. Bu Medya eliyle ‘suçlu’ bulunuyor, üstüne delil oluşturuluyor, yargılama yapılıp infazlar gerçekleştiriliyor.
‘Yeni Türkiye’, ‘Google Davası’ ile kapatılmaktan son anda kurtulan Ak Parti’nin son döneminde Hukuk Devleti olmaktan çıkıp bir ‘Kupür Devleti’ haline gelmiş durumda.
Devletin anayasal sistemi üç erkten oluşur: Yasama, Yürütme ve Yargı. Bu erkleri denetleme gücü nedeniyle de ‘medya’ya ‘dördüncü kuvvet’ denir. 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarından sonra Recep Tayyip Erdoğan’ın önce başbakan, sonra da cumhurbaşkanı olarak yasama, yargı ve yürütmeyi kendi gücü altında toplamasıyla ortada iki kuvvet kaldı: Erdoğan iktidarı ve onun devleti yönetme aracı olarak kullandığı medya. Hükümet tarafından oluşturulan medya, ‘Yeni Türkiye’nin dizaynı ve devlet politikalarının belirlenmesinde anayol hâline geldi. Bu medya eliyle ‘suçlu’ bulunuyor, üstüne delil oluşturuluyor, yargılama yapılıp infazlar gerçekleştiriliyor. İktidarın hukuk ve demokrasiye darbe olarak nitelenen faaliyetleri için şartlar olgunlaştırılıyor. Algı operasyonlarıyla en hukuksuz düzenlemeler bile gerekli gösterilebiliyor, hatta reform şeklinde sunulabiliyor. Her hükümetin yaşayabileceği başarısızlıklar ve hatalı adımlar, medya illüzyonu ile başarı hikâyesine dönüşüveriyor. Devletin diğer kurumları ve birimleri ise bunun yanında basit bir operatör gibi kalıyor. Söz konusu medya üzerinden, olmayan 7 bin kişi dinlenmiş gösteriliyor, banka batırılmaya, yardım kuruluşu kapattırılmaya çalışılıyor, Gezi gibi sivil direniş eylemleri toptan mahkûm ediliyor, Beşiktaş’ın Çarşı taraftar grubunun darbe planladığına ikna olmamız isteniyor. Türkiye, hukukla değil, medyayla yönetilen bir devlet artık. Yani ‘Yeni Türkiye’ hukuk devleti olmaktan çıkıp bir ‘kupür devleti’ olmaya doğru hızlı adımlarla gidiyor.
Anayasa’da devletin yönetim şekli ve güçler dengesi belli. Birinci madde, “Türkiye devleti, bir cumhuriyettir.” diyor. İkinci madde ise şöyle: “Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devletidir…” Hukuk devleti, hem yöneten hem de yönetilenden hesap sorabilen, denetim yapan üst değer. Yazılı kanunları olması, bir devleti şeklen hukuk devleti gibi gösterse de asıl önemli olan ‘maddi’ hukuk devletidir ki bu da adaletli bir devlet sistemi meydana getirmekle mümkün oluyor. Türkiye bugün, bu anlamıyla hukuk devleti uygulamasının epey uzağına savrulmuş durumda. Dünyada ‘hukuk devleti’ tanımı 1864’te yapılmışken, bundan tam 150 yıl sonra 2014 Türkiye’si, yürürlükteki kanunların ‘siyasilerin menfaatlerine uymadığı, işine gelmediği’ için değiştirildiği, değiştirilemeyenlerin ise uygulanmadığı bir ülke. Hukuk devletinin temel ilkeleri olan “Devletin faaliyetlerinde hukuk kurallarıyla bağlı olması”, “Hukuk önünde eşitlik ve devletin tarafsızlığı”, “Temel hakların güvence altına alınması” ve “Devletin yargısal denetimi, hâkim ve yargı bağımsızlığı” hayata geçmiyor.
Mesela, normal şartlarda demokrasi olan bir ülkede hükümetin yürürlükteki yasalarla bağlı olması, yasalardaki değişiklikleri de üst norm olan anayasa ve uluslararası sözleşmelere mutabık yapması gerekir. Ama AK Parti hükümeti, 17 Aralık’tan sonra en temel kanunları birer birer değiştirdi. Değiştirilemeyenler ya da Anayasa Mahkemesi’nden dönen değişiklikler uygulanmadı, hayata geçirilmedi. Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın bile gazetecilere ‘direnin’ dediği bir devletten vatandaşlarına eşit ve tarafsız davranması beklenmiyor. Nitekim bu ortamda, ‘paralel’ adı altında binlerce devlet memuru, bürokrat görevlerinden alındı, ihraç edildi. Zamanla ‘paralel’in de basit bir bahaneden ibaret olduğu anlaşıldı. Hükümete yakın sendikaya mensup olmayanların kamuda iyi yerlere gelmesi imkânsıza yakın. Yargının bağımsızlığını kökten zedeleyecek, hâkimlik teminatı ve doğal yargıç ilkesini ihlal edecek biçimde ‘sulh ceza hâkimliği’ kuruldu. Bununla da yetinilmedi, devlet yetkilileri, ülkeyi medya üzerinden yönetmeye, sindirmeye, suçlamaya ya da infaz etmeye başladı. Görevden almalar, itibar suikastları birbirini takip etti. Yani ‘hukuk devleti’ gitti, ‘kupür devleti’ geldi. Tıpkı 28 Şubat’ta olduğu gibi. O günlerde de Millî Güvenlik Kurulu öncesi medya manipülasyonu yapılır, paşalar koltuk altlarında kupür klasörleriyle toplantıya girerdi. Bu ‘kupür devleti’ gerçeğini gösteren örnekler daha geçen haftalar ve günlerde yaşandı, yaşanmaya da devam ediyor.
KANUNU DEĞİL KUPÜRLERİ SAVUNAN ADALET BAKANI
Tarih, 3 Ekim 2014. Kurban Bayramı’nın arifesi. Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Belçika’nın ve Avrupa Birliği’nin başkenti Brüksel’deki Fatih Camii’nde namaz kıldıktan sonra orada yaşayan gurbetçilerle bir araya geliyor. Cami cemaatinin bayramını tebrik eden Bozdağ, haziruna “Hayırda yarışın” tavsiyesinde bulunuyor. Bir vatandaşın “Bayram tebrikinizde hayırda yarışmayı tavsiye ettiniz. Peki, hayırda yarışan Kimse Yok mu Derneği’ne yapılan baskıları nasıl yorumluyorsunuz?” sorusuna karşılık Adalet Bakanı Bozdağ “Onlar hayırda yarışmıyor.” diyerek konuya ‘adaletle bakmadığını’ gösterdi. Bozdağ, bununla da yetinmeyip “Onların gazetelerinden, yayın organlarından değil, başka medyalardan da takip edin.” diyor. Bakanın ‘başka medya’dan kastını anlamışsınızdır. Sorulan konu ise, devletin, bir yardım kuruluşunun yardım toplamasını engellemesi. Bu soruya filanca kanunun şu maddesi gibi hukuki açıdan cevap vermesi beklenen adalet bakanı, konunun başka medyalardan takip edilmesi çağrısında bulunuyor. Hukukun dediğini değil, medyanın yazdığını referans gösteren bakan, kanun maddesi yerine gazete kupürlerini öne sürüyor. Bu örnek, Türk adalet sistemi ve ‘hukuk devleti’ gerçeğini gözler önüne seriyor.
Tabii ki örnekler bununla sınırlı değil. 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarından sonra başlayan sürece bakarsak, elimizde onlarca, yüzlerce örnek var.
BİR MANŞET, ONLARCA OPERASYON
Hükümete yakın medyanın önde gelen iki gazetesi Star ve Yeni Şafak, Şubat 2014’te “7 bin kişiyi dinlemişler” manşetiyle çıktı. Bu 7 bin kişinin, İstanbul savcıları ve polisi tarafından ‘Selam Tevhit Örgütü soruşturması’ kapsamında dinlendiği iddia edildi. Aklı başında ve soruşturma işleyişini bilen, adliyeye birazcık aşina olan bir kişi bile ilk görüşte yalan olduğunu anlayabilirdi bu manşetlerin. Nitekim haberlerin yayımlanmasından bir gün sonra İstanbul Başsavcısı dinlenen kişi sayısının 7 bin değil, 2 bin 280 olduğunu açıkladı. Bu da fazla bir rakamdı yine hukuku bilenlere göre. Bunun da yalan olduğu ilerleyen günlerde ortaya çıktı. Selam Tevhit Örgütü soruşturmasını yürüten savcılar, dinlenen kişi sayısını 230 olarak açıklamıştı. Gazetecilerin köşeye sıkıştırdığı İstanbul Başsavcısı, “Yanlış sayılıyor demek ki!” diyerek bir itirafta bulundu. Nasıl bir yanlış sayma ki 230 rakamı 2 bin 280’e hatta 7 bine kadar çıkabiliyor.
BİTMEYEN İSRAİL YALANI
17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarını ABD-Cemaat ortak projesi gibi mi göstermek istiyorsun, somut delile gerek yok, emrindeki gazetelerden hemen bir manşet gelsin! “Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni, 17 Aralık’tan kısa süre önce Brüksel’e, oradan da İsrail’e geçti” diye yazdın mı algı tamam. Ama ‘gazeteci’ olarak sakın araştırma; yoksa Ekrem Dumanlı’nın Brüksel’e en son 2012’de şimdiki Başbakan Ahmet Davutoğlu ile bir program kapsamında gittiğini öğrenirsin. Ve belki de Dumanlı’nın hayatı boyunca İsrail’e hiç adım atmadığı gerçeğiyle karşılaşıverirsin! Söz konusu medya, tarihe geçtiği bu manşetler için belli ki hiç araştırma yapmıyor. Biraz araştırsalar doğruya çok kolay ulaşacaklar.
KOBANİ’Yİ BİLE CEMAATE BAĞLADILAR!
Fethullah Gülen’in tavsiyeleri doğrultusunda bir araya gelen Hizmet Hareketi, ‘kupür devleti’ için kullanışlı bir günah keçisi durumunda. Her türlü olumsuzluk ve başarısızlığı ‘paralel’e bağlayarak işin içinden sıyrılmaya çalışıyorlar. Kobani’deki IŞİD işgali vesilesiyle sokakların yakılmasından, Hüseyin Üzmez’in cinsel taciz davasına kadar her şey paralelle açıklanıyor. Hizmet mensupları dışındaki kesimler bile ‘artık kabak tadı verdi’ demeye başladı. Hürriyet yazarı Ahmet Hakan da bunlardan biri. Bu düşüncesinin cezasını ‘Doğan Grubu’ndaki paralelci’ yaftası yiyerek gördü!
En son Kobani eylemleri oldu Türkiye’de. Türkiye’nin doğusu ve batısı karıştı, yakıp yıkmalar, yağmalar oldu. Sokak eylemlerinde ‘terör faaliyetlerinin’ ortaya çıkması, çok açık ki hükümetin, devleti yönetenlerin basiretsizliğini ortaya koyuyor. Büyük bir yapı aylardır, yıllardır örgütlenmiş ve sokakları yangın yerine çevirecek güce erişmiş, devlet ise bu sırada uyumuş. İşte bu basiretsizliğin ortaya çıktığı noktada, hükümet medyası yeni bir atraksiyon yaptı. Aylardır Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT), emniyet müdürlükleri ve maliyesi ile bir suç bulamadığı Hizmet camiasını Kobani ile irtibatlandırmaya kalktı. Akşam gazetesi, “PKK-Cemaat işbirliği” gibi sözde bir iddiayı, İstanbul Esenyurt’ta eylemler sırasında yakılan Garanti Bankası’nın zarar gördüğü fotoğraf ile Bank Asya’nın Esenyurt Şubesi’nin ‘zarar görmemiş’ fotoğrafını yayımlayarak destekledi. Tabii o fotoğrafı çekmek için bankanın kırılan camlarının değişmesini bekledi ve yakılan başkaca Bank Asya şubelerinden hiç söz etmedi.
Hâlbuki Kobani eylemleri sırasında Bank Asya şubeleri ve bankamatikleri tahrip edilmiş, hatta bununla da kalınmamış, birçok eğitim kurumu, dershane, yurt yakılmış, saldırıya uğramıştı. Ama bugünkü medya ortamında buna dahi hasretiz. Böyle bir durumda, hukuk tanımaz bir medya devletinin vatandaşları olarak ‘yalandan hukuk devleti’ni tekzip edeceğimiz kurum kalmıyor. Son Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) seçiminden sonra yapılmaya çalışılan kişi hak ve özgürlüklerini hiçe sayıcı yargı paketi, hukuk devletinin kendi kendini tekzip etmesi demek. Ve daha çok kupür devleti olma yolunda adımlar atılıyor.
TEŞVİKTE İŞARET FİŞEĞİNİ STAR ATTI!
Millî Eğitim Bakanlığı’nın 250 bin öğrenciyi kapsadığını duyurduğu özel okullara teşvik paketinden de cadı avı çıktı. Uluslararası Bilim Olimpiyatları’nda Türkiye’ye pek çok altın madalya kazandıran gözde eğitim kuruluşları hiçbir hukuki gerekçe gösterilmeden “mali inceleme ve soruşturma geçirdiği” bahanesiyle listeden silindi. Bu kurumlardan bazıları destek başvuruları onaylanan öğrencilerin duyurulduğu 30 Ağustos’taki listedeydi. Ancak Star gazetesinin “Paralele Teşvik Darbesi” haberinden sonra başarılı kurumların büyük çoğunluğu liste dışı bırakıldı.
ANADOLU AJANSI, BANK ASYA’YA EL KOYDU!
17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonu sonrası başlayan “devlet eliyle banka batırma operasyonuna”, devletin resmî haber ajansı yalan haberle destek çıktı. Anadolu Ajansı, Bank Askya’nın BDDK tarafından 70. Madde kapsamına alındığını duyurdu. Söz konusu madde, BDDK’nın bankanın yönetimine resmî duyuru yapılmaksızın el koymasını düzenleyen uygulamaları içeriyor. BDDK bir bankanın 70. Madde kapsamına alınıp alınmadığını resmî olarak duyurmuyor. Ajans, sır niteliğinde olan, aynı zamanda suç unsuru taşıyan bu durumu servis etmekte bir mahzur görmedi. Ajansın bu haberinden sonra Sabah’ta da benzer haberler çıktı. BDDK ve Bank Asya yönetimi haberleri yalanlamasına rağmen bu tür haberlerin arkası kesilmedi.
Kaynak: Aksiyon