Milliyet Gazetesi Yazarı Taha Akyol, 28 Şubat sürecinde dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir'le yaşadığı sert tartışmayı ilk kez Cihan Haber Dergisi'ne anlattı.
Akyol, Çevik Bir'in talebi üzerine düzenlenen yemekte başörtüsü konusundaki görüşlerinin Çevik Bir'i sinirlendirdiğini söyledi. Akyol, "Toplantıda, 'siz buraya üniformayla geldiniz. Biz kapıya 'Askeri üniformayla girilmez' diye yazı assaydık, kendinizi hakarete uğramış hissetmez miydiniz?' diye sordum. Bir, 'böyle şey olur mu? Bu şerefli bir üniformadır.' dedi. Ben de, "Kızlarınki de öyle. Başörtü de kızların onurlarıyla ilgili.' karşılığını verdim." diye konuştu.
Türkiye'de medyaya yönelik ilk ve tek dergi olma özelli taşıyan 'Cihan Haber'e konuşan Türk basının usta kalemi Taha Akyol, Mamak Cezaevi günlerinden Tercüman olayına, 28 Şubat sürecinden Aydın Doğan'a kadar bizzat yaşadığı olayları anlattı.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu Taha Akyol, memleketi Yozgat ve Ankara'da 10 yıl boyunca avukatlık yapar. Ankara'ya taşındığı yıllarda Alparslan Türkeş'in avukatı olur. Türkeş'in avukatı iken Yekta Güngör Özden de Bülent Ecevit'in avukatıdır. Türkeş ve Ecevit'in birbirlerine karşılıklı açtıkları hakaret davalarına girerler.
Avukatlıkta iyi para kazanırken bile aklı yazarlıktadır. Bunda fikirlere önem vermesinin etkisi büyüktür şüphesiz. Üzerinde çok derin izleri olan Ali Fuat Başgil'in, Peyami Safa'nın, Tarık Buğra'nın gazetelerde çıkan yazılarını yakın takip eder. "İçimde hep bir taraftan avukat olma bir taraftan da yazar olma arzusu vardı." diyen Taha Akyol, Milliyetçi Hareket Partisi'nin yayın organı olan Hergün gazetesinde yazarlığa başlar. Sonra avukatlığı da siyaseti de bırakarak 1986 yılında Tercüman gazetesi ile ulusal medyaya geçer.
"Şu anda siyasete hiçbir ilgi duymuyorum. İçimde tekrar avukatlığa dönme gibi bir arzu da yok. Gazetecilikten, yazarlıktan memnunum." diye konuşan Akyol, "Ama iyi ki hukuk okumuşum. Hukuk iyi okunduğu taktirde insanda analiz mantığını son derece güçlendirir. Dünyaya yeniden gelsem, yine hukuk okurdum." diyerek ilk mesleğinin kendisine ne kadar çok katkı sağladığının altını çiziyor.
Taha Akyol, Alparslan Türkeş'in avukatlığını yaparken MHP Genel İdare Kurul Üyesi olur. O dönemde parti içinde bazı ihtilaflardan bahseden Akyol, tavrını yazdığı yazılarla ortaya koyar. Akyol, o dönemi şöyle anlatır: "MHP içerisinde 12 Eylül öncesinde bir takım fikri ihtilaflar vardı. Sağ sol çatışması komünizm tehlikesinin öncelikli gündem maddesini oluşturması bu fikir ayrılıklarının üstünü örtüyordu. Benim de MHP içerisinde fikir ayrılığım olduğu konular vardı. O haliyle devam eder miydi etmez miydi bilmiyorum. Ama ben MHP'deyken dahi siyasetten ziyade okumaya yazmaya meraklıydım. Birçok yetenek gördüğüm genci, mesela bunlardan bir tanesi Mümtaz'er Türköne'dir, 'Teşkilatı bırak, örgütçülüğü bırak. Sende akademik yetenek var, bilim adamı ol' diye teşvik ederdim. Kendi temayülüm de siyasetten çok fikir hayatı ile ilgiliydi."
12 Eylül darbesinin ardından MHP davasında idamla yargılanan Taha Akyol, 14 ay boyunca Mamak Cezaevi'nde kalır. Koğuş arkadaşları Yaşar Okuyan ile Doğu Perinçek gibi isimlerdir.
Arkadaşları endişelidir; ancak onları Taha Akyol, hukuk bilgisiyle sakinleştirir. "Benim hukuk okumuş olmam o günlerde hem benim için hem de beraber bulunduğum arkadaşlar için önemliydi. Davanın sonundan endişe eden arkadaşlara, 'Stalin bu askeri mahkemede hakim olsa bile bizim mahkum edemez. Çünkü ben Askeri Yargıtay'ın kararlarını inceledim. Askeri Yargıtay hukuka çok dikkat ediyor. Buradan yanlış bir karar çıksa bile bu askeri Yargıtay'dan döner.' diye ifade verdim. Hakikaten de başta ben olmak üzere pek çok arkadaş hatta MHP yöneticilerinin tamamı beraat etti."
EŞLERİ ÖNÜNDE PSİKOLOJİK İŞKENCE
Anacak cezaevinde işkence vardır. Daha çok solcu tutukluların işkenceden geçirildiğine şahit olur. "Solcu kızlara nasıl haşin, kaba, gaddar davranıldığına şahit olduk. Bunlar kötü hatıralar. Bizi her gün yürüyüşe çıkartarak askeri disiplin içinde marşlar eşliğinde yürütürlerdi. Geri kalan kısımda bizi serbest bırakırlardı. İşkence de vardı. Ülkücü liderlerden Yılma Durak, Celal Adan, Muhsin Yazıcıoğlu'na, hatta Gümrük Tekel eski Müsteşarı Namık Kemal Zeybek'e bile işkence yapıldı; ama bizlere işkence yapılmadı. O atmosfer başlı başına insanı ister istemez sıkıntıya sokuyordu." diyen Taha Akyol bir anısını Cihan Haber okurlarıyla paylaşıyor: "Mamak Cezaevi o zamanlar çok kötü bir şöhrete sahipti. 'Buraya giren mutlaka işkence görür, işkenceden ölenler olur' gibi izlenim hakimdi. İçeri girdikten sonra eşlerimiz ziyarete geldi. İlk görüşmeyi yapacağız. Saçlarımız, bıyıklarımız kesildi. Ayaz vardı, hava çok soğuktu, birerli kol halinde uygun adım şekilde, askeri marş söyleterek yürüttüler bizi. Bir tel örgünün önüne geldik, sıraya soktular. Tel örgünün diğer tarafına ise eşlerimiz ve çocuklarımızı getirdiler. Bize 'Başla' diye talimat verdiler. Biz de başladık: 'Ey bugünümüzü sağlayan ulu Atatürk, açtığın yolda, kurduğun ülküde hiç durmadan yürüyeceğime and içerim.' Andımızı okuttular bize. Eşlerimizin karşısında kendimizi çok aşağılanmış hissettik. Eşlerimiz bizi, karşılarında esas duruşta, bağırır halde görünce ağladılar. Ama yapacak hiç bir şey yok. Çünkü en ufak bir direnişte sizi eşinizin karşısında coplayabilirlerdi."
"İNTİHAR ETTİ DERİM"
Akyol, bir gün cezaevi komutanına dilekçe verir. Avukat olduğunu, askeri cezaevi yönetmeliğini bilmediğini ve kendilerine yapılan muamelenin hukuka aykırı olduğunu belirterek askeri cezaevi yönetmeliğinin kendisine verilmesini talep eder. Komutan Raci Tetik, Akyol'a bu dilekçeden dolayı çok kızar. Akyol ve mektubun yollanmasına izin veren koğuş kıdemlisi Yaşar Okuyan'ı yanına çağırtır. Akyol bundan sonrasını şöyle anlatıyor: "Üzerimize yürüdü. Bağırarak bana 'Seni astırırım, sonra çarşafla kendini astı diye rapor tutarım' dedi. Yanında bulunan ve ülkücü olduğunu öğrendiğimiz askeri doktora 'İntihar raporu verir misin?' diye sordu. Doktor da 'Emredersiniz efendim, o raporu imzalarım' yanıtını verdi. Bana dönerek, 'Bu dilekçeyi geri al' dedi. Ben de almayacağımı söyledim. 'Sen bana kahramanlık taslıyorsun' dedi Raci Tetik. 'Kahramanlık falan taslamıyorum. Bunu yapamayacağınızı bildiğim için dilekçeyi almıyorum. Çünkü yarın Türkiye'ye demokrasi gelir, bunun hesabı sorulur. Biz ömrümüzün sonuna kadar burada kalmayacağız. Ben gazeteciyim, çıktığımda bunları yazacağım. Bize işkence yaptığınızda, bize dayak attığınızda bunun hesabı sorulur. Onun için siz buna cesaret edemezsiniz.' dedim. Daha fazla sinirlendi ama, 'Sana eşinle bir ay görüşmeme cezası veriyorum' dedi. Eşim, 'Taha öldürüldü' şeklinde zannetmesin diye dilekçeyi geri çekmek durumunda kaldım."
"ORAL ÇALIŞLAR, PERİNÇEK'İ DİNLEMEDİ"
Darbecilerin cezaevi politikalarından kaynaştır-barıştır uygulaması çerçevesinde Taha Akyol'un koğuş arkadaşlarından biri de Doğu Perinçek'ti. Akyol Perinçek hakkında şunları dile getiriyor: "Şahsi ilişkilerinde Perinçek son derece medeni bir insandı. Ama ideolojik tavrı nedeniyle çok katıydı. Arkadaşlarının bizimle görüşmesinden rahatsız olurdu. Doğu Perinçek, kendi arkadaşlarına, 'Faşistlerle ve sosyal faşistlerle görüşmeyin' şeklinde talimat verdi. Sadece çay alıp vermenin dışında hiçbir münasebet yoktu. Faşist bizdik, sosyal faşistler ise Moskova çizgisindeki solculardı. Dolayısıyla Doğu Perinçek grubu hiç kimseyle yakınlık kurmuyordu. Onların içinde Oral Çalışlar, Perinçek'i dinlemedi. Oral Çalışlar'la çok büyük dostluğum o zamanki karakterinden kaynaklanır. Çok ahlak sahibi bir dostumdur. Oral Çalışlar, bizimle de başkalarıyla da sanki Perinçek yasak koymamış gibi çok rahat görüşürdü. Bir de Mehmet isimli bir avukat vardı. O da bizimle görüşürdü, diğerleri bizimle görüşmezdi. Perinçek gerek gördüğü zaman bizlerle görüşürdü. Ama Perinçek ile bir sohbetimiz olmadı. Mesela şöyle bir örnek verebilirim. Biz cezaevinin B bloğunda kalıyorduk. İlhami Soysal tutuklandı. Bizim koğuşa konuldu. Konulduktan bir süre sonra İlhami Soysal, Yaşar Okuyan'ın yanına geldi. 'Ben sizin grupla beraber olmak istiyorum' dedi. 'Neden?' diye sorunca diğer sol gruplar içerisinde rahat edemeyeceğini söyledi. Bizimle beraber olmak istedi. İlhami Soysal gibi bir karakter adamını, ahlak adamını orada tanıdım. Doğu Perinçek grubuna katılmadı. Moskova çizgisinde yer alan diğer gruba katılmadı bizimle beraber olmak istedi. Beraber sohbet ediyor, beraber çay içiyorduk. "
GAZETECİLİK HAYATI
Taha Akyol, 14 ay sonra Mamak Cezaevi'nden çıktıktan sonra uzun süre işsiz kalır. Maddi sıkıntılar yakasını bırakmayınca Yozgat'a dönüp avukatlık bürosu açmayı planlar. Ankara'dayken bir gün Ahmet Kabaklı kendisini arar ve o gün hayatını değiştirecek bir teklif alır: "Ne yaptığımı sordu, ben de takatimin kalmadığını Yozgat'a gidip avukatlık bürosu açacağımı söyledim. Bana acele etmememi, sabretmem gerektiğini söyledi. Aradan 10 gün geçtikten sonra Tercüman'ın patronu rahmetli Kemal Ilıcak beni aradı. Kemal Ilıcak'ı yakından tanımıyordum. 12 Eylül öncesi Türkeş ile birlikte kendisini ziyarete gittiğimizde tanışmıştık. Bana 'Ne yapıyorsun?' Kabaklı'yla konuştum Yozgat'a dönecekmişsin. Gitme biraz bekle. Biz bir kitap ilavesi vereceğiz. Sen bana bununla ilgili bir rapor hazırla.' dedi. Ben bundan son derece memnun oldum. Benim için bir ümit ışığıydı. Hemen çalışmaya koyuldum, daha önce bu tarz kitap ilavelerinin nasıl verildiğini araştırmaya başladım. Çok iyi bir rapor yazdım. Beni Tercüman gazetesinin Ankara bürosundan Yavuz Donat arayarak; 'Sen Kemal Bey için bir rapor hazırlamışsın. Bununla ilgili Uğur Reyhan ile bir görüş.' dedi. Uğur Reyhan Kemal Ilıcak'ın Ankara'daki temsilcisi. Reyhan ile görüştüm, Kemal Ilıcak'ın raporu beğendiğini söyledi. Raporun telif ücreti olarak bana 10 bin lira verdiler. O zaman bir gazetecinin 3 aylık maaşı kadar bir paraydı. Fevkalade sevindim. Bakkal borçlarımı ödemede doping oldu, beni rahatlattı. Uğur Reyhan daha sonra beni bir daha aradı, 'Yankı gazetesini satın aldık. Yankı'nın editörü ve başyazarı olacaksın' dedi. 25 bin lira ücretle Yankı gazetesinde araştırmacı ve başyazar olarak çalışmaya başladım. Ancak idamla yargılandığım için yazılarım imzasız çıkıyordu. Performansımı beğenmiş olacak ki Kemal Ilıcak beni İstanbul'a çağırdı. Evlerine gittim ilk defa Nazlı Ilıcak'la orada karşılaştım. Nazlı Ilıcak, cezaevindeyken 'Bugün ne yazdı?' diye dört gözle beklediğimiz, büyük saygı duyduğumuz, gıyabında Jeanne d'Arc dediğimiz, kahraman bir gazeteciydi. Benim için çok büyük bir zevk oldu, Kemal Ilıcak tarafından yalıya davet edilmek, Nazlı Ilıcak'la tanışmak. Nazlı Hanım bana çok sıcak davrandı. Demokrat Parti, Ali Fuat Başgil, demokrasi süreci ile ilgili konularda sohbet ettik."
BÜYÜK TEPKİYE RAĞMEN TERCÜMAN'IN BAŞINDA
Ertesi gün gazeteye gittiğinde Taha Akyol'u bir sürpriz bekliyordu. Kemal Ilıcak, Akyol'u karşısına alır ve "Seni Tercüman'ın genel yayın müdürü yapacağım" der. Akyol, hiçbir tecrübesi olmadığını, daha önce gazete yöneticiliği yapmadığını anlatmaya çalışsa da karşısındaki patronun kararlılığı karşısında pek fazla direnemez.
Akyol, Tercüman gazetesinin genel yayın müdürlüğüne iki defa getirilecektir. Birinci defasında çok büyük tepkiler çeker. Zira çalışanlar Taha Akyol ismini bir türlü kabullenemez. Tepeden inen biri olarak görürler Taha Akyol'u. "Yazı işlerinde deneyimli isimler varken neden dışarıdan birisi getirildi? Hem de cezaevinden yeni çıkmış birisi getirildi." şeklinde eleştirileri sıkça duyduğu günlerdir. Ancak tepkilerin bir kısmı ise ideolojiktir: "Niye bir MHP'li geliyor?" diyenlerden biri rahmetli Şakir Süter'di."
Bu itirazlar bitmeyince Kemal Ilıcak, Taha Akyol'u görevden almak durumunda kalır. Akyol, danışman olarak çalışmaya başlar. Bu süreçte gazete çalışanlarıyla da ilişkileri gelişir. Direnç ortamı kaybolur. Şakir Süter, Akyol'un en yakın arkadaşlarından biri olur. Akyol, ikinci defa genel yayın müdürü olduğunda Şakir Süter'i haber müdürü yapar. "O sosyal demokrat eğilimli ben MHP'liydim ama ikimizde ideolojilerimizi aşarak çalıştık. Abdullah Aksak'ı yazı işleri müdürlüğüne getirdim. Yüksel Baştürk de çok deneyimli bir isim olarak gazete görev yapıyordu. Bir gün Baştürk biraz beni eğiten bir ağabey havası ile yanıma geldi. 'Şu resmi dekupe mi basalım, dekupe yapmadan mı basalım?' diye sordu. Beni deniyordu. Ben dekupenin ne olduğunu bile bilmiyordum. 'Bir deneyin ondan sonra karar verin' diyerek büyük bir sınavdan geçmiştim. Dekupeyi öğrendim, pikajı öğrendim. "
Tercüman'ın genel yayın müdürüyken Nazlı Ilıcak'la yaptıkları kavgaları da değiniyor: "Tercüman mali sıkıntıdaydı, bir kampanya yürütülecekti. Nazlı Hanım'ın yönettiği Bulvar'a ne kadar kaynak ayrılacak, Tercüman'a ne kadar kaynak ayrılacak tartışmaları vardı. Aramızda Demirel-Özal çekişmesi de vardı. Ben Özal'a yakındım, Nazlı Hanım Demirel'e yakındı. Bu konularda herkesin içerisinde çok sert tartışmalarımız oldu. Bu tartışmaların biri sonrası Nazlı Hanım eve gittiğinde rahmetli Kemal Ilıcak'a, 'Taha Akyol ile sert kavga ettik. Taha Bey'i çok takdir ediyorum, Tercüman için benimle bile kavga ediyor. Taha Akyol'un kıymetini bil' demiş. "
GAZETE ARŞİVİ SATILARAK ÇALIŞANLARIN MAAŞLARI ÖDENDİ
Yükselen faizler nedeniyle borçlarını ödeyemeyen Tercüman gazetesinin ekonomik kriz içine girdiğini anlatan Taha Akyol, aylarca maaş ödenemediğini söylüyor. Akyol hem geçici süreyle nasıl maaşların ödendiğini hem de bu dönemde gazeteden nasıl ayrıldığını şöyle anlatıyor: "Hiç unutmam Kemal Bey beni çağırdı, 'Personelin yüzüne bakamıyorum.' dedi. Kemal Bey tam bir Anadolu insanıydı. Çok iyi bir ağabeydi. Kendisini rahmetle, şükranla anıyorum. Maaşların ödenmesi konusuyla ilgili çıkar bir yol arıyordu. Bana, 'Tercüman'ın arşivi çok zengindi. Onu satalım da personelin maaşını ödeyelim. Ama nasıl yapabiliriz? Bunu Kültür Bakanlığı alabilir mi? Kültür Bakanı Kemal Zeybek senin arkadaşın, bu konuyu bir görüşebilir misin?' dedi. Kemal Zeybek'e telefon açtım. Yardımcı olabileceğini ama kanuna uygun hareket edilmesi gerektiğini belirterek bir komisyon kurulmasını sağladı. Bu bilirkişi heyeti inceleme yaptı. Bana göre ucuz sayılan bir fiyatta, Kültür Bakanlığı'na göre makul bir rakamda anlaşıldı. Tercüman gazetesinin arşivini Kültür Bakanlığı'na sattık. Böylece personelin 1-2 aylık maaşını ödeyebilmiştik. Bu sıkıntılarla idare edilmeye çalıştık. Kemal Bey bir gün beni çağırdı. 'Bazı yazar arkadaşlar gazeteden ayrılacaklar. Onlara hak veriyorum hiçbir kırgınlığım yok. Artık sen de Tercüman'dan ayrıl. Senin maaştan başka yan gelirin olmadığını biliyorum. Ama bana bir söz ver. Ben işi düzeltip tekrar seni çağırdığımda geleceksin. Bir büyüğün olarak da senden bunu beklerim. Ağabeyin olarak geçimini sağlamak için sana gidebilirsin diyorum. Ama ağabeyin olarak senden isteğim 'Gel' dediğimde tekrar geleceksin.' dedi. Tercüman'dan Yavuz Donat Milliyet gazetesine, Rauf Tamer Hürriyet gazetesine geçmişti."
"İNŞALLAH ÖMRÜMÜN SONUNA KADAR BURADAYIM"
Aydın Doğan'la 12 Eylül yargılamaları sırasında tanışır Taha Akyol. Kendisi tahliye olurken bazı MHP'lilerle birlikte Namık Kemal Zeybek cezaevinde kalmıştı. Aydın Doğan, içerde kalan bacanağı Kemal Zeybek'e iyi bir avukat arıyordu. O da Doğan'a Taha Akyol'la görüşmesini tavsiye etmesi üzerine Doğan da Taha Akyol'u arayarak görüşmek istediğini belirtir. İkili Ankara'da Milliyet gazetesinde bir araya gelerek Kemal Zeybek'in tahliyesini uzun uzun konuşur. İşte Doğan ile Akyol'un ilk tanışması böyle başlar.
Kemal Ilıcak'la aralarında geçen konuşmanın ardından Taha Akyol, "Bir daha dönmek üzere" Tercüman'dan ayrılır. Bu kez teklif Aydın Doğan'dan gelir. Doğan, "Ben seninle çalışmaktan memnun olurum." diyerek Akyol'a olan güvenini ortaya koyar. Akyol o görüşmeyi şöyle anlatıyor: "Aydın Bey'e, 'Kemal Bey'e söz verdim, beni tekrar çağırdığında giderim.' dedim. Aydın Bey bunu son derece normal karşılayarak bana, 'Tebrik ederim, bu bir karakter örneğidir.' dedi. Bana Meydan gazetesinde çalışacağımı, Rauf Tamer veya Yavuz Donat gibi geniş kitlelere hitap eden yazılar yazmadığımı söyledi. Milliyet ve Hürriyet'te tepki çekebileceğimi, zamanla bu büyük gazetelere geçebileceğimi anlattı. Böylece Meydan'da yazmaya başladım. Bir süre sonra Milliyet'e geçtim. İnşallah ömrümün sonuna kadar burada kalırım."
"ÇEVİK BİR, AYDIN DOĞAN'IN ÖNÜNE BİR LİSTE KOYDU"
Taha Akyol, Doğan Grubu'ndayken yazdığı yazılarına müdahale edilmediğini, kendisini rahatsız eden bir durumla karşılaşmadığını vurguluyor: "Zaman zaman benim de diğer gazetelerden teklif aldığım oldu ama ne teklif edenlerle ne Doğan Grubu ile bir pazarlık yaptım. Doğan Grubu'nda yazılarıma müdahale edilseydi ayrılmayı düşünürdüm. Doğan Grubu'nda, Aydın Bey tarafından, çalıştığım gazetenin yöneticisi tarafından beni rahatsız eden bir şey olsaydı elbette ayrılmayı düşünürdüm. Ama hiçbir zaman yazılarıma müdahale edilmedi."
Doğan Grubu'na olan bağlılığını anlatan Taha Akyol burada sözü 28 Şubat sürecine getiriyor. "Benim bu süreçteki direnişim Aydın Bey'in bana verdiği destek sayesinde olmuştur." diyen Taha Akyol, askerlerin uyguladıkları baskılara Doğan'ın direndiğini ifade ediyor. Dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir, Aydın Doğan'ı Genelkurmay'a çağırarak önüne bir liste koyar. Bu listenin başında da Taha Akyol vardır. Bir, "İrticayı destekliyor. Derhal bunu atacaksınız." der Doğan'a. "Anti militarist yazılar yazıyor, Umur Talu'yu atacaksın. Anti militarist yazılar yazıyor Yalçın Doğan'ı atacaksın." yazılı bir listedir bu. Aydın Doğan ise bu durum karşısında taviz vermez: "Yapmam. Ben yukarıdan emir alarak yazar atan, gazeteci atan patron olamam." der. Akyol bunları anlattıktan sonra, "Aydın Doğan'ın bu tavrı benim neden Doğan Grubu'na sadakat duyduğuma bir örnektir." diyor.
ÇEVİK BİR İLE TAHA AKYOL'UN SERT TARTIŞMASI
Yazarları attıramayacağını anlayan Çevik Bir, bu kez Aydın Doğan'a, "Sen bir yemek düzenle, bütün yazarlarını çağır. Türkiye'nin nasıl bir irtica tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu anlatır ve onları ikna eder, fikirlerini değiştiririm." şeklinde konuşur. Bunun üzerine bir toplantı düzenlenir. Taha Akyol, Türk basın tarihine geçecek o gün hakkında şunları kaydediyor: "Bir öğle yemeği vakti Çevik Bir geldi. Gazetenin yazarlarından ben, Zülfü Livaneli, Hasan Pulur, Sami Kohen'in de aralarında bulunduğu bütün yazarlar vardı. Çevik Bir başladı anlatmaya, 'İrtica yayılıyor, Atatürk Cumhuriyeti elden gidiyor' falan. Ben itiraz ettim. Çevik Bir'e, 'Bu söylediklerinizin hepsi tartışmaya açık konular. Bu söylediklerinizin hepsi psikolojik harekât. Bunlar yanlış. Özellikle türbanı bir irtica bayrağı olarak görmek yanlış. Türban bir modernleşme simgesidir. İrtica simgesi değildir.' dedim. Böyle söyleyince çok sinirlendi. Ben de sertleşmeye başladım; aramızda tartışma yaşandı. Ben bu sırada Aydın Doğan'a baktım, ne yapacak diye. Hiçbir şey söylemedi. Tartışma daha da büyüdü. Ben ona, 'Atatürk 'Hayatta en hakiki mürşit ilimdir' dedi mi? dedi. O zaman bu söylediklerinizi bilim adamlarının bir eleştirisinden geçirin. Doğru olduğu nereden belli? Türkiye'de sosyologlar var. Yurtdışında sosyologlar var. Bu konuda araştırma yapın.' dedim. Elizabeth Özdalga'nın, Nilüfer Göle'nin, Nur Vergin'in adını verdim. 'Bunları çağırın, 'Türban olayı nedir, Türkiye'de irtica var mıdır? Yoksa sizin irtica zannettikleriniz şehirleşmeyle ilgili, modernleşmeyle ilgili midir?' diye sorun. Bunları sosyologlara danışın. Biz Ege'deki askeri strateji konusunda size danışıyoruz. Siz neden sosyologlara danışmıyorsunuz?' dedim. Daha da sinirlendi. Çevik Bir asabi bir şekilde bana, 'Bizim sosyologlara ihtiyacımız yok. Biz askeriz. komutandan talimatı alır, gereğini icra eder, tekmil veririz. Sosyologlarla, şunlarla bunlarla konuşarak kafamızı karıştırmayız' anlamında sözler sarf etti. Ben Çevik Bir'e bir soru sordum. Dedim ki, 'Siz buraya üniformayla geldiniz. Biz kapıya 'Askeri üniformayla girilmez' diye yazı assaydık, kendinizi hakarete uğramış hissetmez miydiniz?' Bir, 'Böyle şey olur mu? Bu şerefli bir üniformadır.' dedi. Ben de bunun üzerine, "Kızlarınki de öyle. Başörtü de kızların onurlarıyla ilgili. Kızları gözyaşları içinde okul kapısından geri çeviriyorsunuz.' dedim. Aramızda çok sert tartışma yaşandı. Anlattığım bu olayın tanığı Milliyet gazetesinin yazarlarıdır. Bu toplantının sosyologlarla ilgili kısmı sadece Mehmet Barlas tarafından yazıldı. Diğer kısımlarını ilk defa size anlatıyorum."
MİLLİYET'İN BAŞINA GEÇMEMİ TEKLİF ETTİ
Taha Akyol, Aydın Doğan ile ilgili yapılan eleştirilerin bir kısmını komplocu bulduğunun da altını çiziyor. Akyol, Hasan Celal Güzel'in bir röportajında dile getirdiği, "Aydın Bey Anadolu insanı Müslüman bir Türk'tür. Ekibi ise ne yazık ki 68 kuşağı solcuları. Bunlar pozitivist, laikçi insanlar. Yönetim de bunların elinde. Gerginlik buradan doğuyor." yönündeki sözlerini ise şöyle değerlendiriyor: "Aydın Doğan'ın bir Anadolu insanı olduğu, değerler konusunda hassasiyet taşıdığı bir gerçektir. Onu tanıyan herkes böyle düşünür. Yönetim ekibi meselesine gelince. Burada basına yansımamış bir olayı anlatayım. 2000 yılında Umur Talu ve Yalçın Doğan, Milliyet gazetesinin yönetiminden ayrıldıktan sonra Aydın Bey bana Milliyet gazetesinin genel yayın müdürlüğünü teklif etti. Bana, 'Senin fikriyatını biliyorum. Ama senin yazılarını sağcılar da solcular da ilgiyle okuyorlar. Ne düşünürsün?' dedi. Ben, 'Aydın Bey çok yanlış olur. Genel yayın müdürü yaptığınız takdirde hem beni hem Milliyet'i bitirirsiniz.' dedim. 'Nasıl yav, olur mu öyle şey?' deyince, 'Ben milliyetçi, muhafazakar, liberal değerlere inanan bir insanım. Halbuki Milliyet'in yapısı ve okuyucu kitlesi farklı bir dünya görüşüne sahip. Beni oraya getirdiğiniz zaman fikrimin dışında yayın yapmak durumunda kalırım. Bu beni bitirir. Fikrime uygun yayın yaparsam Milliyet biter. Bir gazetenin içinde çeşit olması, sağcısı, solcusu olması, liberal, Kemalist yazarların olması son derece normal. Gazetenin ana okuyucu kitlesine uygun genel yayın politikası olması gerekir. Bunun dışındaki yanlış olur.' dedim, hak verdi.
"Aydın beyin ekibi kötü" sözü zaman zaman söylenir. Şimdi düşünün Hürriyet gazetesinin başına diyelim ki bir muhafazakar kişiyi getirdiniz. Magazin eklerini vermeyecek mi? Oktay Ekşi'ye 'Kendi çizgini bırakıp başka şekilde yaz' demesi düşünülebilir mi? Hürriyet ve Milliyet gazeteleri başındaki yöneticilerinden bağımsız olarak kendi başlarına kurumsal kimliğe sahiptirler. O kimlikteki okuyucu çeşitli görüşteki yazarların olmasını ister. Ama gazetelerinin ana politikasını kendilerinin istikametinde olmasını ister. Bu Türkiye için avantajdır. Eğer biz çoğulculuğa, fikir özgürlüğüne inanıyorsak gazetelerin farklı çizgileri olacak. Ben bir gazetenin iktidarı desteklemesini son derece normal buluyorum. Öteki gazetenin iktidara muhalefet etmesini de son derece normal buluyorum. Türkiye'deki en büyük tehlike kendi görüşlerini tek doğru sayarak bütün gazeteleri aynı çizgiye sokma arzusudur. Bu askerden de gelse sivil hükümetten de gelse son derece yanlıştır."
YAYINLARDA AYDIN DOĞAN'IN ETKİSİ YOK
Taha Akyol, "Doğan Grubu'na ait yayın organlarının belli dönemlerde hükümeti sert şekilde eleştirmelerini, bazı dönemlerde ise hükümet yanlısı yayın yapmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?" şeklindeki sorumuz üzerine şu tespitlerde bulunuyor: "Aynı iktidar, aynı basın organları fakat dönem dönem farklı yayınlar. Bir şeyi unutuyorsunuz soru sorarken. Konu, yayının konusu. Laiklik tartışması olduğu zaman Hürriyet gazetesinden nasıl bir yayın beklersiniz? Elbette laiklikten yana bir yayın. Öyle değil mi? Ama AB veya Kıbrıs ile ilgili bir konuda nasıl bir yayın beklersiniz? İktidarın lehinde yayın. Konulara göre değişiyor. Soruyu sorarken gözden kaçırdığınız aynı yayın organı, aynı hükümet bazen lehte bazen aleyhte yayın. 'Bir çıkar mı var?' diye düşünülüyor. Burada gözden kaçan konuyla ilgili meseledir. Mesela Kürt açılımı ile ilgili konusuna Doğan Grubu gazeteleri genelde pozitif bakıyorlar. İçlerinde eleştirenler de var tabii. Son derece normal. Hükümeti destekleyen basın organlarının olmasını doğal olarak görüyorum dolayısıyla yandaş kelimesini doğru bulmuyorum. Ama o gazetelerin içerisinde hükümeti bu konuda eleştiren yok. Doğan Grubu'nun genel tavrı Kürt meselesinde açılımı destekliyor. Doğan Grubu, AK Parti ortada yokken bile bu tür açılımların yapılması gerektiğini savunuyordu. Dün öyle deyip de bugün aksini savunabilir mi? Kıbrıs meselesinin çözümü, AB ile ilgili yayınlar Doğan Grubu'nun savunduğu görüşler. Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit iktidardayken de böyleydi. İş laikliğe gelince Oktay Ekşi ile Taha Akyol elbette farklı düşünecek. Oktay Ekşi'nin Taha Akyol gibi, Taha Akyol'un Oktay Ekşi gibi düşünmesini istemek totaliterizm olur."
"Aydın Doğan, gazete ve televizyonların yayın politikasına müdahale ediyor mu?" sorusuna ise Taha Akyol net cevaplar veriyor: "Bu yayınların yapılmasında Aydın Doğan'ın hiçbir etkisi yok. Aydın Bey her zaman şu uyarıları yapar: 'Biz meslek ilkeleri yayınladık. Bu meslek ilkelerine uygun yayın yapın. Tahrikçi yayın yapmayın, kişilikleriyle uğraşmayın.' Aydın Doğan istese de Radikal gazetesinin, Hürriyet gazetesinin, Milliyet gazetesinin çizgisini değiştiremez. Aydın bey bunu bildiği için böyle bir şey söz konusu değil." (CİHAN)