“Üreten bir insanın nasıl tüketildiğinin kanıtıdır benim eşim.” Genç bir kadın, Pelin Pınar Can, eşi Doç. Dr. Hüseyin Can’ın uğradığı haksızlığı anlatmaya çalışırken kuruyor bu cümleyi. Bugünlerde yaşanan onlarca, yüzlerce belki binlerce hikayeden biri onların ki.
DOSYASINA BİLE BAKILMADI
Pelin, İzmir Karşıyaka’da eğitimci bir ailenin kızıdır. Nazilli Adnan Menderes Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olduktan sonra bir süre özel sektörde çalışır. Bu sırada Adnan Menderes Tıp Fakültesi’nden mezun olan Hüseyin Can ile evlenmiştir. Hem kendi ailesinin İzmir’de yaşaması hem de eşinin öğrencilik hayatının orada geçmesi nedeniyle İzmir’e yerleşmeye karar verirler.
Hüseyin Can’ın hedefi akademik kariyer yapmaktır. Yrd. Doç. olunca İzmir dışındaki birçok üniversiteden teklif gelir. Ama o İzmir’deki Katip Çelebi üniversitesine başvurmaya karar verir. Hazırladığı dosya gerekli şartların bile üstündedir üstelik.
Başvurusunu yaptıktan sonra dosyaya bile doğru dürüst bakılmadan kendisine “memleketi nedeni ile araştırma yapılacağı” söylenerek geri çevrilir.
Çünkü Hüseyin Can, Tuncelili Alevi bir aileye mensuptur. Ancak üniversitede derslerin başlamasına kısa bir süre kala Hüseyin Can’a gelin başlayın denir.
Çünkü aile hekimliğinde akademisyene ihtiyaçları vardır. Ve Hüseyin Can 2013’te Yrd. Doç. olarak Katip Çelebi Üniversitesi Aile Hekimliği Ana Bilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak çalışmaya başlar. 2014 yılında bir oğulları olunca Pelin de iş hayatını noktalar.
Çocuğunu büyütürken uluslararası ilişkilerde yüksek lisans yapmayı planlar.. Görünürde her şey yolundadır. Ama perdenin gerisi hiç de öyle değildir. İşine aşık, asistanları ve öğrencileriyle mutlu bir akademisyen olan Hüseyin Can aynı zamanda NLP trainer’dı, yani kişisel gelişim eğitimleri veriyordu. Adaletli, hasta ve öğrenci haklarını savunan bir sistemi savunuyordu.
Gecesini gündüzüne katmış, aile hekimliği ile yetinmemiş bir de kanser hastalarının yaşam kalitesini artırmak için üniversiteye bağlı Yeşilyurt Eğitim Araştırma Hastanesi bünyesinde Palyatif Bakım Servisi açmıştı.
Sayısını bile hatırlayamayacağı kadar kanser hastasının hayatına değer katmıştı. Karşılığını ise aldığı ödüllerle görmüştü. O denli başarılıydı ki yurtdışından Palyatif Bakım Servisi’ni görmeye gelen heyetler bile oluyordu.
HER ALANDA FAALDİ
Hüseyin Can aynı zamanda Ankara merkezli ve İzmir ilinde şubesi olan Türkiye Aile Hekimleri Uzmanlık Derneği’nde İzmir Şube Başkanı, merkezi İzmir olan İzmir Onkoloji Grubu Derneği Yönetim Kurulu Üyesi, İzmir Kanser Araştırmaları Derneği üyesi, İzmir Aile Hekimliği Akademisi Derneği üyesiydi. Hastane yönetimindeki çalışmaları nedeniyle de üç yıl önce ödüllendirilmişti. Bakanlığın Sigara Bıraktırma Hattı personellerine eğitim veriyor, yine bakanlığın dumansız hava sahası ve tütünle mücadele çalışmalarına destek oluyor, bir takım görevler üstleniyordu. Bu arada üniversitedeki kimi akademisyenlerin çekememezlikleri başlamıştı bile. Ama o bunların üstünde bile durmuyordu.
10 AY KADRO VERİLMEDİ
Yaklaşık 10 ay önce Doçentlik sınavına girdi Hüseyin Can. Ve 33 yaşında doçent oldu. Ama üniversite bu 10 ay boyunca kendisine doçentlik kadrosu açmadı. Alttan alta 2,5 yıldır yaşadığı mobbinge bir yenisi eklenmişti. Önce dumansız hava sahası çalışmalarından çıkarılmıştı, sonra döner sermayeden. Bir gün kongreden döndüğünde odasının kilidinin değiştirildiğini fark etti ve kendisinden odasını boşaltmasını istediler. Bununla da kalmadı. Daha sonra kendi elleriyle kurduğu Palyatif Bakım Servisi sorumluluğu da elinden alındı. Ve tüm bunların hiçbirinde haklı ya da haksız bir gerekçe gösterilmedi. Bunlar olunca iki kez istifa dilekçesi verdi Hüseyin Can ama hakkını yasal yollarla arayacağını beyan etti. Ve işte tam da mobbing davası açmaya hazırlanıyordu ki 15 Temmuz darbe girişimi oldu. İzmir Katip Çelebi Üniversitesi de soruşturma kapsamındaydı.
“BEN ÖYLE DUYDUM BENCE ÖYLE” HUKUKU!
Bir akşam mesai bitiminde hiç beklenmedik bir mail geldi Hüseyin Can’a. Disiplin soruşturması kapsamında 2 ay uzaklaştırma verilmişti. Hüseyin Can, haksızlığa uğradığından, üniversitede kendisinden rahatsız olan bazı akademisyenlerin uğraşları sonucu uzaklaştırıldığını söylüyordu eşine. İki ay sonra görevine döneceğinden emindi. Zaten bazı öğretim görevlileri dönmeye başlamıştı. Ama onun için öyle olmadı. 13 Ağustos sabaha karşı saat 04.10’da kapısı çalındı. Karşısında polisler vardı. Arama ve gözaltı emriyle gelmişlerdi. 07.45’e kadar süren aramada hiçbir şey bulunamadı. Ama Hüseyin Can’ı gözaltına alarak gitti polisler. O sırada 2,5 yaşındaki oğlu uyuyordu. Ailesi ertesi gün eve döneceğinden emindi.
Çünkü, iddia edildiği gibi Cemaat ile hiçbir bağı olamazdı. Zaten, Alevi ve solcuydu.
Ama yine hayal kırıklığı yaşadılar. Can, bırakılmadı. 11 gün boyunca kimseyle görüştürülmedi. 24 Ağustos pazartesi günü adliyeye sevk edildi. O ana kadar dik duran ve meslektaşlarının iftirasına boyun eğmeyeceğini söyleyen Can, eşinin kollarından kopup yanına koşan oğlunu gördüğünde gözyaşlarını tutamadı. Mahkemede aleyhine en ufak bir delil yoktu... Sadece birkaç kişinin ‘’Ben öyle duydum, bence öyle...’’ şeklindeki ihbarları delil kabul edildi ve tutuklandı.
CEZAEVİNDE ZAMANI BELİRSİZ MAHKEME GÜNÜNÜ BEKLİYOR
“Kendi halinde basit bir hayat yaşayan çekirdek ailenin bir iki kişinin ne olduğunu bilmediğim dertleri yüzünden dağılmasını herkes bilsin istedim” diyor Pelin Pınar Can. Ve o da biliyor ki kendileri gibi birçok örnek var artık Türkiye’de. Onun için başta kurduğu cümleyi yineliyor: “Üreten bir insanın nasıl tüketildiğinin kanıtıdır benim eşim...”