Samanyoluhaber.com yazarlarından Abdullah Aymaz, Hizmet Hareketi gönüllülerinden Ali Açıl ağabeyi köşesine taşıdı.
Menkıbeye göre, bir vâiz, İstanbul’da “Muhterem cemaat, eğer tam bir itikat ve Allah’a itimadla, Bismillahirrahmanirrahim deyip denizin üzerine gitseniz üzerinde batmadan yürüyüp gidersiniz!..” demiş. Bu nasihatı can kulağıyla, derin bir iman ve itikadla dinleyen halktan bir hamal artık İstanbul’da Anadolu yakasına geçmek için kayığa binmeye gerek duymaz, kestirmeden su üzerinden yürüyüp geçer. Bir gün teşekkür için bu vâiz efendiyi evine davet eder. O da davete icabet için hamalla deniz kenarına kadar gelirler. Vâiz, “Hani evladım kayık? Karşıya neyle geçeceğiz?” der. O da gayet sâfiyâne, “Hocam siz vaazınızda Besmeleyi çek denizde yürü git, demiştiniz ya… İşte öyle gideceğiz!..” der. Hoca “Hadi sen bir yürü hele” der. Hamal gayet rahat yürümeye başlar… “Evladım sen yürümene devam et… Senin itminan tam imiş! Ama ben o seviyede değilim, gelemem; batarım” der. Bu bir menkıbe, böyle bir şey mümkündür olmuş da olabilir, olmamış da. Kıssa, hisse içindir… Ama Ali Açıl Ağabeyin sâfiyeti ve kerametvârî halleri gerçektir. Çünkü o, derin bir itikad ve itimadla vaadlerini hep yerine getiriyordu.
Ali Açıl Ağabeyin babası bir ziraat profesörü idi. Kendi döneminin materyalist anlayışı içinde tek tük imanlı bilim adamlarındandı. Oğlu Ali Açıl’ı da öyle imanlı yetiştirdi. Ali Ağabey, Ankara’da liseden sonra bir fakültede okuma hakkı kazanmıştı ama o zamanlar üniversiteler sağ-sol çatışmalarından, kurtarılmış bölgelerden dolayı tahsil imkanının hemen hemen ortadan kaldırılmış bir halinin yaşandığı bir kısırlık içindeydi. Onun için Ali Ağabey, İstanbul’da ticaretle meşgul olan akrabalarının yanına geldi. Ticaretle meşgul olmaya başladı… İşleri iyi gidiyordu. Fakat o çocukluğunda gittiği bir Cuma vaazında hocadan şöyle bir söz duymuştu: “Bu mal senin değil; Allah’ın.” Bu söz hep zihninde çınladı onun için. Cenab-ı Hakkın sevkiyle “Rabbime karşı ayıp olur diye asla tapu dairesine gitmedim. Onun için benim hiçbir zaman dikili bir taşım olmadı” derdi… Kitap okuma alışkanlığı vardı. Hadis kitaplarını, İmam Gazzali Hazretlerinin kitaplarını okurdu… M. Fethullah Gülen Hocaefendi’yi tanıdıktan sonra 4 ayda 600 kasedini dinlemişti…
Artık mütevelli olduktan sonra fedakârlıklarının sınırı kalmamıştı. Zaten çocukluğundan beri eline geçen yiyeceklerini hep arkadaşlarıyla paylaşırdı. Mütevelli olunca artık cömertliğinin sınırları iyice genişlemişti. Efendimiz’e (S.A.S.) göre de zaten “İslamiyet yemek yedirmekti.” Seneler sonra ülke çapında bu sehavetin kerâmetvarî neticelerine şâhit olmuştu.
Tansu Çiller’in zamanında doların değeri Türk parası karşısında dört kat artmıştı. Orta Asya’daki okullarda fedakarca hizmet eden adanmış ruhlu öğretmenlerin maaşları ödenemez hale gelmişti. Çünkü bir burs mahiyetindeki maaşlar dolar üzerinden gönderiliyordu. Himmetlerde, cemaat mensupları vereceklerini ikiye katlasalar bile yetişmiyordu. Onun için İstanbul esnafı en ağır ve en büyük yükü taşıyordu. Onun için bu işin içinden nasıl çıkacağız diye düşünmüşler ve çok büyük bir himmet yükü gerektiğini hesaplamışlar. Bunu da mütevelliye bir tasarı olarak paylaştırmışlar. Sonra himmet toplantısında vicahî olarak söylemişler. Ali Açıl Ağabey bunu anlatırken demişti ki: “Bir sene önce ‘500 bin’ denmişti. Ama bu sefer ‘altı kat’ teklif ediliyordu. Zâhiren benim altından kalkmam mümkün değildi. Ama ben en başta “Hayır, bu bana çok ağır” desem arkadan gelen arkadaşlar için çok kötü bir örnek olurum diye kendimi kabul etmek mecburiyetinde hissettim; ‘Tamam! Kabul ediyorum.’ dedim. Dedim ama, büyük borçla aldığım kumaşlar hiç satılmamıştı. Sezon geçmek üzere idi. Ama ben verdiğim sözleri tam zamanında yerine getirirdim. Geldim işyerine… Oturduğum yerden giren çıkanı görüyordum. Aynı tip insanlar içeri giriyor, elde kalıp satılmayan kumaştan alıp alıp çıkıyorlardı. Bizim tezgahtarlar yetiştiremiyorlardı. Komşu dükkanlardan yardımcı istediler. Gelen giden derken bütün depolarımızdaki kumaşlar tükenmiş hepsi de satılmıştı. Paraları toplayıp saydık. Önce himmet vaadimizi ayırdık. Sonra baktık, bütün borçlarımızı ödeyecek miktarı gördük. Ayrıca bize de epeyce para kalmıştı… Allah’ım beni mahcup etmemişti. Ben bütün bu olanlara sevk-i İlahî diyorum!”
Ali Açıl Ağabey vefatından bir hafta önce bir Cuma günü ziyaretime gelmişti. Namazdan sonra oturup bir-iki saat sohbet ettik her zaman olduğu gibi, aşk-şevk içindeydi. Yapılması gereken, Hizmet’le ilgili düşüncelerini heyecanla anlatıyordu. Vedalaştık. Bir hafta sonra vefat haberini aldım. Uçakta giderken ruhunun ufkuna yürümüştü. Yerleşip pasaportunu aldığı Kanada’dan Avrupa’daki dostlarını ziyaret edip tekrar Kanada’ya dönerken, sessizce ruhunu Allah’a teslim etmişti. Allah rahmet eylesin…