Ali Bulaç: Zor ve baskı altında yapılan anlaşmalar batıldır, geçersizdir

Ali Bulaç: Zor ve baskı altında yapılan anlaşmalar batıldır, geçersizdir
"Akitlerin hür iradeyle yapılması ve temel hukuki çerçevenin dışında şartlar ihtiva etmemesi önemlidir ki, İslam bilginlerine bu çerçevenin sınırlarını tayin eden Kur'an ve Sünnet'in açık hükümleridir."
(...)
Akitlerin hür iradeyle yapılması ve temel hukuki çerçevenin dışında şartlar ihtiva etmemesi önemlidir ki, İslam bilginlerine bu çerçevenin sınırlarını tayin eden Kur'an ve Sünnet'in açık hükümleridir. Hz. Peygamber (s.a.), yerine getirilmesi gereken şartların Allah'ın Kitab'ına, yani İslam dinine uygun olan şartlar olduğunu belirtmiştir (Buhari, Mükateb, 1).

Zor ve baskı altında yapılan anlaşmalar batıldır, geçersizdir. Bu ister ticari ve iktisadi konularda olsun ister nikâh veya başka iş akitlerinde olsun, fark etmez. Yine temel hakları esas almayan anlaşmalar da geçerli değildir, mesela iki kişi arasında para karşılığında bir başkasını öldürmeyi hedefleyen sözleşmeler gibi.

Zeccac, yerine getirilmesi emredilen akidlerin Allah'ın üzerimizdeki hakları ve birbirimize karşı vecibe ve sorumluluklarımız olduğunu söyler. Efendimiz (s.a.) “Mü'minler, şartlarını yerine getirirler” (Buhari, İcare, 14) buyurmuştur. Karşılıklı rızaya göre yapılmış sözleşmeler, cahiliye döneminde imzalanmış olsa bile, şartlarına uyulur: “Cahiliye döneminde yapılmış akitleri İslam pekiştirir, sağlamlaştırır” (Müslim, Fedailu's sahabe, 206). Nitekim İslam'dan önce aralarında Efendimiz'in de yer aldığı Hilfu'l fudul'u İslami dönemde de teyid etmiş ve “Olursa bir daha öyle bir anlaşmaya, zulüm ve haksızlıklara karşı oluşan ittifaka katılırım” demiştir (İbn Sa'd, Tabakat, I, 129). Sözleşmelere riayetin ahde vefa ile ilgisi vardır.

“Hayır; kim ahdine vefa eder ve sakınırsa şüphesiz Allah da sakınanları sever. Allah'ın ahdini ve yeminlerini az bir değere karşılık satanlar... İşte onlar; onlar için âhirette hiçbir pay yoktur, kıyâmet gününde Allah onlarla konuşmaz, onları gözetmez ve onları arındırmaz. Ve onlar için acı bir azap vardır.” (3/Al-i İmran, 76-77).

En yüksek ahlaki erdemlerden biri ahde vefadır. Allah katında makbul olan kişi, ahdine vefa gösteren, verdiği sözü tutan, emanete ihanet etmeyen ve Allah'tan korkup sakınan kimsedir. Bizden olsun olmasın, kiminle bir sözleşme imzalamışsak, ahitleşmişsek, bize düşen ahdimize vefa göstermemiz, sözümüzü yerine getirmemizdir. Sözleşmede hoşumuza gitmeyen hükümler olabilir, bunu gidermenin yolu güç sahibi olunca tek taraflı olarak sözleşmenin hükümlerini ihlal etmek veya bozmak değil, yeni ve daha adil bir sözleşmenin imzalanmasına çalışmaktır. Zira sözleşmede aslolan icap ve kabuldür; fiili durumlar ve güce dayalı emr-i vakiler meşru değildir.

Söz ağızdan çıkar ama kalpten neş'et eder. İnsanın bir başkasına verdiği söz, yaptığı ahid, Allah'a verilmiş söz hükmündedir. Bunun göstergesi ahde vefa, söze sadakattir. Bu bakımdan Allah'tan sakınan kimse sözüne ve ahdine sadık kalır. Bazı insanlar geçici ve basit dünyevi çıkarlarını temel alıp ahidlerini çiğner, anlaşmalarına sadık kalmaz, böylelikle başkalarını –iş ve ticaret ortağını, nikâh akdi imzaladığı eşini, sözleşme imzaladığı gayr-ı müslimi, anlaşmalı olduğu kimseleri vs.- zarara uğratır ve bunu kâr bilirler. Oysa dünyanın servetini veya iktidarın tamamını ele geçirseler bile ahdine vefa göstermeyen, sözleşme hükümlerini çiğneyen hakikatte zarardadır.

Bir sözleşme metnine –mesela verili anayasaya- göre hak kazanmış birinin, iş başına geçtikten sonra “anayasaya aykırı hareket etme hakkını kendine görmesi” İslam bakış açısında meşru değildir. Anayasa iyi değilse bile, ona uymak, bu arada usulüne uygun değişmesine çalışmak lazım.
02 Kasım 2015 09:25
DİĞER HABERLER