DR. ALİ DEMİREL- SAMANYOLUHABER.COM
Soru: “Kur’an’a göre Allah bazılarının kalplerini mühürlemiş, onlardan imanı esirgemiştir. Peki bu durumda Allah haksızlık yapmış olmuyor mu? Bu durum, Allah’ın adil sıfatıyla bir çelişki oluşturmuyor mu?” (Rumuz: Widerspruch)
Bahsini ettiğiniz aet-i kerimede Rabbimiz, “Allah onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerine de bir perde inmiştir. Bunların hakkı büyük bir azaptır.” (Bakara, 2/7) buyuruyor. Kur’an-ı Kerim’de bu ayete benzer manaları ifade eden başka ayetler de var.
Şimdi değişik örnekler vererek konuyu izah etmeye çalışalım:
Zaman zaman bazı şehirlerde insan sağlığını tehdit edecek derecede hava kirlenmeleri oluyor. Mesela bu şehirlerden birisi Ankara. Ankara kurulurken bu şehrin 50-60 sene sonra nüfus, sanayi ve teknoloji bakımından hangi seviyeye ulaşacağı hesap edilmemiştir.
Halbuki şu kainat, milyonlar ve trilyonlar sene öteleri görüp, kuracağı cihanları ona göre kuran ve bütün zaman ve mekanı kuşatan bir ilmin sahibi Cenab-ı Hakk tarafından yaratılmıştır.
Allah (c.c.), rahmaniyet ve rahimiyeti ile bahşettiği irade vasıtasıyla, insana kainattaki cari kanunlarına müdahale hakkını vermiş; fakat insan, kainata O’nun koyduğu prensiplere göre değil, kendilerine göre sorumsuzca müdahale ettikleri için tabi düzeni karıştırmış ve her yönüyle çevre kirlenmesi meydana getirmişlerdir.
İşte Ankara da düşünüp taşınmadan sorumsuzca ve şahsi menfaatleri doğrultusunda hareket eden böyle bir kısım kirli ellerin karışmasıyla bugünkü hava kirlenmesine maruz kalmıştır.
Her ne kadar çözüm adına bir takım tedbirler alınmış olsa da bunlar yetersiz kalmış ve bunun neticesinde bazı kimseler astım, bronşit, kalp yetmezliği, alerjik hastalıklar ve kanser gibi pekçok hastalıklara tutulmuş ve bu durum halen de devam etmektedir.
Burada asıl dikkat edilmesi gereken bir husus vardır ki, o da, bu kirlenmenin birden bire meydana gelmeyişidir. İşte bu ibretlik durum, şu âna kadar birikmiş ihmal ve hesap edilmeyen bir kısım işlerin neticesinde hava kirlenmesi şeklinde Ankara’nın simasına vurulmuş bir “mühür”dür.
Şayet insanlar bu mühür vurulacağı âna kadar vazifelerini ihmal etmemiş ve kâinatta İlâhî prensipler çerçevesi içinde bir tasarrufta bulunmuş olsalardı bu türlü kirlenmeler olmayacaktı.
Aynen bunun gibi bazı kimseler gençliklerinde hayatlarını su-i istimal ederler, dikkatli bir hayat yaşamazlar. Bu dikkatsizlik; rutubetli yerlerde oturmak, soğuk suların içine girmek, buzlu su içmek veya sigara, içki.. vb. sağlığa zararlı maddeleri kullanmak.. gibi fizyolojik yapıya matuf olabilir.
Bunlar; gençlik, güç, kuvvet ve sağlık gibi nimetleri su-i istimal etmek demektir. Mesela aşırı alkol kullanmaktan dolayı siroz hastalığına yakalanan bir insan, hastalığı had safhaya vardıktan sonra farkına varsa ve bundan sonra hastalığının tedavisi adına ne kadar hassas davransa bile artık o kişi, su-i istimallerinin kurbanı olarak kendini hastalığın pençelerine kaptırmış ve “kurtulamaz” mührünü yemiştir.
Aynen bunun gibi, nasıl ki, insanın gözle görülen yapısı, gözle görülemeyen asıl yapısının anahtarı, onlara bakması için bir menfez ve onlar üzerinde tasarruf yapabilmesi için bir kısım esrarengiz düğmelerse, manevi yapısı da öyledir.
Şayet onun manevi yapısını teşkil eden kalp hayatı mühürlenip perdeleniyorsa, buna sebebiyet veren yine bizzat kendisidir. Gençliği su-i istimal etmek, günahlara alışmak, farzları terk etmeyi alışkanlık haline getirmek.. gibi manevi hastalıklar da, tıpkı hava kirlenmesi gibi kalbin tamamen kararmasına vesile olmaktadır.
“Kul bir hata yaptığı zaman kalbinde siyah bir iz meydana gelir. Eğer kişi, o hatadan nefsini uzaklaştırır, af talep eder ve tevbede bulunursa kalbi cilalanarak (leke silinir). Bilâkis, aynı günahı işlemeye devam ederse, kalpteki leke artırılır. Hatta bir zaman gelir, kalbi tamamen kaplar. İşte bu durum Cenab-ı Hakk’ın, “Doğrusu, işledikleri günahlar, kalplerini paslandırmıştır” (Mutaffifin, 83/14) meâlindeki ayette ifade ettiği pastır.” (İbn Mace, Zühd 29) hadis-i şerifi de bu hakikati ifade etmektedir.
Özet olarak şunu söyleyip yazımızı bitirelim: Allah her kuluna iman etme fırsatı ve kabiliyeti vermiştir. Yani soruda ifade edildiği gibi kimseden imanı esirgemez. İnsan, kendi hür iradesiyle iman yolunu değil de inkar yolunu seçerse ve bunda inat ederse zamanla kalbi kararır ve adeta lisan-ı haliyle “Benim kalbime mühür vurulsun!” der.
Allah da kanunları gereği o kişinin kalbine mühür vurur. Bu şekilde Allah bu kuluna haksızlık yapmış olmamaktadır. Çünkü o kimse kendi sonunu yine kendisi hazırlamıştır.