Ali ve Selma Taran yaşadıklarını anlattı

Ali ve Selma Taran yaşadıklarını anlattı
Ünlü Reklamcı Ali Taran ve bir süredir Kanser tedavisi gören eşi Selma Taran, Sabah Gazetesi'nden Tuluhan Tekelioğlu'na verdikleri röportajda yaşadıklarını anlattı.
Ünlü Reklamcı Ali Taran ve bir süredir Kanser tedavisi gören eşi Selma Taran'ın anlattıkları: ALİ'YE ŞİMDİ DAHA ÇOK ÂŞIĞIM KANSERİN HER AŞAMASINI BENİMLE YAŞADI Olaylar bazen istediğimiz gibi gelişmez... Kendi akışında süren hayat, zor bir yola atabilir insanı. Hayatın normal akışında üzüldüğümüz şeylerin 'boş' olduğunu fark eder, acıyla gülümseriz. Ali Taran benimle konuşurken, işte yüzünde böyle bir gülümseme vardı. Ofisinin kapısında duran 'Satılık' ilanı kalkmamış. Vizyona giren ilk filmi No Ofsayt neredeyse hiç izlenmemiş. Filmle birlikte batan birkaç milyon doların arkasından üzülmek yerine usturuplu bir küfür savurmuş... Ali Taran için bugün mutluluk, en sevdiği, kıymetlisi Selma Taran'ın eski sağlıklı hayatına dönebilmesi... Çok güzel bir kadın Selma Taran. İlacın yan etkisinden konuşmakta zorluk çekerken bile espri yapabilen, peruksuz da çekici olunabileceğini fark ettiren... 'Ben mi daha çok acı çekiyorum, yoksa benimle yaşayanlar mı?' diyecek kadar etrafındakileri düşünen, güçlü, cesur, canı kadar sevdiği eşi ve oğlunu üzmek istemeyen, özel bir kadın. Selma Taran * Kanser kelimesi doktorun ağzından ilk çıktığında çok fena oldum. Sonra yavaş yavaş, 'Bu, Allah'ın bana hediyesi,' diye bakmaya başladım. Sevdiği kullara hastalık verirmiş. Bir yerde okumuştum. Demek ki seviliyorum diye baktım. Mücadelede bu da çok etkendir ya... Kollanan bir kul olarak düşündüm kendimi. * İlkgördüğümde de Ali'ye çok âşıktım. Şimdi daha çok âşığım. Kanserin her aşamasını benimle yaşadı. Hastanede yanımda kaldı, karşımdaki yatakta uyudu, dikişlerime kendi elleriyle pansuman yaptı. * Yüzde 80 gerileme var. Çok güzel haber. Yüzde 20'si kaldı, onu da yeneceğim. Hayat, yaşamak çok güzel. * Kemoterapiye bu kadar isteyerek giden bir ben varımdır herhalde. Bir an evvel o gün, o saatte yapılsın, bir an önce bitsin, o benim vücuduma girsin, ne yapacaksa yapsın, bitirsin, istiyorum. Benim daha yapacak çok işim var. Ali Taran * Buna da sevinilir mi diye düşündüğümüz öyle çok şey oldu ki... Mesela 'Metastasın metastası olmaz,' diyor doktor... Bu bizi inanılmaz mutlu ediyor. * 'Sen kanser değil misin? Nasıl iyi olursun?' şekline gelecek konuşmalar olabiliyor bazen. Yani 'Yengesi bilmem ne olmuş,' gibi aktarmalara kapalı olmak istedik. Kliniğe gidiyorsunuz, herkes orada kemoterapi alıyor ve bu hastalıktan tedavi görüyor. Eğer görüşecekse Selma, o kişilerle görüşür. Klinikte de gidin bakın, kimse konuşuyor mu? Kimi televizyon izliyor, kimi bulmaca çözüyor, kimi kitap okuyor... * Filmimin vizyona girip girmediğini bilmiyorum ama bana girdiği aşikâr. Benim sinemayla hiçbir işim yok bundan sonra. Ancak yer gösterici olurum. - Niye sigara içiyorsunuz? - S.T: Çok sıkıntılı olduğum zaman sigara içemiyorum ama sigara içebildiğim zaman sağlıklı olduğumu düşünüyorum. Öyle bir şey var. Günde beş tane falan içiyorum yani... - A.T: 'Ben severek içtiğim için bana zarar vermez sigara,' diyordun değil mi? - S.T: Evet, rahatlatıyor. Bu hastalığın en zor safhası kemoterapi. İlaçların yan etkileri çok fazla. Hastalığın kendisinin bir şeyi yok. Teşhis konulduğu zaman son derece sağlıklı bir insandım. Teknede yaşıyorduk... Bir gün muayeneye girdim. Bu kadar sağlıklıyken bir anda kanser hastası olduğumu öğrenince, şok geçirdik tabii ikimiz de. - A.T: Onkoloğumuz Selma'ya, 'Siz en güzel iki hastamdan birisiniz, ama öbür güzel olan hastamı kocası, kanser oldu diye terk etti,' dedi. - S.T: Böyle şeyler çok yaşanıyormuş. İlk gördüğümde Ali'ye çok âşıktım. Şimdi daha çok âşığım. Benimle kanserin her aşamasını yaşadı. Hastanede, karşımdaki yatakta uyudu, dikişlerime kendi elleriyle pansuman yaptı. Birlikte kuşları besledik pencereden... O KADAR ÇOK ŞEYE SEVİNİYORUZ Kİ - Ne zaman öğrendiniz memenizin alınması gerektiğini? - S.T: Geçen sene meme kanseri teşhisi kondu. Ameliyatlar yapıldı... Aradan bir sene geçti, oğlumuz Kuzey, Amerika'da üniversitede okuyor. Oraya gittik, evini yerleştirdik. Döndüm. Estetik cerrahiyle yeniden göğsü şekillendirelim diye düşünüyorduk. Tahlil sonuçlarında karaciğere metastas yaptığı çıktı. Dört agresif kist var. Agresif kist doktorların sevdiği bir kist çünkü daha çabuk cevap veriyormuş. Ekim ayında tekrar terapiye başladık. Yarısına geldik ve yüzde 80 gerileme var. Çok güzel bir haber bu. Yüzde 20'si kaldı. Onu da yeneceğim... Kesinlikle hayat, yaşamak çok güzel. - Ne kadar güzel gülüyorsunuz, ne kadar cesaretle anlatıyorsunuz... - S.T: Ali, meme kanseriye ilgili bir film yapmayı planlıyor. Çünkü o kadar çok şey yaşadı ki benimle. Bunu yenmek için hayatın düzenini değiştirip, tamamen kendinize yönelip, bir an evvel iyileşeyim derken, depresyona girdiğiniz anlar da oluyor. Ağlama krizleri vs... Hastalığın başından beri hep düşünüyordum; ben mi daha çok acı çekiyorum, yoksa benimle yaşayanlar mı? Onları çok yıpratmak istemediğim için güçlü durmaya özen gösteriyorum. - A.T: İnsan ister istemez her yaşadığından bir şey öğreniyor. (Buna da sevinilir mi?' diye düşündüğümüz o kadar çok şey oldu ki... Hastalık, hâlâ meme kanseri olarak karaciğerde seyrediyor. 'Buradan başka bir yere gidecek mi?' diye sorduğumuz zaman doktor diyor ki, 'Metastazın metastazı olmaz.' Gerçek sevinci burada görüyorsun. Mesela kemiğe sıçramamış haberini inanılmaz bir coşku ve sevinçle karşılıyoruz. Doktor 'Ben 20 yıldır bu işi yapıyorum, böyle bir geri dönüş görmedim bugüne kadar,' deyince o kadar sevindik ki, ertesi sabah Selma hareket edemez, konuşamaz durumda kalktı yataktan. Hemen acile kaldırdık. Hastalarda böyle hızlı iyileşme durumu olduğu zaman psikolojik çöküntü başlıyormuş. Ama ona da seviniyorsunuz. Çünkü fiziksel bir şey yokmuş. Psikolojikmiş! Normal hayatta üzüldüklerimiz, sevindiklerimiz ne kadar saçmaymış diyor insan... Ali'nin horlamasıyla uyumaya alışmışım - 'İyi ki yeniden evlenmişiz,' diyor musunuz ikiniz de? - S.T: İkimiz de yaratıcı insanlarız. Ali Oğlak, ben Kova burcuyum. O inatçı, ben özgürlüğüme düşkünüm... Boşandık o gün öyleydi, sonra onu aştık. Birbirimizsiz olamayacağımızı düşündük. Oğlumuz 18 yaşındaydı. İkimizi çok güzel idare etti. O günleri çok da anmak istemiyorum doğrusu. Alisiz yatağa girmek boştu, 21 sene, Ali'nin horlamasını duyarak uyumaya alışmışım... Ben Alisiz herhalde çok boşlukta kalırdım. - Siz reklamcılığı artık kesinlikle bıraktınız mı? - A.T: Öyle bir karar almıştım ama, yani film olmayınca... - İlk kez mi başarısız olmuş oldunuz bu filmle? - A.T: Yoo yani reklamcılığın dışında birkaç kez daha olmuştu ama bu seferki biraz ağır oldu. Parasal kayıp oldu çok, yoksa başarı, başarısızlık, işin duygusal yönünde değiliz. - Reklamcılığa geri mi döneceksiniz? - A.T: Bilmiyorum, şu an kafam karışık. - S.T: Belki biraz dinlenmeli diye düşünüyoruz. Ali'nin reklam senaryoları çok kısa zamanda insanlara mesajı veriyordu. Ancak film, çok daha tecrübe isteyen bir konu. - A.T: Tuluhan Hanım, size sinemayı sevmem demiştim ya, şimdi sinemadan nefret ediyorum. Benim sinemayla hiçbir işim yok bundan sonra. Ancak yer göstericilik yaparım... - Hiç mi izlenmedi No Ofsayt? - A.T: Çok kötüden bile kötü. - Vizyona girdi ve çıktı mı hemen? - A.T: Girip girmediğini bilmiyorum ama bana girdiği aşikâr. Alternatif tıbba yöneldiniz mi? - S.T: Hayır. Çünkü benim içimde zaten o var. Kendimi sürekli telkin ediyorum, pozitif şekilde. Kemoterapinin yan etkileri geçtiği anda, kalkıp yürüyüş bandına gidiyorum. O enerjiyi artırıyorum ki, önümüzdeki kemoterapiye güçlü gireyim... Ben oğlum için, kocam için sağlıklı olmalıyım. Yani iyi görünmeliyim, onlara karşı sorumluluğum var. - A.T: Arkadaşımız, Selma'nın hastalığı çıktığında bana 'Bu evin hastası sendin. Hasta olunacaksa ve ilgilenilecekse seninle ilgilenilirdi, öyle bir şey çıktı ki karşına artık bir müddet evin hastası sen değilsin,' dedi bana. Evde biri hasta olacaksa o bendim. - Evde el üstünde tutulan artık Selma Taran olmuş.. - S.T: Hep öyleydi. - A.T: Ama hastalıktan ötürü değil ki, hep öyleydi. Davranışlarımın değiştiğini düşünmüyorum. O zaman yapaylaşır diye düşünüyorum. Yani iş, rol yapmaya girer. - S.T: Ben de anlarım rol yaptığını. - A.T: Bazen ağlıyor, 'Ne var ağlayacak kardeşim sen de sulu göz mü oldun?' diyeceksin. Ne denir? 'Ha bak bu ağlaman senin kemoterapiden,' diyecek bir tıbbi bilgim de yok. Bunu ayıramazsınız ki, o bir hal. - S.T: Hele bitti diye düşünürken karaciğerde çıkınca, böyle bir yumruk gibi yüzüme patlayınca çok ağladım. SORU SORMAYI İYİ BİLİRİM - İsyan etmediniz mi? - S.T: Mevlana hayranıyım, bütün kitaplarını okudum. Kanser kelimesi doktorun ağzından ilk çıktığında çok fena oldum. Sonra yavaş yavaş, bu Allah'ın bana hediyesi diye bakmaya başladım. Sevdiği kullara hastalık verirmiş, bir yerde okumuştum... 'Olsun, demek ki seviliyorum,' diye baktım. Mücadelede bu da çok etkendir. Kendimi kollanan bir kul olarak düşündüm. İşi büyüttüğünüz zaman kendiniz de yoruluyorsunuz. Allah bana iyi düşünce versin, iyilikler versin diye dua ederim. Kötü düşünmek hiç istemem, düşünmem de... - Siz de kanserle eşiniz kadar barışık mısınız? -A.T: Çok bilinmeyen bir dünyanın içine giriverdik. Soru sormayı iyi bilirim. Babamdan öğrenmiştim. Az ve doğru soru sorarak mesleğimde başarılı olduğumu düşünüyorum. O kadar çok soru geldi ki aklıma... Sanki insanın aklı erecekmiş gibi geliyor. Oysa akıl erecek gibi bir şey değil. Gördüğünüz hiçbir şey yok ama kâğıt üzerindeki değerler, 'Meme alınmalı,' diyor. Ameliyat oldu, şurası alındı, burası alındı falan, onu da görmüyorsunuz. Hep kâğıt üzerinde bir şeyler dolaşıyor. Neye inanacaksınız, neye güveneceksiniz? Kafanız karmakarışık oluyor. Onun için çok insanı dinlememek, konuşmamak iyi geldi bize. Doktor Selma'ya 'Nasılsınız?' diye soruyor. Selma 'Bir karaciğer kanseri hastası ne kadar iyi olursa o kadar iyiyim,' deyince doktor düzeltiyor: 'Siz karaciğer kanseri değilsiniz ki, meme kanserisiniz,' diyor. Yani bilgimiz şu: Karaciğere geçince ne oldu, karaciğer kanseri oldu. Hayır, öyle değilmiş. Meme kanserinin karaciğerdeki tedavisi ayrı, kolon kanserinin karaciğerdeki tedavisi ayrı. Mamografi yaptırmış mıydınız daha önce? - S.T: Çoook. 2000 yılından beri göğüslerimi sürekli kontrol altında tutuyordum. 50 yaşımdayım şu an. - A.T: Arada atladığı bir dönem var. Altı ayda bir yaptırması gerekirken 12 aya doğru gidiyor ve ne oluyorsa o arada oluyor. - Tek memede görüldüğü halde neden ikisini de aldırmak istediniz? - S.T: Bir memede vardı ama ikisi de alındı, öbürüyle de uğraşmayalım diye, doktorların da tavsiyesiyle... - A.T: Ama lenfte de vardı. - Kadere inanıyor musunuz? - S.T: Tabii ki. Sonuna kadar. - Psikolojik destek almayı düşündünüz mü? - S.T: Hayır. Çünkü doktorum istemedi. Ben de istemiyorum. Neyse etkileri, onları yaşayarak aşacağım. Kemoterapiye bu kadar severek ve isteyerek giden bir tek ben varımdır herhalde. Bir an evvel o gün, o saatte yapılsın, bir an önce bitsin, o benim vücuduma girsin, ne yapacaksa yapsın, bitirsin, benim daha çok işim var diyorum. Çok akıllıca ve pozitif bakıyorum. Bu nedenle psikoloğa gitmiyorum. İlk önce çok korkutmuştu ama şimdi bu süreç de bitecek, her şey yoluna girecek diye bakıyorum. İlacın bayağı yan etkisi var. Ama iyileşmek adına bunları çok önemsemiyoruz. Yani hepsini söylesem kaçar gidersiniz. Peruk aldım, uzun saçlı olmak hoşuma gidiyor. Ama böyle dolaşmak da hoşuma gidiyor. Bazen de gitmiyor. Neredeyse iki senedir böyle kel dolaşıyorum. - Neden peruk takmayı istemediniz? - S.T: Ali istemedi. 'Böyle daha güzelsin,' diyor. - A.T: Böyle güzel geliyor bana. Selma böyle gezdiği zamanlarda bir restorana gidiyor mesela, hemen yan masadan insanlar 'Ya bu çok yakışmış, kendiniz mi yaptınız yoksa rahatsızlık mı var,' falan diye soruyor. Sohbet falan açıldığı için Selma peruk aldı. - S.T: Çocuklar varken takıyorum, onların yanında öyle görünmek istemiyorum, etkilenirler diye düşünüyorum. Sevdiklerimi üzmek istemiyorum - Bu dönemde insanlarla konuşmak, sosyalleşmek yerine izole olmak hastaya daha mı iyi geliyor? - A.T: Geçenlerde benim ateşim 39 derece oldu. Biri bana 'Geçmiş olsun,' diyor. Sonra Selma'ya 'Siz nasılsınız?' diyor. Selma da 'İyiyim,' diyor, 'Aman aman siz iyi olun da,' diyor. Yani demek istediği 'Ne iyisi lan, tümör var karaciğerde.' O zaman kanser değil misin sen, nasıl iyi olursun?' manasına gelecek konuşmalar olabiliyor bazen. Yani 'Yengesi bilmem ne olmuş,' gibi aktarmalara kapalı kaldık. Kliniğe gidiyorsunuz, herkes orada bir şekilde kemoterapi alıyor. Eğer görüşecekse Selma, o kişilerle görüşür. Gidin bakın kliniklerde, kimse birbiriyle konuşuyor mu? Kimi televizyon izliyor, kimi bulmaca çözüyor, kimi kitabını okuyor. - S.T: Ölümü bazen çok yakınımda hissediyorum. Bu deneyim insanı çok yıpratıyor. Bir doktorda randevum vardı. Bir saat geç kaldı. Kimse de bir şey söylemiyor, sonunda hemşire geldi, 'Yarım saat daha beklemeniz mümkün mü?' dedi. Nasıl boşalmışım... Zaten hayatı bekler şekilde yaşıyorum. İlaçlarla, bu sürecin geçmesini bekler şekilde geçiyor hayat... Neyi bekliyorum? İyileşmeyi mi, ölümü mü? Nedir beklemek? 'Bana nasıl yarım saat daha bekler misiniz?' diye sorabiliyorsunuz,' diye düşünüyorsunuz. Her türlü duyguyu yaşıyorsunuz beklerken. Ama bütün bunlarla, canım kadar sevdiğim insanları üzmek istemiyorum. SABAH
09 Ocak 2010 15:11
DİĞER HABERLER