*Eğer varsa hassasiyetini kaybetmiş bir toplum, o zaman şöyle derler: “Varsa pulun, olur çulun… Varsa çulun, olur kulun.” Bunlar sloganıdır, bozuk bir yolun.
*Osmanlı dönemi “Zulmetten Nur’a” kitabını yazan Şemseddin Günaltay, Cumhuriyet dönemi maalesef o zulmete geri dönüş yapmıştır. Daha sonraları eline imkânlar geçip söz sahibi olunca Hocası olan Zahid Kevseri’yi “Gel Üniversitede İslam Hukuku dersleri ver.’ diyerek Mısır’dan Türkiye’ye davet etmiştir. Son Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin yardımcısı olan büyük âlim Kevseri “Fakat benim Türkiye’de ders verebilmem için, sarığımı çıkarıp sakalımı kesmem gerekir. Ben bunları yapamam. Onun için de gelemem’ diye bu daveti geri çevirmiştir.
*Mescid-i Nebevî genişletilirken, Peygamber Efendimizin (S.A.S.) babası Hz. Abdullah’ın mezarı da kaldırılıp Cennetü’l-Bakıyye gömülecekmiş. Halkın galeyana gelmemesi için, sadece birkaç kişi görevlendirilmiş ve onlar nakil işlemini yapmışlar. Sonra diyorlar ki: “Bir de baktık hiç bozulmadan yeni gömülmüş gibi taptaze duruyor.” Evet nübüvvetin delilleri çoktur. Ama Efendimizin (S.A.S.) anne ve babasının ehl-i necat olduklarını isbat bakımından bunun önemi büyüktür.
*Arkadaşlarımızın merhum babaları Mehmet Büyükçelebi anlatmış: “Üstad Hazretleri Denizli’de hapisten çıktıktan sonra bir müddet Denizli’de kaldı. İnsanlar, toplu halde Şehir Oteline Üstad’ın ziyaretine gidiyorlardı. Ben de gittim. Elini öptüm. Üstad, “Nerelisin?” diye sordu. “Tavaslıyım” deyince… “Her zaman buyurun. Ben Tavaslıları severim. Tavas, Suheyb-i Rûmi’nin memleketidir.” dedi. O gün, “Bir camide Bediüzzaman’ın talebeleri mevlit okuyacaklarmış!” diye duyunca ben de Denizli’de kaldım. Camiye gidip bekledim. Camide Türkçe salavat getirmeye başladılar. O sırada “Geldiler!..” denildi. Gönenli Mehmet Efendi geldi ve tekbirlerle aslî şekliyle salavatlarla okuyarak herkesi galeyana getirdi. Cemaat gözyaşlarıyla tekbir ve salavat getiriyordu…
*1999 zelzelesinde Adapazarında bir TV muhabiri Karadenizli deprem-zedeye soruyor: “Bu ne hâl?” O da şöyle cevap veriyor: “Pen, ha, pu evi ve altındaki tükkanı penüm sanaydum. Birden ESAS SAHİBİ, “Çıkın dışayru!” dedi. Don-gömlek kendimizi dışarıda pulduk, uşağım! Sözün kısası…”
*Osman Yüksel (Serdengeçti) millet vekili olunca bir gün Büyük Millet Vekili salonunda konuşma yaparken birilerine kızıp: “Bu Meclisin yarısı eşektir” diyor. “Sözünü geri al” diye şiddetli baskılar olunca, Serdengeçti tekrar kürsüye gelip, “Sözümü geri alıyorum. Bu Meclisin yarısı eşek değildir.” diyor.
*Mehmet Ruhî bey anlattı: “Dursun beyli Sarı Hocaefendi benim babamın hocasıydı. Benim ismim zaten onu ismi. Beni severdi… Hafızlık çalışırken Sarı Hocaefendi bana yardım ederdi. Bazı âyetleri ezberleyinde bana onları yutmamı söyledi. Ben de ‘Nasıl?’ diye sordum. ‘Baya yut!’ dedi. ben de ezberledikçe yutmaya başladım. Sonra gördüm ki, o âyetleri hiç unutmadım.”
Herhalde halkımızın “İlmi yutmuş…” diye bazı kişiler için söyledikleri sözlerin bununla bir alâkası var.
*İki kurbağa süt dolu bir küpün içine düşmüş… Kurbağalardan birisi ümitsiz… Süt içinde büzülmüş boğulmuş kalmış. İkincisi ise pes etmemiş, hep çırpınmış durmuş. Böyle olunca süt, kaymak olmuş. O da atlayıp kurtulmuş. Cesaretin bittiği yerde esaret başlar.
*Mevlana Celâleddin Rumi Hazretleri sadece sükûti olarak sohbet eden bir mürşid ile görüşmek istemiş. Ona yarım bardak su göndermiş. (Yani acaba bizim için bir yeriniz, biraz zamanınız var mı, demek istemiş.) Mürşid de bardağı su ile doldurup göndermiş. (Yani yer-zaman müsait değil, demek istemiş.) Bu sefer Mevlana Hazretleri, suyun üzerine bir gül yaprağı koyup göndermiş. Yani yaprak, suyu taşırmamış. (Bize de bir yer, bir zaman herhalde vardır, demek istemiş.) Sonra kabul edince gitmiş. Oturmuşlar ve üç saat sükût içinde bulunmuşlar. Daha sonra da her birisi öbürüne “Çok müstefid oldum” diyerek ayrılmışlar…
Kırk Ambar’ın bu ürünlerinden birşeyler yapmaya, zihinlere hatta kalb ve vicdanlara besinler hazırlamaya bakalım.