''Evrensel insanî değerler de fıtrî güzelliklerdendir. Onlar da Cenab-ı Hakkın gönderdiği peygamberler tarafından gönderilmiş gerçeklerdir. Bunları terkedenler bir nevi insanlıktan çıkmış olurlar.''
Seneler önce duyduğum yaşanmış bir olay var. Şimdi ismi hatırımda olmayan bir hocamız (Merhum Osman Kara olabilir), Hac’ta çok koyu siyah bir Afrikalı Müslümana dikkatli bakıyormuş. Bunu fark edince o da bizim hocanın yanına gelmiş ve “Boyayı mı beğenmedin, yoksa Boyacıyı mı?” diye sormuş. Tabii bizimki çok zor durumda kalmış. Bu olayı anlatmış. Dinleyenler nakletmişti. Muhtemelen Arapça konuşmuşlar…
Cenab-ı Hak, İlahî hikmetiyle, canlı, cansız, bitki, hayvan ve insan, hatta, melek, cin çok çeşitli varlıklar yaratmıştır. Hepsi de farklıdır. İnsan için “Ahsen-i takvimde” yarattığını beyan etmektedir; en güzel şekil ve surette ve en mükemmel kıvamda… Renkler, ırklar üstünlük vesilesi değil; üstünlük ölçüsü takva…
Edirne Öğretmen Okulu mezunu Uzunköprülü İlhan Ergül hatıralarını anlatırken diyor ki:
“Ben (Edirne’de) Fethullah Gülen Hocaefendiyle tanışmadan önce Yaşar Tunagür Hocaefendi’yi tanıyordum. Öğretmen okuluna geldiğimiz sene birinci sınıfta iken tanımıştım onu. Yaşar Hocamız 1963 yılı başında İzmir’e tayinle gitti. Kendisinin bir vaazı ile ilgili bir hatıram vardır. Onu aktarmadan geçemeyeceğim:
“Selimiye Câmiine ara sıra geldiğim olmuştur. Selimiye’nin Cuma günleri dolduğunu hiç görmedim. Birkaç saf insan gelirdi. Hele yatsı namazlarına gittiğinizde üç beş kişi ile saf tutulurdu. Sabah namazına gitseniz ancak bir veya iki kişi ile namaz kılmış olurdunuz. Vaziyet böyleydi, cemaat yok denecek kadar azdı.
“Yaşar Hocaefendi Edirne’ye geldikten sonra camiler yavaş yavaş kıpırdamaya başlamıştı. Çok tesirli konuşuyordu. Cuma günleri bir kaç safı geçmeyen Selimiye Camii tıklım tıklım dolmaya başladı. Caminin içiyle beraber manfil dediğimiz üst kısmı ve avlusuna kadar insan doluydu.
“Öğretmen Okulun’da okurken birkaç arkadaşla yine Selimiye Camiine cumaya gitmiştik. Yaşar Hocaefendi vaaz veriyordu. Vaazını dikkatle dinliyoruz biz. O vaazında Mevlana Celâleddin-i Rumî’den şöyle bir misâl verdi: ‘Bir boyacı varmış. Bu boyacının evi ve iş atölyesi ormanın kenarındaymış. Bahçede de çeşitli boya küpleri varmış. Tilkinin biri avcıdan kaçayım derken o bahçeye atlıyor. Korkuyla bahçede gezinirken o boya küplerinden birinin içine giriyor. Telaşla çıkar çıkmaz başka bir küpe atlıyor. Böyle arka arkaya üç dört tane küpün içine bata çıka ıslanıyor. Çıkınca güneşlik bir yere gidiyor ve kurulanıyor. Kurulanmış ama tilkinin postu rengârenk pırıl pırıl çok güzel bir hâl almış.
“Ormandaki hayvanlar böyle çok renkli bir tilkiyi görünce ‘Olsa olsa bizim padişahımız ve kralımız budur” demişler. Gitmişler, aslanın evine yakın bir yere ona bir konak yapmışlar: -Sen artık bundan sonra oraya buraya avlanmaya gitmeyeceksin. Bizim reisimiz sensin, biz seni kral olarak seçtik. Bundan sonra bize başkanlık edeceksin’ demişler. Tilki bu işe bir anlam verememiş ama ‘iyi öyle olsun bakalım’ diyerek kabul etmiş. Bunu gören aslan işi sakince takip etmeye başlamış. Dönen dolapları bir türlü içine sindirememiş: ‘Bu tilki hiç öyle liderlik edecek güçte değil ama bakalım bu işin içinden ne çıkacak’ diye kendi kendine söyleniyormuş.
“Ormanın hayvanları her gün tilkiye yiyecek getiriyorlarmış. Huylu huyundan vazgeçecek değil ya. Tilki bu durumdan çok sıkılmaya başlamış. Bu sefer de kendim çıkıp şöyle güzel bir avlanayım demiş. Tam ormanda dolaşırken birden yağmur yağmaya başlamış. Yağmurun etkisiyle tilkinin üzerindeki o rengârenk boyalar süzülüp gitmiş. Tabii ki, tilki, üzerindeki güzelim renklerden ötürü kendisine hürmet edildiğini bilmemektedir. Avlandıktan sonra makamına gidip oturuyor. Biraz sonra da aslan gelmiş. Bir bakmış ki, normal bir tilki orada duruyor. Hemen ‘Ben biliyordum senin bir tilki olduğunu ama renklerin bizi yanıltmıştı.’ diyerek okkalı bir pençe atarak tilkiyi yere serip öldürüyor.
“Evet, Yaşar Hoca bu kıssayı anlattıktan sonra şöyle devam etti: ‘Ey Müslüman Kardeşler! Allah’ın boyasına boyanın, sahte boyalarla, sahte görünümlerde bulunursanız günün birinde bu hâl değişik vesilelerle üzerinizden gider ve aslî hüviyetiniz ortaya çıkar. Onun için kendinizi aldatmayın. Gerçek boya olan Allah’ın boyasıyla boyanın, Onun istediği şekilde insan olun’ diyordu. Bunu hayatım boyunca hiç unutmadım.”
Kur’an-ı Kerim’de “Allah’ın boyası!.. (Onun verdiği fıtrî rengi alınız) Allah’ın boyasından daha güzel boyası olan kimdir? ‘Biz ancak O’na ibadet ederiz’ deyiniz.” (Bakara Suresi, 2/138) Evet kim, Allah’tan daha güzel bir boya vurabilir ki!.. Elmalılı merhumun dediği gibi: “Tevhid ile, hiç fark gözetmeksizin iman ettiğinizi söyledikten sonra şunu da ekleyiniz ve deyiniz ki; ‘Sıbğatullah!.. (Allah’ın boyasına bak!..) Biz, Allah boyası olan ve yaratılıştan gelen iman ile iman ettik, sudan imana, sun’î boyaya tenezzül etmeyiz. Allah boyasına bakınız, Allah boyasına… Zira, Allah boyasından daha güzel kimin boyası vardır? Maddiyatta, tabiatta ve bütün kainatta, dikkat ediniz O’nun boyasından daha güzeli var mıdır? Ağaçlara ve otlara, bütün çiçeklere, bilhassa insanların simalarına ve göz renklerine şöyle bir göz atınız, onlardaki doğuştan boya ile insanların sonradan sürdüğü sunî boyalar arasında kıymet ve güzellik bakımından ne kadar büyük fark olduğunu görürsünüz.”
Evrensel insanî değerler de fıtrî güzelliklerdendir. Onlar da Cenab-ı Hakkın gönderdiği peygamberler tarafından gönderilmiş gerçeklerdir. Bunları terkedenler bir nevi insanlıktan çıkmış olurlar. Boyalı tilki gibi üzerlerine hangi boyayı, parlak, göz alıcı şeyleri sürerlerse sürsünler bir gün hepsi de dökülür gider; cascavlak kalıp, gerçek mâhiyetleri ortaya çıkar!...
Safvet Senih